• Home
  • Genel
  • Atatürk Türkiye’sinin Hitler Almanya’sına ekonomik bağımlılığı

Atatürk Türkiye’sinin Hitler Almanya’sına ekonomik bağımlılığı

Atatürk Türkiye’sinin Hitler Almanya’sına ekonomik bağımlılığı
Geçtiğim yollara dikenler bıraktığım için özür dileyecek değilim. Tarih yeniden yazılmayı bu denli arzuluyorsa yapılacak tek şey, yazanın yapana ve yapılana sadık kalmasıdır.
Ord. Prof. Enver Ziya Karal gibi bir üstadın bile açıkça itiraf ettiği gibi, inkılap tarihlerimizi yazanlar onu kendi arzu ve duygularına uydurmuşlarsa biz ne yapalım? Belki yol kenarlarına bıraktığımız dikenlere takılan yünlerden yeni bir palto yapmayı becerir birileri. Mesajımız, gelecekteki süngü zekâlı tarihçilere. Ümidimiz onlarda…
Geçen haftaki yazımda Osmanlı borçlarının 1933 yılından itibaren ödenmeye başlandığını yazmıştım hatırlarsanız. İşte bu süngü zekâlı kardeşlerimizden birisi üşenmeyip kitaba bakmış ve aslında ilk borç taksidini 1929’da ödediğimizi bulmuş. Soruyor haklı olarak: Hangisine inanacağım?
Burada belirtilmesi gereken üç nokta var:
1. 1929’da ödediğimiz borcun kendisi değil, yalnız faiziydi.
2. Bu ilk ödememizle birlikte ekonomi iflas sinyalleri vermiş ve alacaklılara gerisini getiremeyeceğimizi ilan etmiştik. İşte bundan sonra ödemelere ara verilmiş, görüşmeler 1932’de sonuçlanmış ve asıl borcun ilk düzenli ödemesine 1933’ten itibaren başlamıştık. Oradaki kastım, 1954 yılına kadar devam edecek olan bu ilk düzenli ödemeydi.
3. Ödediğimiz Osmanlı borçlarının tutarı, TL bazında yaklaşık 150 milyon liradır. Peki hiç merak ettiniz mi Osmanlı’dan Cumhuriyet’e kalan nakit para tutarının ne kadar olduğunu? Tamı tamına 161 milyon TL kâğıt para (bozuklar hariç). Yani Osmanlı hazinesinden 161 milyon TL’yi cebinize koyarken bu para nereden geliyor diye sormuyorsunuz da, borcunuz çıkınca niye mızıklanıyorsunuz? Bir miras olayında alacak ve borç gayet tabii bir durum değil mi?
Her neyse. Bu borçlar meselesi epey su götürür. Ancak belirtilmesi gereken bir başka nokta da, bu borç ertelemesiyle birlikte Türkiye’nin dış kredi itibarının dibe vurmuş olmasıdır. Hatta 1920’lerde İngiliz hükümeti Türkiye’nin İngiltere’de tahvil satmasını yasaklamıştır. Son çare olarak ABD’ye başvurulmuşsa da, Avrupalı tahvil alacaklıları Türk isteğinin geri çevrilmesi için Washington’a kredi vermemesi için baskı yapmışlardır.
Şimdi gelelim asıl konumuza.
1930-1934 arasındaki dönemde Türkiye için 1929 dünya ekonomik buhranının da misillemesiyle ağır bir ekonomik darboğaz oluştuğunu söylüyor uzmanlar. Hani bazıları o zamanlar Türkiye’nin parası yabancı paralar karşısında değerliydi diyorlar ya, Gülten Kazgan’dan Yahya Sezai Tezel’e kadar Osmanlı iktisat tarihi uzmanları bunun ekonomi üzerindeki felç edici etkisini gündeme getiriyorlar.
1930-1934 döneminde TL’nin aşırı değerlenmesi ile Türkiye’nin ihracat yaptığı tarım ürünlerinin fiyatlarının dış piyasada düşmesi sonucunda özellikle Ege Bölgesi’ndeki ihracatçılar iflas etti, mal üreticinin elinde kaldı. Türkiye reel gelir kaybına uğradı. İlk defa TL bu dönemde dolara bağlandı. Enflasyon yoktu belki ama bu defa deflasyon-depresyon süreci doğdu.
Bir çıkış yolu olarak önce Fransa’yla başlayan bir tür anlaşmalı takas olan “kliring” ticareti denendi. İşte bu takas ticareti, yazımızın konusunu oluşturan Hitler rejimiyle Türkiye Cumhuriyeti’ni 1934-1939 yıllarında birbirine sıkı sıkıya bağlayacak ve Yahya Sezai Tezel’in ifadesiyle söyleyecek olursak, Türkiye tarihinin (Osmanlı da dahil) başka dönemlerinde görülmemiş derecede bir emperyalist dış güce ekonomik olarak bağımlı olmasını getirecektir.
Nasıl? Atatürk döneminde Türkiye dışa bağımlı mıymış? Hem de Nazi Almanya’sına öyle mi? Şu Hitler’in rejimine hem de?
Siz bu soruların kabuğunu kaşıyadurun, ben hocanın “Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi” (Tarih Vakfı Yay., 1994) adlı kitabının kapağını aralıyor ve başlıyorum özetlemeye:
Tezel’e göre Türkiye’nin 1934’e kadar süren bu olumsuz ekonomik tablosunun olumluya dönmesinde Hitler Almanya’sıyla kurduğu yakın ekonomik işbirliğinin önemli bir payı bulunmaktadır. Kendi deyişiyle,
“Türkiye’nin dış ticaretindeki genişleme, Nazi Almanyası’nın uluslararası düzeyde iktisadî güç kazanmasıyla ilişkilidir. Almanya’nın Balkanlar ve Ortadoğu’da güttüğü ticarî genişleme politikası nedeniyledir ki, Türkiye, Büyük Buhran’ın sıkıntılarını yaşayan liberal metropollerin Türk ihraç mallarına talebinin zayıfladığı bir dönemde, ihracat hacmini artırabilmiştir.”
Yeterince çarpıcı. Devam edelim biraz daha.
Almanya 1930’ların sonuna doğru Türkiye’nin ticaretinin aşağı yukarı yarısını kendine kanalize etmeyi başardı. Böylece Almanya’nın ihracatımızın cari değerindeki payı 1929’da yüzde 15 iken 1934’te yüzde 39’a, 1935-1938 ortalamasında ise yüzde 44’e çıktı. Almanya’nın ithalatımızın cari değerindeki payı ise 1932’de yüzde 25 iken, 1934’te yüzde 36’yı, 1935-1938 ortalaması ise yüzde 46’yı buldu. Hatta bu dönemde Türkiye Almanya’dan yalnız silah almakla kalmamış, askerî örgütlenmesinde de Üçüncü Reich’a bağımlı hale gelmiştir.
Bunun sebebi ise Türk ihraç ürünlerine yüz vermeyen diğer ülkelerin aksine Almanya’nın ihraç mallarımıza yüksek fiyatlar ödemekte ve kliring hesabında açık vererek Türkiye’yi Almanya’dan daha fazla ithalat yapmaya zorlamakta olmasıdır.
Böylece ihracat ve ithalatımızın neredeyse yarısını kendisine bağlamayı başaran Almanya’nın Türkiye’yi nereye sürüklemekte olduğu ancak 1937’de fark edilmiş ve yönetimde bir panik havası baş göstermiştir. Aynı şekilde İngiltere de Türkiye’nin faşizme kaymasıyla Ortadoğu dengelerinin aleyhine döneceği paniğine kapılmış ve Türkiye’ye baskı yapmaya başlamıştır. Bunun üzerine 1936 ve 1938 yıllarında yapılan anlaşmalarla İngiltere’den 118 milyon TL borç alınmışsa da, İkinci Dünya Savaşı patladığında Türkiye’nin dış ticaretinin Almanya’ya bağımlılığı hâlâ sürmekteydi. Öyle ki, 1939’da bu bağımlılık muazzam boyutlara tırmanmış bulunuyordu: İthalatta yüzde 51, ihracatta yüzde 37.
Hatta “The Economist” dergisinin 5 Ağustos 1939 tarihli sayısında yayınlanan bir hesaba göre, Almanya, Türkiye’yi kendisine siyasî olarak bağlamak için zarar etmeyi bile göze almış ve bizden yüksek fiyatla mal alıp ucuz fiyatla mal satmak suretiyle sadece 1938 yılında tam 8 milyon TL tutarında bir mali yardımda bulunmuştur. Bu para, aynı yıl Osmanlı borçları için ödediğimiz miktarın tam iki katıdır! Şimdi Osmanlı’dan kaçarken Hitler’e tutulmuşuz diyeceğim, yine birileri köpürecek. Noktanın yeri burası mıydı? m.armagan@zaman.com.tr

22 Nisan 2007, Pazar

Bir cevap yazın