• Home
  • Genel
  • Bir zamanlar Diyarbekir halkı Mustafa Kemal’i Kürt kabul ediyormuş

Bir zamanlar Diyarbekir halkı Mustafa Kemal’i Kürt kabul ediyormuş

Güneydoğu’ya bu yıl bahar erken geldi. Nevruz kutlamaları normalleşti. Barış dili yeniden revaçta. Çanakkale ve Misak-ı Millî’nin yeni bir Türkiye resminin kurucu parçaları olarak yerini alması son derece olumlu.

Aksi halde “Osmanlı’nın parçalanması” sürecine yeni bir halka eklenme tehlikesi söz konusu.

Bu yeni sürece tarihin normalleşmesinin eşlik etmesini beklemek ve tarih alanında da “barış dili”ni egemen kılmak için çalışmak gerekiyor. Cumhuriyet döneminde tarihi yeniden yazarken yapılan abartma, çarpıtma ve hataları düzelteceğiz, öte yandan da yakın tarihe bunlardan sakınan bir bakışla bakmayı öğreneceğiz.

Bir yandan Çanakkale zaferindeki payı Mustafa Kemal’in rakibi olduğu için resmen yok sayılan Enver Paşa’nın hakkını teslim ederken, öbür yandan Mustafa Kemal Paşa’nın 29 Şubat 1920’de Talat Paşa’ya yazdığı mektupta söylediklerini hatırlatacağız. Hangi sözleri mi? Şunları:

“Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti namı altında vücuda getirilen milli birlik, Erzurum ve ardından Sivas genel kongrelerinde tespit edilen esaslara göre, Türk ve Kürt milli sınırlarıyla sınırlanan Türkiye’yi bölünmekten kurtarmak ve Osmanlı devlet ve milletlerinin bağımsızlığını temin etmek gayesini hedefledi.”

Demek oluyor ki, Mustafa Kemal’e göre 1920 başlarında hem hâlâ Osmanlı’yız, Osmanlı devlet ve milletlerinin (milletinin değil) bağımsızlığı için mücadele veriyoruz, hem de kurtarılması hedeflenen “Türkiye”, Türk ve Kürt “milli sınırlarını” kapsamakta. Hedeflerimizden birisinin, bizi Kürt ve Türk diye bölmek için uğraşan düşmanlara karşı ortak mücadele vermek olarak tanımlanmış olması belgeyi önemli kılıyor.

Ancak elimizdeki tek belge bu değil. ATASE’nin yayımladığı bir kitapta Mustafa Kemal’in Mayıs 1919 ile Nisan 1920 tarihleri arasında Kürt aşiret liderlerine çektiği tam 20 telgraf görüyoruz. Samsun’a çıktıktan 9 gün sonra Diyarbekir Milletvekili Kâmil Bey’e çekilen telgrafta günün ruhuna çok yakın cümleler bulmak mümkün.

Mustafa Kemal Paşa “dış düşmanlara karşı din kardeşlerinin el ele vererek sevgili topraklarımızı kurtaracağı” bu tehlikeli anda Diyarbekir’de açılan Kürt Kulübü ile Türkler arasında ihtilaflar çıktığını duyduğunu yazıyor ve bu ihtilafların “her iki kardeş ırk için” ne kadar acı sonuçlara yol açabileceğini muhatabına hatırlatıyor, ayrılık davası gütmenin bu kritik zamanda “en büyük bir ihanet” olacağını söyleyerek tedbir almasını rica ediyor.

Türk-Kürt kardeşliği yaklaşımı Erzurum Kongresi’ne yaklaşırken iyice belirginleşiyor. Nitekim 16 Haziran 1919’da Diyarbekirli Cemilpaşazade Kasım Bey’e yazdığı telgrafta Kürtlerin bağımsız bir Kürdistan kurmalarını tasvip etmediğini belirten Mustafa Kemal, bunun Ermenistan lehine İngilizler tarafından tertip edilmiş bir plan olduğu düşüncesindedir. Devamında şunları yazar:

“Kürtler ile Türkler birbirinden koparılmayı kabul etmez öz kardeşler(dir); bugün için vicdanî görevimiz Kürtler, Türkler, bütün İslamî unsurlar (Osmanlı’dan kalan Müslüman etnisiteler) tek vücut ve tek yürek olarak bağımsızlığımızı savunmak ve vatanın parçalanmasını önlemektir. Türk ve Kürt milletinin bu yüce maksadı kazanmaya azmetmeleri sayesinde sonuçtan tamamen emin olabiliriz.”

Mustafa Kemal Paşa’nın 1919 Haziran’ında kendisine mektup yazarak

Diyarbekir’de Türk-Kürt kardeşliğini bozmak isteyenlere karşı tedbir

almasını istediği Cemilpaşazade Kadri Bey’in (ortada), kardeşleri İbrahim (solda) ve Ömer’le birlikte İstanbul’da çektirdikleri bir fotoğraf.

Mustafa Kemal Paşa biraz daha ileri giderek şu ilginç cümleyi de kurar:

“Kürt kardeşlerimin hürriyeti, refah ve ilerlemesinin vasıtalarını sağlamak için sahip olmaları gereken her türlü hukuk ve imtiyazların (haklar ve ayrıcalıkların) verilmesine tamamen taraftarım.”

Mustafa Kemal Paşa’nın hakları ve ayrıcalıkları noktasında Kürtlerle hemfikir olmasının tek şartı nedir biliyor musunuz? Osmanlı Devleti’nin daha fazla parçalanmasına mani olunması.

Bir süre önce bu sütunda “Osmanlı Devleti’nin parçalanması devam mı ediyor?” diye içimi karartan bir soru sormuş ve belki de gelecekte Mustafa Kemal’in ‘son Osmanlı devleti’ olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olarak anılacağı notunu eklemiştim sözlerime. Bunun şok etkisi yapacak bir tespit olduğunu kabul ediyorum ama bazen başka türlü ifade edilmeyen hisler vardır ve bu hisler vicdanımızı, ilk anda tepki çekse de, bazı doğruları söylemeye zorlar. Bu cümle de onlardan biriydi ve Nevruz sürecinde ayrı bir anlam kazandı gözümde.

Bunları yazarken mektubun kendilerine yazıldığı Kürt tarihi araştırmacısı Malmisanij’ye kulak kabartıyorum. Şu ilginç notu düşmüş “Diyarbekirli Cemilpaşazadeler ve Kürt Milliyetçiliği” adlı kitabına:

Mektubun yazıldığı Kadri Bey’e göre Mustafa Kemal Paşa Diyarbekir’de görev yaparken Kürt reisleriyle adeta kardeşlik derecesinde bir dostluk kurmuştu. Ancak zaferi kazandıktan sonra Kürt emirliklerini hileli tedbirlerle ortadan kaldırarak Kürtleri mahvedici “Türk siyaseti” izledi. Oysa 1917’de Diyarbekir’deki görevi sırasında karargâhının korumalarını Kürtlerden seçmiş, Kürt millî elbiseleri ve “kolos dismaliyle” bezenmiş Dersimli Hasan Hayri Bey’in komutasında bir muhafız taburu kurdurmuştu.

Mustafa Kemal’in 16 Haziran 1919 tarihli mektubunu yazdığı Cemilpaşazade Kadri Bey şaşırtıcı bir noktaya da çekiyor dikkatimizi ve diyor ki:

“Mustafa Kemal Paşa Kürt askerî taburunun giydiği elbise tarzında temiz giyinmiş 8-10 yaşlarında iki yetim Kürt çocuğunu da daima arabasında gezdiriyordu. Bu gösteriş bir taraftan Ermenilerce Kürt milletine çok caniyane bir surette tatbik edilen imha siyasetinin aksi tesirini karşılamak, diğer taraftan Paşa’nın Kürtleri sevdiğini göstermek için yapılıyordu.”

Durun bitmedi, asıl sürpriz devamındaki satırlarda gizli:

“Mustafa Kemal’in Kürtlere zahiren (görünüşte) gösterdiği bu yakınlık o derece tesirini göstermişti ki, Mustafa Kemal Paşa’nın aslen Kürt olduğunu söyleyenler bile vardı.”

Size daha Erzurum Kongresi’ne sunulan ve Kürtlerle Türkleri birbiri aleyhine kışkırtmaya karşı çıkan rapordan söz edecektim ama Twitter’daki 140 vuruştan sonrasını yaşamamak için erteliyorum. Nasıl olsa bu süreçte yakın tarihin pek çok karanlık sayfası üzerine yazmak için fırsatımız olacak. Tabii Allah nasip ederse. Ve tabii süreç birilerince akamete uğratılmazsa…

24 Mart 2013, Pazar

Bir yanıt yazın