Bir Havel’imiz bile yok!

Bir Havel’imiz bile yok! 
Hükümdarların mı filozof yoksa filozofların mı hükümdar olması gerektiği tartışmasını siyasi düşünce tarihinde en azından Eflatun’un Devlet’ine kadar geri götürmek mümkün. Tarihin çok nadir anlarında gerçekleşmiş olan bilge-kral modeli, bazen Asoka örneğinde görüldüğü gibi kralların hidayete ermeleri şeklinde olmuş, bazen de istisnai olarak Bosna’da Aliya İzzetbegoviç gibi bir düşünürün devlet başkanlığına layık görüldüğüne şahit olunmuştur. Halen işbaşında olan bu tür bilge-yöneticilere seçkin bir başka örnek olarak Çek Cumhurbaşkanı Vaclav Havel’i göstermek bilmem şaşırtıcı olur mu sizin için?

Havel’in, o zamanki adı Çekoslovakya olan ülkesinde Sovyetler Birliği’nin hegemonyası devam ederken de tanınmış bir tiyatro yazarı olduğunu biliyoruz. Dilimize de bazı kitapları çevrilen Havel’in Çekoslovakya’nın bağımsızlaşma sürecinde oynadığı hassas rol hafızalarımızdan henüz silinmiş değil.

Havel’in 1994 yılında Amerika’da yaptığı bir konuşma birçok bakımdan dikkatimi çekti. Öncelikle devlet başkanlarına profesyonel danışmanların hazırladığı ve onların da sadece spikerliğini yaptıkları türden yavan, iri laflarla şişirilmiş ve içi boş bir metin olmadığı, yaralı bir şair yüreğinin bir reelpolitik uzmanıyla işbirliğinden doğmuş; ama aynı zamanda bilimsel düşünceleri dikkatle takip etmiş, buna karşılık dinin ve Yaratıcı’nın mevcut kronik sorunlarda nasıl bir rol oynayabileceğine dair zihni mücahedede bulunmuş bir kafanın eseri olduğu ilk bakışta anlaşılıyor metnin.

Havel özetle şunları söylüyor: Modern çağ bitmek üzere. Postmodern çağın ilk ışıklarıyla yıkandığımız şu günlerde yeni bir model üzerinde anlaşmaya varmak zorundayız. Halen mer’iyette olan model, tabiatla, dünyayla, diğer toplumlar ve Yaratıcı’yla yarışmayı yahut onlara egemen olmayı amaçlıyordu. Bu ise Batı’nın tabiatı olduğu gibi globalleşmiş olmasından dolayı dünya kültürlerinin imhasını gündeme getirmiştir. Tek tip bir Batılı kültür hegemonyası dünyayı kuşatmış, bu ise birçok hayati meselenin çözümsüz kalmasına yol açmıştır. Bilim ve teknolojinin inanılmaz bir hızla ilerlemesi ise insan soyunun ilk defa toptan yok olma tehlikesini gündeme getirmiştir. Dünya savaşlarında en akıllı silahların milyonları vurmak üzere kullanıldığı ve dünyanın gördüğü en akıldışı kıyımlara vardığı noktada sona erdiğini söyleyen Havel, böylece akılcılığın bir başka düzenleyici ilke olmadan dünyanın gördüğü en korkunç felaketleri hazırlayabildiğine dikkat çekmektedir.

Akli-ruhi, teknik-manevi, zahiri-batıni dengelerin bozulduğunu belirterek bunların tekrar tesisi icin yeni bir model teklif etmektedir. Bu, çeşitli dinlere, ırklara, kültürlere, halklara mensup insanların barış içerisinde bir arada yaşayabileceği bir model olmalıdır. Yalnız ‘model’ denilince akıllarda ilk uyanan düşünce, hemen bazı organizasyonlar kurup toplantılar düzenleyerek bu düşünceleri yüzeysel bir şekilde ele almak olmaktadır. Oysa ona göre bu aydınlanma düşüncesinin ürünü çözümler başarısızlığa baştan mahkumdur. Zira bu sorunlar zaten benzeri bir düşüncenin eseridir. Öyleyse asıl çözüm başka bir yerde aranmalıdır.

Çözüm, Havel’e göre aslında Yaratıcı tarafından bizlere bağışlanmış olan temel insan haklarını esas almak ve tıpkı kainatta her şeyin birbirine bağlı olması gibi büyük bir bütünün parçaları olduğumuzu hatırlamakta yatmaktadır. Bugün biz bu bilinci yitirdik. Ancak bu bilinç, büyük dinlerde kodlanmış olarak mevcuttur. Bütün kültürler oradan bu ilkeleri derleyerek kendilerine yeniden uyarlayabilir. Politikacılar gerçi uluslararası forumlarda insan haklarına evrensel saygı gösterilmesini dile getiriyorlar; ancak bu meseleler, sadece beşeri düzeyde ele alındığı, müteal (aşkın), yani beşer-üstü olana dayandırılmadığı ve insanın, tabiatın, kainatın ve varlığın bir “mucize” olduğu kabul edilmediği müddetçe çözüme kavuşturulamaz: “Bağımsızlık Bildirgesi, Yaratıcı’nın insana özgür olma hakkını verdiğini dile getirir. Öyle görünüyor ki insanlık, Yaratıcısını unutmazsa gerçek anlamda özgür olacağını da fark etmeye başlamıştır.” diyerek sözlerini noktalıyor Havel.

Havel’in konuşmasına biraz genişçe yer vermemin sebebi, bugün ülkemizde devletin zirvesinde bulunanların içler acısı halini biraz daha iyi fark etmemize yardımcı olmaktı. “Tek tip insan yetiştirmek” gerektiğinden dem vuran bir cumhurbaşkanından tutun da Hacı Bektaş-i Veli’yi anma töreninde insanların şaşkın bakışları karşısında tam 5 kere Hacı Bayram-ı Veli diyebilen bir başbakana kadar pek çok politikacının bilge olmalarından vazgeçtik, günümüz dünyasının (çağdaşlık asıl budur çünkü) kilometrelerce gerisinde seyrettiklerini görünce insan üzülmeden edemiyor. Çok şey mi istiyorum yoksa?!

Bir yanıt yazın