• Home
  • Genel
  • Arşivden: Amigoluk ve gazetecilik!

Arşivden: Amigoluk ve gazetecilik!

Basında çıkan haberlere göre
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=706056
2000 yılının Aralık ayında gerçekleşen Hayata Dönüş Operasyonu’nda meydana gelen ölümlerde yanlış uygulamaları nedeniyle açılan dava zaman aşımından düşmüş ve sorumlular kurtulmuş. Şimdi yargıyı eleştirmek moda olduğu için bunun sorumlusu olarak yargıyı yargılayan basınımız, operasyon gerçekleştiği tarihte savaş çığlıkları atıyordu. İşte o tarihte sağduyulu bir ses, Zaman gazetesinde insanları operasyonun dehşeti üzerinde düşünmeye çağırıyordu. Aşağıda Mustafa Armağan’ın 26 Aralık 2000 tarihli Zama ngazetesindeki yazısını bulacaksınız.

****

Oysa ne güzel de kurmuştum kafamda bayramda yazacağım şerbetli yazıyı! İnsanların ruhlarının iyice bunalıp daraldığı şu günlerde biraz içlerini ferahlatacak, ısıtacak ve bayramın manevî iklimine hazırlamaktı amacım.

Fakat son bir haftadır içimde biriken ve zihnimde ateş topuna dönüşen, hani söylemesem etimde şirpençe çıkar denilecek türden düşünceleri bayram sonrasına ertelemek de içimden gelmedi. (Merak edenlere söylüyorum, hazırlandığım bayramla ilgili kurduklarımı bayramda köşemin haricinde yazacağım yazıyla yine sizinle paylaşacağım.) Benim de çok hoşuma gitmiyor ama bu arefe günü biraz eleştirel ve “acı” notlar düşeceğim bayramı selamlamak yerine.

Bildiğiniz gibi Milliyet gazetesi bir süredir yeni bir uygulama başlattı. Yavuz Baydar’ın hazırladığı “Okur Temsilcisi-Ombudsman” sayfası her pazartesi hem okur tepkilerini yansıtıyor okurlara, hem de gazetenin bir haftalık panoramasını, bazan biraz sert de olsa eleştirisini yapıyor. Bu cesaret isteyen uygulama, sanıyorum Türk basınında ilk kez gerçekleşiyor ve şu ana kadar bunu uygulayan ikinci bir gazete de yok bildiğim kadarıyla.

Bu faydalı uygulama, Zaman gazetesi de dahil, bütün gazetelere yaygınlaştırılmalı. Olayların akışı içerisinde akl-ı selimini kaybedip rotasını şaşıran yayın masalarını uyarmanın, kendilerine getirmenin etkili bir yolu olabilir okur temsilciliği. Okuduğu gazetenin kendi kendisini eleştirdiğini gören okurun eleştirel bilincini yükselteceği gibi, geçtiği bir haftanın illüzyonundan da kendisini kurtarabilme şansını yakalar okuyucular.

Biliyorum, gazetecilik zamana karşı bir yarıştır. Boğayı boynuzlarından yakalama işidir. Zordur fakat yüzbinlerce, milyonlarca insanın hadiseye bakışlarını etkileme kapasitesine sahip olduğu için de tehlikeli bir meslektir.

Fakat gazeteciler de insandır. Resmi beyanlara fazla bel bağladığı olur; çünkü çaresizdir, başka kaynakları kurumuştur. Bunu anlayışla karşılamak gerekir. Hislerini işin içine karıştırır; yeri gelir, ideolojisini ve dünya görüşünü de. Gayri resmi kaynaklara güvenmesi bazan başına iş açar. Resmi beyanların soğukluğu ile gayri resmi beyanların ayartıcılığı arasında seçim yapamaz durumda kaldığı da olur. Fakat her zaman kaynaklarını, eline gelen bilgileri şüpheyle değerlendirme, başka bilgilerle karşılaştırma gibi bir yükümlülüğü vardır. Eline geçen her bilgiyi, “bilgi” olarak sunamaz, sunmamalıdır. Zira resmi kaynakların “psikolojik harekâtı”nın bir parçası olabilir beyanlar; aynı şekilde gayri resmi açıklamalar da hedeften saptırmaya matuf olabilir.

Burada gazeteci aklı ve vicdanı ile birlikte hareket etmek mecburiyetindedir. Akl-ı selimini muhafaza etmek ve yorum yapma kapısını okuyucuya ve köşe yazarlarına açmakla yetinmelidir.

Bu sağduyuyu “olayların içi”ne fazlasıyla gömülmüş olan gazeteci belki göstermekte zorlanır; ama olayların içine batmamış birilerinin (buna ister okur temsilcisi deyin, isterse ombudsman) bu uyarıyı soğukkanlılığını kaybetmeden yapmasını son derece faydalı buluyorum.

“Hayata Dönüş” operasyonunda basınımızın elbirliği ile neredeyse operasyonun bir parçası olmayı seçerek yansıtması, yalnız benim canımı sıkmakla kalmamış, Milliyet okurlarının da gazetelerini eleştirmelerine yol açmış. Dünkü Milliyet’te bir okur, gazetesini, “Operasyonu ve sonuçlarını tartışacağınız yerde, mahkûmların oruç tutup tutmadığını tartıştığı” ve “avucunuza konan bir ses bandını, hiç araştırmadan, gerçekmiş gibi kabul ettiği” için protesto etmesi anlamlıydı. Fakat daha da anlamlısı Yavuz Baydar’ın çuvaldızı kendisine (gazetesine) batırma konusundaki gözüpekliği idi. Beraber okuyalım Baydar’ın sözlerini:

“Milliyet, bu haberlerde resmi bilgiye aşırı yaslanmış, haberle muhabir arasındaki “uzak mesafeyi” okura tam yansıtmamış, “eleştirel” görevini yerine getirmede eksiklikler sergilenmiştir.”

Asıl ilginci ne, biliyor musunuz, bu yazının altına Amerika’nın saygın gazetelerinden birinin, The Boston Globe’un okur temsilcisi Jack Thomas’ın 13 yaşındaki bir okuyucuya cevabını manşete taşımıştı: “Gazete, amigoluk yapamaz”.

Türk basınının operasyon sırasındaki artık alıştığımız acar “performans”ını gördükten sonra bu amigoluğun ne kadar iliğimize işlemiş olduğunu bir kere daha anlamış ve cümle âleme anlatmış olduk!

*

Bütün bu hayhuy arasında, Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün bir beyanı gözlerden kaçtı. Şimdilik sayıları 28’e ulaşmış bulunan ölümleri “savaş zayiatı” kabul eden Türk, “zayiatın en az 4-5 kat fazla olacağını öngörerek operasyona başladıklarını” ifade etti CNN’de Mehmet Ali Birand’a.

Şimdi elinizi vicdanınıza koyun ve düşünün. “Hayata Dönüş” operasyonuna 28 x 5 = 140 kişinin öleceği öngörülerek girişildiğini sayın bakan kendi ağzıyla ifade ettiğine göre, operasyonda kaç kişinin kurtarılması öngörülüyordu dersiniz? Çelişik beyanlardan anlayabildiğim kadarıyla ölüm orucuna katılanlar 282 kişi; bunlardan durumu kritik olanlar ise yaklaşık 180 kişi olarak ifade ediliyordu. (Gerçi sonradan bunların da “sahte” oruç tuttukları söylendi; ama bu bilgiye devletin neden operasyon öncesinde ulaşamadığı ise yine sorgulanmadan kaldı.) Ölmesi muhtemel 180 kişiyi hayata döndürmek üzere girişilen bir operasyonda 140 kişiyi öldürmeyi göze alıyorsunuz.

Peki bunun neresi “hayata dönüş”?

Bir yanıt yazın