Atatürk, Nutuk’u keşke hiç yazmasaydı!
Aslında Nutuk’la birlikte karşımıza iki Mustafa Kemal’in çıktığı kesin. Ve maalesef Nutuk’ta, tarihi yazan yapana değil, yapan yazana sadık kalmıştır. Her zaman olduğu gibi! Bu da inkılap tarihçilerinin işini külliyen zorlaştırmaktadır.
Özellikle yakın tarihle ilgili yazmaya başladıktan sonra sorularınızın rengi de değişti sanki. Osmanlı tarihiyle ilgili yazarken, ‘Bu kaynaklara nereden ulaşıyorsunuz?’ diye sorarken, şimdilerde, ‘Tarih nasıl bu kadar farklı yazılabilmiş?’ türü sorulara rağbet ediliyor. İster istemez okurların kafaları karışıyor: ‘Siz bir türlü anlatıyorsunuz, başka kaynaklar başka türlü. Bunu bir açıklayıverin. Hani yüzlerce, binlerce yıl önceki tarih olsa ters yazılan; amenna. Ama şurada 80-90 yıl önceki olayları bile nasıl olmuş da tersinden yazabilmişiz, hayret!’
Çocukluğumda Bursa sokaklarında baloncuk şişeleri satan bir adam dolaşırdı. Elindeki deterjanlı şişeye daldırdığı ucu daire şeklindeki çubuğu bir süre mahalle çocuklarına üfletip baloncukları seyrettirdikten sonra etrafında yükselen ‘Aaaa’ nidalarına, ‘Hayret, hayret, biraz da gayret!’ diye karşılık verirdi. Gayret, yani satış. Bizim de artık hayretten gayrete geçme zamanımız gelmedi mi? Gayret, yani metinler üzerinde çalışma.
Ben tarihteki karışıklıkların büyük kısmının, metinlerin yanlış, bazen de yanlı okunmasından kaynaklandığını düşünüyorum. İlk kaynaklardan kopulduğu zaman kaçınılmazdır bu. Özellikle Harf Devrimi’nin bizi 1929 öncesi malumatın hemen tamamından mahrum ettiğini bilmemiz lazım. Kurtuluş Savaşı’nın gazetelerini okumayan bir nesil, oradaki tartışmalara nasıl vâkıf olacak, farklı olarak neler söylendiğini nereden öğrenecek? Nutuk’tan elbette, diyecekler. İyi ama Nutuk bir fotoğraf değil, bir yorumdur. Hem de öyle bir yorumdur ki, kendisinden sonraki bütün yorumları boyunduruğuna almak için yazılmış bir ana yorum.
Atatürk’ün yakınlarından ve laikliğin yılmaz bekçilerinden Falih Rıfkı Atay, 22 Haziran 1951’de, “Dünya” gazetesinde ilginç bir yazı kaleme alır. Bu yazıda Atatürk’ün Nutuk’u yazmakla belgeleri belli bir yoruma tabi tuttuğunu ve tarihçiyi hükümlerinde bağladığını söyler. Atay’a göre Atatürk Nutuk’u yazmamalı, bütün o belgeler, tutanaklar dosyalarda kalmalı ve tarihçiler hükümlerinde daha serbest olabilmeliydi.
Nutuk’un yazılması, bir bakıma yakın tarihimizin dilini tutuklamıştır. Neden? Çünkü yine Atatürk’ün bir sözünde geçtiği gibi, Nutuk’u bir tarih metni olarak kullanmaya kalktığınızda, tarihi yapan mı yazana sadık kalmıştır yoksa yazan mı yapana sadık kalmıştır, karışmaktadır. Yani Nutuk’u kaleme alan şahıs, Milli Mücadele’nin kahramanı Mustafa Kemal Paşa mıdır yoksa bir tarihçi mi? Tarihçi Mustafa Kemal, Gazi’nin bütün eylemlerini onaylamakta mıdır? Tamamen onaylıyorsa Nutuk, nasıl bir tarih metni olabilir? Değilse ona hangi noktalarda itiraz etmektedir?
Aslında Nutuk’la birlikte karşımıza iki Mustafa Kemal’in çıktığı kesin. Ve maalesef Nutuk’ta, tarihi yazan yapana değil, yapan yazana sadık kalmıştır. Her zaman olduğu gibi! Bu da inkılap tarihçilerinin işini külliyen zorlaştırmaktadır. Çünkü onlar ‘tarihi yazan Mustafa Kemal’e mi, yoksa ‘tarih yapan Mustafa Kemal’e mi sadık kalacaklarını çoğu zaman şaşırmaktadırlar.
Erik Jan Zürcher’in dediği gibi, Nutuk, aslında 1919-1927 yıllarını anlatan bir tarih metni olarak okunmamalı. Daha çok İzmir suikastı ve sonrasında İttihatçıların ve Milli Mücadele kadrolarının neden tasfiye edildiğinin bir muhasebesi, yani bir hesaplaşma metni olarak okunmalıdır. İşin içine hesaplaşma tavrı girince ortada ne kadar tarih kalacağına varın siz karar verin.
Nitekim de kalmıyor. Kâzım Karabekir, malum, Milli Mücadele’nin 1924’e kadarki en gözde kahramanlarından. ‘Şark fatihi’ne çıkmış namı. Kurtuluş Savaşı hep bir Garp cephesi savaşı olarak anlatıldığı için onun ‘savaş’ı es geçilmiştir. Oysa 19 Mayıs 1919 şartlarına baktığınızda Mondros Mütarekesi’nden sonra ayakta kalan son düzenli Osmanlı ordusunun Erzurum’daki Onbeşinci Kolordu olduğu görülür. İlk kongrenin Erzurum’da toplanması tesadüf değildir ve bu kongrenin toplanmasında Mustafa Kemal Paşa’nın hiçbir katkısı yoktur. Üstelik başlangıçta İstanbul’dan geldiği için kendisinden şüphelenip kongreye kabul edilmediğini biliyoruz. Kâzım Karabekir’in aracılığıyla kabul edilip başkan seçilmiştir.
İşte size Nutuk’tan Kâzım Karabekir’i silen bir belge. Elimde 1927 tarihli, Arap harfli 2. baskısı var Nutuk’un. Vesikaları içeren 2. cildin 8. sayfasındaki vesika, tarih sırası itibariyle Nutuk’taki en eski vesikadır ama nedense hak ettiği gibi en başa değil, 10. sıraya konulmuştur!
21 Mayıs 1335 (1919) tarihli bu şifreli telgraf, Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışından sadece 2 gün sonra Kâzım Paşa’ya çekilmiştir. Şimdi metnin baş tarafını vesikalar cildinden dikkatle okuyalım:
“Ahvâl-i umumiyemizin almakta olduğu şekl-i vahimden pek müteellim ve müteessirim. Millet ve memlekete medyûn olduğumuz en son vazife-i vicdaniyeyi yakından mesâi-i müşterekeyle en iyi ifa etmek mümkün olacağı kanaatiyle bu son memuriyeti kabul ettim. Bir an evvel zâtıâlinize mülâki olmak arzusundayım…”
Burada genel durumun vahim oluşundan üzgün olduğunu söyleyen Mustafa Kemal’in, Kâzım Paşa’ya, bu müfettişlik görevini, onunla beraber çalışarak başarabileceğine inandığı için kabul ettiğini ve bir an önce onunla buluşmayı arzuladığını okuyoruz.
Gelin görün ki, aynı Nutuk’un ilk cildinin 11. sayfasını açıyor ve bu telgraf metnini bir kere de buradan okuyoruz. Hayretle, yukarıdaki “Bir an evvel zâtıâlinize mülâki olmak arzusundayım” cümlesinin, “Bir an evvel Erzurum’a gitmek arzusundayım”a dönüştürüldüğünü görüyoruz. 1919 Mayıs’ında kendisine neler borçlu olduğunu bildiğimiz Kâzım Karabekir Paşa, 1927’de artık istenmeyen adam olmuştur.
Yani Nutuk’ta anlatılan olayların ister istemez 1924 sonrasında oluşan yeni duruma uydurulduğunu, bu yeni konum gereği eski olayların yeniden hizaya sokulup yorumlandığını görmekteyiz. Daha önce yazdığım ve “Küller Altında Yakın Tarih” (Timaş) adlı kitabımda genişçe incelediğim gibi, Vahdettin’e çekilen telgraftaki bir kelimenin değiştirilmesi tek örnek değildir. Dolayısıyla yakın tarihi Nutuk eksenli okumak, her zaman isabetli sonuçlar vermeyebilir. Tabii ki yararlandığımız tarafları olacak. Ancak tarih kaynaklarını kutsal ve dokunulmaz kılarsanız, tam da o zaman kaynak olma özelliklerini yitirirler. Unutmayalım ki, Nutuk’a yapılacak en büyük kötülük, onu okunmayan ve tartışılmayan bir fosilleşmiş metin kılığına sokmaktır.
Ben Falih Rıfkı Atay’ın 1951’de açtığı tartışmanın cesaret düzeyini maalesef sonrakilerde bulamıyorum. m.armagan@zaman.com.tr
03 Aralık 2006, Pazar