14 Mayıs’ta Uyanan Ruh Neydi?

Bir zamanlar siyasî mühendisler ile toplum mühendisleri baş başa verip halk içindeki organize olma eğilimlerinin başının küçükken ezilmesi istikametinde fikir imal ediyor ve bunları uygulaması için zinde kuvvetlerin önüne koyuyor, daha net ifadeyle askeri sahaya davet ediyordu. Bir ‘mühendislik harikası'(!) olan bu sefilane teşebbüs, deşifre etmek, açmak ve kendi kanaatlerine göre iyileştirmek istedikleri halkın baskılar karşısında tam aksine içine kapanıp başka bir surette kendisini ifade edeceğini düşünememek gibi ufak (!) bir hesap hatası yapıyordu.

Muhafazakâr düşünürlerin sık sık tekrarladığı bir söz vardır: Toplumu belli bir yönde itme girişimi tam tersi sonuçlar verir. Bu “itme” veya itekleme süreci içinde toplum amaçlanana ters yönde hareket edecek ve her iki hareketin yekûnundan başlangıçta hiç tahmin edilemeyen mahiyette farklı bir yönde ilerleyen bir hareket tecelli edecektir. Toplum üzerinde masa başında yapılan hesaplar bu yüzden kat’iyyen çarşıya uymayacaktır.

Okul kitaplarımızda güneş ile rüzgârın bir insanın üzerindeki giysileri çıkartmak için yarıştıkları bir okuma parçası hoşuma giderdi. Güya rüzgâr ile güneş iddiaya girmiş, bir adamın üzerindeki giysileri kim çıkartacak diye. Rüzgâr olanca huşunetiyle esmesine rağmen adam üzerindeki giysilere kendini koruma içgüdüsüyle daha bir sarılmış. Oysa güneşin gürültüsüz patırtısız saldığı harareti karşısında aynı adam giysilerini birer birer çıkartıvermiş. İddiayı elbette sükûnetini koruyan güneş kazanmış.

İşte modern devlet, toplumla ilişkisinde güneşin taktiğini benimsemiştir, rüzgârınkini değil.

Bizde ise geleneksel iktidar, toplumun kendisini açmasına imkân vererek onu daha şeffaf olarak görebilmek, dolayısıyla daha kolayca denetlemek imkânına sahip olabilmek yerine ceberutluk yaparak onu ezmenin muktedir olabilmenin olmazsa olmaz şartı olduğunu düşünmüştür daima. Oysa devletin modern olmasının sırrı, aşkın (toplumun dışında ya da üstünde) devlet değil, içkin (toplumun neredeyse kılcal damarlarında dolaşan) devlet olmaktır. Aşkın devletin hemen hiçbir sorunu çözemediği, komünist modeli nice acılar karşılığı 70 yıl boyunca uygulayan Sovyetler Birliği despotizminde yeterince görülmedi mi? Aşkın devletlerin çözeceğini vaat ettiği sorunlardan daha büyüklerini ürettiğine insanlık az mı şahit oldu? Halkı plastik bir nesne gibi istediği tarzda eğip bükebileceğini ve yoğuracağını zanneden nice rejim gözümüzün önünde tarihin unutulmuşluk bataklığındaki utanç verici yerini almadı mı?

Bir proje doğrultusunda toplumun homojenleştirilmesi uygulamasını tek yönlü olarak “Toplum bize uysun!” şeklinde düşünenler yanılır. Oysa toplumun da kendine göre bir mantığı, duyuş biçimi, iradesi, değerleri ve savunma mekanizmaları vardır. Bünyesinde uygulanacak ameliyatlara vereceği tepkiler hiç de önceden kestirilemez. Bir tarafından bastırdığınızda toplumun hangi belirsiz noktadan ve hangi tanınmaz çehreyle karşınıza çıkacağını kestiremezsiniz. Toplumun karakterini tanımak bir yönetimin temel görevidir.

Felsefe ile sosyoloji disiplinleri arasında özel bir ray döşemiş olan İngiliz düşünür Ernest Gellner bir yazısında merhum Şerif Mardin’in kendisine “Her Türk’ün yüreğinde biri Sufi, diğeri erkek (Maço) iki ruhun bulunduğunu” söylediğini nakleder. Gellner’e göre Kemalizm Türk kimliğindeki ‘Sufi ruhu’ yok etmek için elinden geleni yapmıştır. Buna mukabil şimdi kültürel derinliği ve tasavvufî yumuşaklığını kaybetmiş ‘Maço/erkek ruh’la baş etmek durumundadır.

28 Şubat postmodern darbesinde gördüğümüz üzere toplumu sözde laiklik, gerçekte ise dinden uzaklaştırma maksadıyla silah zoruyla itme ve bu suretle onu bir nesne gibi dönüştürme tasarrufu, o an için bir çare gibi görülse de, bastırılanın ileride kötü bir sürpriz yaparak bu defa yeni ve tanınmadık yüzlerle karşısına çıkması kısır döngüsünden yakasını kurtaramayacaktır.

Bugün Türkiye’de yaşanan büyük hadise, o ‘Maço ruh’un uyandırılmış ve hareket geçirilmiş olmasıdır. 14 Mayıs’ta ekranlara bıçak gibi saplanan oydu. 28 Mayıs’ta da beka davamızın beline kuşatacağı kılıç o olacaktır.

Bir de o ‘Maço ruh’un, Kemalizmin yıktığını zannettiği ‘Sufi ruh’ ile buluştuğunu hayal edin; Ayasofya Camii’nin yeniden açılması kadar ihtişamlı bir dönüm noktasına şehadet ettiğimizin resmidir.

19.05.2023, muzakerat.com

Bir yanıt yazın