• Home
  • Genel
  • Ben de bir Osmanoğlu ile görüştüm!

Ben de bir Osmanoğlu ile görüştüm!

Ben de bir Osmanoğlu ile görüştüm!
Sevgili CHP’ye ve aziz basınımıza bereketli bir konu çıkmış gibi görünüyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Amerika’da bir Osmanlı hanedan üyesiyle görüşünce “malum” (bu kelimeyi Latincedeki “şer” anlamında kullanmayı tercih ediyorum) çevreler yine feryada başladı. Vay efendim, nasıl olur da bir TC başbakanı hanedan üyesiyle görüşürmüş, estek köstek.
Bu fosillerin, Bulgarların eski krallarını başbakan yaptıklarından da, Rusların 70 şu kadar sene sonra Çar II. Nikola ve ailesinin küllerini Yekaterinburg’da bulup, DNA testleriyle kimliklerini tesbit ettikten sonra muhteşem bir cenaze alayıyla Petersburg’da Romanof hanedanının diğer üyelerinin yanına defnettiklerinden de haberleri olmamış olamaz. Demokrasilerin ulaştığı çağdaş aşamada hanedanların “in” olduğunu bilmiyorlar zahir.
Türkiye’ye girip çıkabilen ve TC vatandaşlığı alan veya alma hakkı bulunan birisiyle bir Başbakan’ın görüşmesinde ne gibi bir sakınca olabilir? Yasak mı bu? Varsa böyle bir yasak, itiraf ediyorum, ben bu yasağı çiğnedim. İlgilenenlere duyurulur! Çehresinde Osmanoğulları’nın gölgeleri… Burç FM’den Bünyamin Şen’le karar vermişiz, perşembe akşamları her hafta bir Osmanlı padişahını konuşacağız. Lakin o iş senin, bu iş benim, bir türlü başlamak nasip olmuyor. Haftalarca ertelediğimiz ilk programı nihayet yapacağız. Programdan birkaç saat önce okuduğum sayfalar üzerinde Osman Gazi’nin hayatını dinleyicilerim için filtre ediyor, bilinmeyen yönlerini keşfe uğraşıyorum. Mesela oğlu Orhan’a bıraktığı mirası tekrar tekrar okuyorum: Tuzluk, bir tahta kaşık, göçebelik günlerinin alameti koyunlar…
İşte ne oluyorsa o sırada oluyor, mesai arkadaşım heyecan içinde kapıyı açarak soruyor: “Bir Osmanoğlu ile tanışmak ister misin?” Sesin bir an içine dalıp gitmiş olduğum sayfaların arasından geldiğini sanıyorum. Derhal toparlanıyor ve hipnotize olmuş gibi sesin ardından yürüyorum.
Gözlerinde Orhan, alnında Fatih, burnunda Abdülhamid gezinen şu nezih çehreli, ak saçlı, kravatlı, takım elbiseli adam “O” değil mi? II. Abdülhamid’in torunlarından Harun Osmanoğlu karşımda. 1935’te Lübnan’da doğmuş. Dedesi Şehzade Selim Efendi, babası ise Abdülkerim Efendi.
Kader işte! Üç kıtaya söz geçiren bir hanedan Çatalca’dan sessiz sedasız trene bindirilerek bir gecede yeryüzünün “vatansızları” arasına postalanmıştır. Kendilerini yolculamaya gelen bile olmamış; sadece demiryollarında çalışan bir Rum memur, istasyondaki kalabalıktan şüphelenip onları tanımış; Halife Abdülmecid’e, atalarının gösterdiği adil yönetim için şükranlarını bildirmiştir gözyaşları içerisinde.
Cumhuriyet’in 50. yılı vesilesiyle çıkartılan af kanunu 1924’te yurtdışına gönderilen ve Amerika’dan Hindistan’a kadar pek çok ülkeye dağılan hanedan üyeleri için büyük bir umut kaynağı olmuş. Tekrar bu topraklarda yaşamanın tarifsiz heyecanını duymuşlar. Harun Osmanoğlu her haliyle hakiki bir beyefendi olduğunu belli ediyor. Sorularıma kısa, anlaşılır ve samimi cevaplar dökülüyor ağzından. Uzun yıllar Şam’da kaldığından Türkçesi hafiften Arapçaya çalıyor. Bir lisede öğretmenlik yapmış, sonra Milli Savunma Bakanlığı’nda çalışmış. Aftan sonra hiç düşünmeden istifa edip Türkiye’ye yerleşmiş. 1975’ten beri İstanbul’da yaşıyor. Onunla trende, vapurda ya da otobüste karşılaşmışsınızdır ya, dikkatinizi dahi çekmemiştir.
Zaten dikkat çekmek istemiyor kendisi. Alabildiğine ketum. Kaderin kendilerine biçtiği bu çetin imtihandan alınlarının akıyla çıkmaktan, dahası, Osmanlı tarihinin gerçek çehresinin gün ışığına çıkmasından büyük bir memnuniyet duyuyor.
Haddim olmayarak, atalarının yönettiği dünyayı yeni bir gözle okumaya giriştiğim “Osmanlı: İnsanlığın Son Adası” adlı kitabımı imzalayarak takdim ediyorum. Hiç beklemediğim bir saygı ve nezaketle ayağa kalkıyor, kitabı eline alıyor ve öpüp başına götürüyor. Bir müddet sonra tanışmamıza vesile olan Mehmet Tosun’dan kitabımı heyecan ve gururla okuyup teşekkür ettiği haberini alıyorum. Yetiyor… TC vatandaşı bir Osmanlı Sohbet ilerliyor ve kendisine Türk vatandaşı olma macerasını soruyorum. İlk zamanlar affa rağmen kendilerine hep şüpheyle bakılmış. 1975’te Türkiye’ye yerleştikten sonra ikametleri her üç ayda bir yenileniyormuş. Bakmış ki olmuyor, 1977’de vatandaşlığa geçmek için başvurmuş. Bu defa dilekçesini kaybetmişler. İkinci dilekçeyi vermiş ama 1983’e kadar herhangi bir sonuç alamamış. Kader bu defa dönemin Başbakanı Turgut Özal’la karşılaştırmış onu. Durumu ona anlatmış. Birkaç ay sonra oturum iznini yenilemek için Emniyet Müdürlüğü’ne gittiğinde memur kendisine müjdeyi vermiş: “Tebrik ederiz Osmanoğlu, vatandaşlığa kabul edildiniz.”
Harun Osmanoğlu, şimdilerde İstanbul’un sakin bir köşesinde Türk vatandaşı olmanın huzurunu yaşıyor. Babası 35 yaşındayken Amerika’da bir otel odasında esrarengiz bir şekilde cinayete kurban gitmiş; dedesi, oğlunun trajedisi üzerine kalp krizi geçirerek vefat etmiş. Bu acıları derinden yaşamış birisi sıfatıyla sabırla artık “herkesin hakikatleri görmesini” bekliyor. Daha fazla dram yaşamak istemiyor.
Birileri kabul etmek istemese de onlar da birer “insan” çünkü. Kim ne derse desin, Başbakan’ın bir hanedan üyesiyle görüşmesi, tam tersine beni umutlandırdı.

Bir yanıt yazın