• Home
  • Genel
  • Asıl Kızılbaş katliamı İran’da yapılmıştı

Asıl Kızılbaş katliamı İran’da yapılmıştı

Şu ‘Yavuz 40 bin Alev’iyi katletmişti’ tezini biliyorsunuz, ikide bir ısıtılıp ısıtılıp önümüze getirilir. Bu yüzden üçüncü Boğaz köprüsüne Yavuz Sultan Selim isminin verilmesine karşı çıkanlar olduğunu da biliyoruz.

Yavuz’un böyle bir ‘katliam’ yapmadığı da, zaten Osmanlı Devleti’nin, İran seferleri haricinde Kızılbaşlar/Safeviler aleyhine bir kindarlığı, onları ezme gayreti olmadığı da açık. Öyle ki Karacaahmet Mezarlığı’nda yatan Osmanlılaşmış Safevi hanedanı üyeleri dahi vardır.

Fakat öte yandan sanki İran’da Kızılbaşlar hep baş üstünde taşınmış gibi bir algı da oluşturulmuş durumda. Bu da yanlış. Nasıl Osmanlılar Kızılbaşlara yönelik zaman zaman takip, soruşturma, kovuşturma, fişleme, yargılama ve gerekirse cezalandırma yollarına baş vurmuşlarsa aynı şekilde İran’da da Kızılbaşlar tarafından Sünnilere yönelik katliamlar yapılmıştır ve bunlar hiç de azımsanacak miktarda değildir.

Mesela 40 bin Alevi/Kızılbaşın Çaldıran öncesinde katledildiğine dair malumatın yegane kaynağı olan İdris-i Bitlisi’nin “Heşt Behişt” adlı tarihinde Şah İsmail’in Tebriz’i ele geçirdikten sonra 40 bin Sünniyi katlettirdiği de yazılıdır ama Sünni kesimden kimse Kızılbaşların/Alevilerin Sünni katliamı yaptığını yazmayı aklına getirmezken tersinin sık sık gündeme getiriliyor oluşuna ancak Alevilikte yas/taziye kültürünün kuvvetli bir damar teşkil ettiğiyle cevap verilebilir.

Meselenin bir başka boyutuna ise bugüne kadar yeterince dikkat edilmemiştir: Kızılbaşlık bizzat İran’da tasfiye edilmiş ve Şah İsmail’den sonra Safevi Devleti’nde yoğun Kızılbaş Türkmen katliamı yaşanmıştır. Öyle ki Kızılbaşların kafaları yine Safevilerin kılıçlarıyla kesilirken aynı şekilde Kızılbaşlık yönetimden tasfiye edilmiş ve devşirmelerden yeni bir ordu kurularak nihayet Şah I. Abbas devrinde resmen Oniki İmam Şiiliğine geçilmiştir.

Bugün İran’ın içinde Alevilerin Ehl-i Hakk mezhebi gibi küçük azınlıklar halinde hayatta kalmış olmaları, buna mukabil Türkiye’de hâlâ geniş bir nüfus kitlesine sahip olarak yaşamaları da kayda geçirilmesi gereken ilginç hadiselerden biridir.

Şimdi bizzat İran’da Safevilerin yaptığı Kızılbaş Türkmen katliamlarına bir göz atalım.

İRAN’DA KIZILBAŞ TEMİZLİĞİ

Taha Akyol’un “Osmanlı’da ve İran’da Mezhep ve Devlet” (Milliyet: 1999) adlı çalışmasında başta R. Savory olmak üzere aktardığı uzmanlardan bilgiler çarpıcıdır. Meğer daha Şah İsmail zamanında Kızılbaşlar devletten sistematik bir şekilde nasıl tasfiye edilmişler, görelim.

Şah İsmail’in vekilliğini yürüten lalası ve Kızılbaş Türkmen Şamlu aşireti reisi Hüseyin Beğ’in bizzat Şah İsmail tarafından görevden alınıp yerine bir Tacik’in getirildiğini biliyor muyuz? Emir Necmeddin adlı Tacik öldüğünde yerine bir Kızılbaş’ın getirildiğini sanıyorsanız aldanıyorsunuz. Şah İsmail devletini Fars kökenli birine teslim etmişti. Onun ölümü üzerine yine bir Farslı geliyor. Çaldıran’da onun da ölmesi üzerine yine bir Farslı, Mirza Şah atanıyor.

Kızılbaşlar hem devlet uğruna ölüp hem de yönetimden dışlanmaya isyan ettiler ve Mirza Şah’a suikast düzenleyip öldürdüler. Kızılbaş “korçi”lerin karşılıkları alkış olmadı elbette. Başları vuruldu oracıkta. Yerine de inadına yine bir Fars’iyi atadı. Böylece Kızılbaşlar, uğruna canlarını feda ettikleri Şah İsmail’den sadrazamlığın dengi olan bu kurumu bir türlü alamadılar.

Şah İsmail’in yerine geçen Tahmasb’ın çocukluğuna rastlayan devrede kısmen bir Kızılbaş hakimiyetinden söz edilebilir ama dizginleri eline alınca yeni Şah da onları bir kenara itecek ve Kızılbaş Türkmen aşiretlerinin seçip iş başına getirdikleri Hüseyin Han Şamlu’yu “Osmanlı işbirlikçisi” suçlamasıyla idam ettirerek devleti ellerinden kurtarmaya bakacaktı.

Şah İsmail’in torunu II. İsmail büsbütün sertleşti ve Halifetül-Hulefa Türkmen Hüseyin Kulu’nun gözlerine mil çektirdi, emrindeki 1.200 sufiyi kılıçtan geçirtti. Amaç, Kızılbaşların askeriye içindeki gücünü kırmaktı. Zira Safeviler sessiz sedasız Osmanlı’daki gibi devşirmelere ağırlık veriyorlardı. Artık Kızılbaşların tasfiyesi kaçınılmazdı. Çok geçmeden yerlerini Ermeni ve Gürcü esirlerden oluşan devşirmeler alacaktı.

Askerler Kızılbaşlardan müteşekkilken bile Safevi bürokrasisi İranlı/Tacik unsurlardan oluşmaktaydı. Şimdi askerlik de ellerinden alınıyor, iyice dışlanıyorlardı ama bu daha işin başıydı. Daha kanlı sayfalar ileride gelecekti.

İran’ın Kanuni’si denilen Şah I. Abbas zamanında bu eğilim zirveye çıktı. Büyük Safevi tarihçilerinden Savory’nin verdiği bilgilere göre “Sipehsalar” adlı bir komutanlığın yönetimine girmiş bulunan Kızılbaş aşiretlerine artık geri planda işler yaptırılmaktadır. “Savaşçılık onuru konusundaki duyarlılıklarını gördüğümüz Kızılbaş aşiretlerinin bundan son derece rencide olduklarını tahmin etmek zor değildir. Zaten isyanlar düzenlemişler ama kanla bastırılmışlardı.”

GÖRÜLDÜKLERİ YERDE ÖLDÜRÜLE!

Şah Abbas Türkmenleri tasfiyeye hız vermekte, düzenli ordusunu devşirme kölelerden oluştururken bürokrasisine ise Farslıları doldurmaktaydı. Askeri tasfiyede ise Kızılbaş Tekelü aşiretinin kanlı bir şekilde toptan kılıçtan geçirilmesi zirve noktasını teşkil eder.

Daha Tahmasb zamanında Tekelü aşiretine karşı başlamış olan katliam Şamlu aşiretinin de başına gelmiş ve Abbas bir isyanı bahane ederek planlı bir katliam düzenlemişti Kızılbaşlara karşı. Tekelü aşiretinden herkesin görüldüğü yerde öldürülmelerini emretmiş ve Hemedan’dan temizlenmiştir.

Taha Akyol’un bu olaylardan çıkardığı sonuç şudur: “Safevi devleti Kızılbaş Türkmenlere Osmanlı’dan daha gaddar davranmıştır.”

Bu katliamlara başka kaynaklardan da örnekler vermek mümkün. Mesela Prof. Tufan Gündüz, Tekelülerin ortadan kaldırılışını şöyle anlatır:

“1596 yılında Amul kalesini ele geçiren Tekelülerin kaleyi teslime yanaşmamaları üzerine Şah Abbas bütün Tekelülerin görüldükleri yerde öldürülmelerini emretti. Böylece zaten hiçbir nüfuzu kalmamış olan Tekelüler Safevi Devleti’nin hizmetinden tamamen tasfiye edilmiş oldular.” (Kızılbaşlar, Osmanlılar, Safeviler, Yeditepe: 2015, s. 140.)

Nitekim Tahmasb’ın başkentini Kızılbaşların denetimindeki Tebriz’den bu etkiden uzak Kazvin’e, Abbas’ın da Isfahan’a taşımalarının sebebi, devleti Kızılbaş Türkmenlerin etkisinden kurtarmaktı (G. Garthwaite, İran Tarihi, İnkılap: 2011, s. 155-6.)

Son kalan Kızılbaşlar da ülkeyi işgal eden Afganlılar tarafından öldürüleceklerdi. Afganlı Mahmud ayaklanmasından çekindiği 3 bin Kızılbaş muhafızı katlettirmişti (1723). Arkasından sıra Safevi ailesine gelmiş, büyük küçük demeden 18 hanedan üyesini öldürtmüştü.

Artık İran sahnesinde Kızılbaşların bahse değer bir gücü kalmamıştı. Bu arada Molla Muhammed Bakır el-Meclisi ile birlikte başlayan kitabi Şiileşme süreci, Kızılbaşlığın tamamen tasfiyesine yol açacak ve Arap ülkelerinden getirilen Şii ulema eliyle İran’da Oniki İmam Şiiliği kurumsallaştırılacak ve ulema geleneği modern İran’ın karakterini belirleyecek olan performansını sergilemeye başlayacaktı (Rula Abisaab, Converting Persia, I.B. Tauris: 2004).

Nedense Yavuz’un Arap topraklarından ulemayı getirerek Osmanlı’yı Sünnileştirdiğini gündeme taşıyanlar Şah Abbas’ın Arap ülkelerinden İran’a ulema ithal ettiğinden söz etmezler. Biliyorlar mı? O dahi bir bahs-i diğer…

16 Ağustos 2015, Pazar

Bir yanıt yazın