Batı’da Anne olmak

Batı’da Anne olmak
Kim derdi ki 1970’te yayınlandığı The Female Eunuch (“Dişi Haremağası” ya da “Hadım Edilmiş Dişi”) adlı kitapla bir yandan kadınları erkeklerle aynılaştırma yanlışına yuvarlanmış feminizmin ikinci dalgasını hırpalayan, diğer yandan da evliliğin kadına şiddeti davet eden bir kurum olduğunu iddia eden Bayan Germaine Greer, 1980’lerde Sex and Destiny’siyle (Cinsellik ve Kader) cinsel özgürlüğün problemlerinden söz ederek muhafazakarlığın doruklarına tırmanacaktır? Greer gibi gerçekten entelektüel kapasitesi çok yüksek bir feministin, çıkışındaki harareti soğuduktan sonra cinsel sorunların “Kadınlar sokağa!” sloganıyla çözümlemeyecek kadar karmaşık ve istismara çok müsait bir zeminde cereyan etmekte olduğunu keşfi son derece öğretici bir tecrübe olsa gerek.

Sex and Destiny’deki Greer, eleştirel bilinci kışkırtılmış ciddi bir entelektüel portresi çiziyor. Batı toplumlarındaki sömürü mekanizmalarının ne kadar yaygın bir ağ oluşturduğunu ve bu ağın içerisine iyi niyetli feministleri de kattığını, onları farkına varmadan kullandığını ortaya koyuyor; hem de su gibi berrak bir anlatımla.

Batı’da istenmeyen yaratık olduğunu iddia ettiği çocuğun bir anormallik şeklinde değerlendirildiğini söyler Greer. Hayatın normal temposunun dışında kalmış bir ayak bağı, kurtulunması gereken bir yük olarak telakki edilir çocuk. Dolayısıyla çocuğa en yakın kategoriyi teşkil eden yaşlılar ile hamile kadınlar da itilmiş ve dışlanmış durumdadırlar.

“Batı’da kadınların çoğunluğu, hamilelikleriyle yalnızlığa terk edilirler… Bir çocuk sahibi olmak için işlerinden ayrılırlar. Bu birçok kadın için dışa açık sosyal hayattan kendisiyle ilgili kaygılara ve ani bir yalnızlığa geçmek anlamına gelir… Yalnızlık ve kuruntunun sonuçlarından haklı olarak korkan ve işlerinin gereklerini tamamen yerine getirebilecek durumda olan kadınlar çalışmaya devam edebilmek için sıkça hamileliklerini doğumdan hemen önceye kadar gizleyerek savaş verirler.”

Anne olmak iş hayatında risk almak anlamına gelmektedir. Lakin iş riskle kalsa iyi. Toplumsal bir aşağılanmaya da maruz kalmaktadır doğuran kadın: “Batılı kadın erkeklerle rekabet edebilmek için erkeklerin hiyerarşisini takip ediyor ve kendisini erkek gibi değerlendiriyor. Onun için hamileliğin anlamı, tekrar bulunduğu (ulaştığı) konumdan aşağı inmek ve manen, basit insanlarla has olan doğumun etkisi altına girmektir.” Doğumdan sonra işine dönecek kadar talihli olsa bile o artık “hasta” muamelesi görmeyi göze almalıdır. Şunca yıldır elde etmeye şartlandığı eşitliği bir daha geri gelmeyecek biçimde kaybetmiştir: O artık bir annedir.

Greer’a göre bugün anneliği olumlu olarak kuvvetlendirmek kadına yapılabilecek en büyük iyiliklerden biridir. Annelik vasfını neredeyse reddederek yola çıkan feminizm, aslında kadına en büyük kötülüğü yapmış, erkeklerin ekmeğine yağ sürmüştür. Yıkmaya kalkıştığı ataerkil değerleri kuvvetlendirmiştir.

Şaşılacak kadar muhafazakarlaştığına ve bizimkilerin o çok bayıldığı Batılı kadın anlayışına savaş açtığına şahit olduğumuz Greer, sözü ideal kadın ölçüleri ve giyimi konusuna getirir: “Uzun ve cüppe tipi şal kullanan kadınlar, herhangi bir yerde hiç dikkat çekmeden bebeklerini emzirebilirler… Batı dünyası dışındaki toplumların çoğunda annelik, annenin kıyafet ve süsüyle, şerefle ortaya konulur. Bizde ise annelik inkar edilmeye çalışılır.”

Hastanede doğurmanın hükümetlerce mecburi kılınmasına da karşı çıkmaktadır bizzat bir akademisyen olan Greer. Evlerin bulaşıcı hastalıklar ve mikrobik bakımdan hastanelerden daha “temiz” olmalarına rağmen bugün büyük şehirlerde bir kadının evde doğurması neredeyse cinayetmiş gibi değerlendirilmekte, ebeler ise suç işlemiş gibi hapse atılabilmektedir. Üstelik ev, evin sahibi olan hamile kadın için bildik bir ortam olduğundan üzerinde daha az baskı hissedecektir. Velhasıl hastane, aile hayatının bir döneminin en mutlu anının kutlanması için hiç de elverişli bir mekan değildir.

Batılı bir feministin meseleyi bu derece derinliğine tahlil edişiyle bazı feminist köşe yazarlarımızın yapay kaygılarla oyalanan “beyaz feminizm”lerini kıyaslayınca aralarındaki uçurum ayan beyan görülüyor değil mi?

Bir yanıt yazın