Bilim ve gelenek

Bilim ve gelenek
Kültür tarihinde sözde ‘yaratmalar’dan çok gelenekler esastır. Bir 19. yüzyıl icadı olan ‘yaratma’, modern bireyciliğin dünyayı kendisinden itibaren yeniden kurma ideolojisinin ifadesidir. Descartes’tan bu yana yalnız felsefede değil, sanatta, siyasette, giderek kültür alanının bütün versiyonlarında kendisinden önce mevcut olan bir geleneğin içine dahil olarak bu taban üzerinden konuşmaya başlamanın avantajını kullanmak yerine, her şeye sıfırdan başlayan ve kendi varlığının o alan için ne kadar vazgeçilmez olduğunu kanıtlamaya uğraşan figürler basmış bulunuyor dört bir yanı.

Bu sıfırdan ‘yaratma’ mitosunun işleyemediği en gözde alan, gariptir, modern dünyanın motoru vazifesini üstlenmiş bulunan bilimdir. Thomas Kuhn, bilimde geleneğin ne denli derinlere kök salmış biçimde devam ettiğini “Asal gerilim: Bilimsel araştırmada gelenek ve yenilenme” (Thomas S. Kuhn, Asal Gerilim: Bilimsel Gelenek ve Değişim Üzerine Seçme İncelemeler, Çeviren: Yakup Şahan, İstanbul 1994, Kabalcı Yayınları, s. 272-288) başlıklı makalesinde açıkça göstermektedir. Gerçekte peş peşe kopuş ve sıçramaların yaşandığını bildiğimiz bilim alanında geleneklerin bütün görkemiyle devam etmekte olduğunu sergileyen ünlü bilim tarihçisi Kuhn, paradoksal gibi görünecek bir tespitte bulunarak bizi iyiden iyiye şaşırtıyor: “Sadece çağdaş geleneksel bilime kuvvetle kök salmış araştırmalar bu geleneği kırabilir ve yenisinin günyüzüne çıkmasına yol açabilir.” Özellikle 19. ve 20. yüzyıllarda peş peşe kopuşlarla, eski çağlara kıyasla olağanüstü buluş ve yeniliklerle kesintili olarak süren bilimsel geleneğin aslında bir paradoksu içinde barındığının farkındadır Kuhn: “Bu işi yapabilmek için bilim adamı, bir dizi karmaşık düşünce ve el işçiliğiyle ilintili bağlanmalara girişmek zorundadır. Ne ki, üne erişme iddiası, böyle bir şeyi kazanma yeteneği ve şansı varsa eğer, eninde sonunda, bu bağlanmalar ağını, kendi bulduğu bir başkasının adına, bırakabilme yeteneğine dayanacaktır. Başarılı bir bilim adamı, çoğun(lukla) bir gelenekçinin ve de bir put kırıcısının belirgin niteliklerini aynı zamanda göstermek zorundadır.”

Bilimde -ve aslında hemen bütün alanlarda- modern bireyciliğin iddialarının aksine, bilim adamı bir devrim yapmak istiyorsa kollarını sıvayıp geleneğin içerisine dalmalı, kendisinden öncekilerin bulmacaları nasıl çözdüklerini onları tekrar deneyerek temrin etmeli ve alanında istihsal edilmiş bilgileri tahsil etmelidir. Ancak bu vukufiyet düzeyine eriştikten sonradır ki devrim yapmanın ne anlama geldiğini fark edebilir, buluşunu, yeniliğini hangi vasata rağmen husule getireceğini algılayabilir (bu noktaya eriştikten sonra artık devrim yapmak isteği hala içinde kalmışsa tabii).

Açıkçası karmaşık bir ilişki söz konusudur burada. Gelenek dışında kalıp da o alana dair dişe dokunur bir görüş geliştirebilmek ve görüşünü alanın uzmanlarına kabul ettirebilmek neredeyse imkansızdır. Yenilik ya da devrim yapacağım diye yola çıkan kişi büyük bir ihtimalle “hiçbir yere varamayacaktır”, çünkü yanlış veya kuraldışı bir kulvarda koşmaktadır. Oysa bilim ezici olarak bir terminolojinin, kuralların, prosedürlerin öğretimidir ve bu öğretim olmadan bir bilim adamının olgunlaşması mümkün değildir. Bunları öğrenmek için harcayacağı çeyrek asırlık bir zamanı varsa araştırmacı adayının, bu süre ancak geleneği anlama ve açıklığa kavuşturmasına yetecektir. Öyleyse geleneği değiştirmek, yine paradoksal olarak onu açıklığa kavuşturmakla mümkündür. Geleneğe sıkı sıkıya bağlı bir yazarın eserinin nihai etkisi, kaçınılmaz olarak geleneğin üzerindeki muğlaklığı giderdiği ve onun içindeki çelişkileri zahire çıkardığı için yenilikçidir! “En azından bir bütün olarak bilimsel toplulukta, kökü derinlerde iyice belirli bir gelenek içindeki yapıt (eser), benzeri eşdoğrultulu standartların işe karışmadığı yapıttan daha çok gelenek-kırıcı yenilikler üretebilir.”

Dolayısıyla hakiki yenilikler bir geleneğin içinde kalınarak vücuda getirilebilir ancak. O geleneğe eklemlenerek, onun içinde önümüze konulan bulmacalarla boğuşarak, geleneğin ocağında pişerek ulaşılan nihai aşama, geleneği en sadık biçimde açıklamak olacaktır. Bu ise tam tersine, geleneğin izinden bir yenilik üretmenin imkanlarını onun önüne açacaktır.

Bir yanıt yazın