Doğu – Batı İkilemi Yapay (TurkishTime)
Irak Savaşı, “medeniyetler çatışması”nın bir nedeni ya da sonucu mu? Bu soruyu Türkiye’de İslami çevrelerin en çok ilgi gösterdiği gazetelerden Zaman’da köşe yazıları yazan araştırmacı – yazar Mustafa Armağan’la konuştuk. Armağan, “medeniyetler çatışması,” “Doğu – Batı ikilemi” gibi söylemlere kuşkuyla yaklaşılması gerektiğini iddia ediyor.
TURKISHTiME: ABD – Irak savaşıyla birlikte “medeniyetler çatışması” tezi tekrar gündeme geldi ve savaşın bu çatışmanın sonuçlarından biri olduğu yönünde yorumlar da çok sık yapılıyor. Buna katılıyor musunuz?
MUSTAFA ARMAĞAN: “Medeniyetler çatışması”nın nedenlerinden biri olarak İslam ülkeleri ile Hıristiyan ülkeleri arasındaki ekonomik fark gösteriliyor ve gelişmişlik ile din arasında bağlantı kuruluyor. Ama bugün Brezilya, Arjantin gibi Güney Amerika ülkeleri başta olmak üzere dünyada büyük bir Hıristiyan kitle yoksulluk içinde. Üstelik Malezya, Kuveyt gibi bazı İslam ülkeleri birçok Batı ülkesinden bile daha zengin. ABD’nin Irak operasyonu Batı’nın Haçlı Seferleri’nden başlayarak Doğu’ya karşı yürüttüğü fetih dürtüsüyle de ilişkilendiriliyor. Böyle bir şey söylemek mümkün ama olup bitenleri açıklamak için yeterli değil. Böyle bir anlayışı bugün örgütlü, sistematik, teorize edilmiş bir halde görmüyoruz. Kaldı ki, Haçlı Seferleri de her zaman Hıristiyan olmayanlara yönelik olmadı. Ortodoks Hıristiyan İstanbul’un 1204’te Latinlerin istilasına uğraması buna iyi bir örnektir.
ABD Başkanı Bush Irak savaşı için “Bir Haçlı Seferi” dedi ve sonra sözünü geri aldı. Ama yine de bu söz birçok kişi tarafından “medeniyetler çatışması” bağlamında ele alındı…
ABD’nin Irak operasyonunu “medeniyetler çatışması”nın tezahürü olarak ele alabilmemiz için Washington Körfezi’nde gezinen İslam ülkesi bayraklı filolar olması gerekirdi. Çatışma dediğiniz karşılıklı olur. Oysa o gemileri sadece Basra’da, Kızıldeniz’de Batı ülkelerinin bayraklarıyla görüyoruz. Bu nedenle bu savaş, bence, çatışmadan çok bir tarafın dünyayı yeniden dizayn etme politikasının sonucu.
Yani ABD’nin küreselleşirken Müslüman dünyayı ehlileştirmek istediğine yönelik yapılan yorumlara katılmıyorsunuz…
Hayır. Bu savaş, “medeniyetler çatışması”nın değil, haritaların yeniden çizilmesi girişiminin sonucu. ABD, I. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında gelişmelere müdahale etmeyen, kendini izole eden bir politika izledi. Osmanlı’nın sınırlarını çizmek için eline cetveli alan dönemin süper güçleri İngiltere ve Fransa’ydı. ABD şimdi, “Süper güç benim ve o zaman Fransa – İngiltere tarafından çizilen Ortadoğu sınırlarını şimdi kendime göre çiziyorum. Neden dönemin sınırlarına bağlı kalayım” diyor. Bu savaşı, “medeniyetler çatışması”nın değil, yeni dünya dizaynının bir parçası olarak görmeliyiz.
Peki neden 20. yüzyıldan itibaren sınırları çizmek için cetveli eline hep Batılılar alıyor?
Yanıt sömürgecilikte yatıyor. Mesela, 19. yüzyılda İstanbul’a gelen Herman Merville, “Bu şehri bir türlü kafamda oturtamıyorum. Sokak isimleri, tabelaları yok. Bu nasıl şehir” der. Aynı şeyi Mısır’a giden Napolyon da diyor ve şehirde bulvarlar açıp, kadastro ve haritacılar çağırıyor. Hindistan’da da benzer bir durum var. Batı dediğimiz emperyal güç, hep bir yerlerin haritasını çıkartıp yeniden dizayn eder. O bölgenin kültürel kodlarına saygı duymadan, kendi kültürünü dayatır. Bunu Osmanlı’da görmüyoruz. Osmanlı daha çok federasyon sistemine yakın bir sistem uygulamış ve her bölgeyi kendi özelliklerini dikkate alarak yönetmiştir. Batı ise, kendinden olmayanı kendine benzetme anlayışını içselleştirmiş ve uygulamıştır. “Benim gibi değilsen, dışımdasın, düşmanımsın” diyor, Batı. Nitekim aynısını Irak Savaşı’nda koalisyon güçlerine katılmayan ülkelere olan tavrında da gördük. Fransa’ya yönelik tutum en çarpıcı örneklerden biri.
Ayrıca şunu da vurgulayalım ki, Amerikan devlet yapısında kontrol etme ve izleme zaten var. Herkes kredi kartlarından, faturalarına kadar sıkı takip altında. Şimdi yeni dünya dizaynıyla birlikte bunu sınırları dışında uygulamaya çalışıyor.
O zaman “medeniyetler çatışması” derken Hıristiyan ve olmayan değil, Doğu – Batı ayrımını mı kullanmak gerek?
Bu tür kategorilerin istisnaları, hatta kural haline gelen istisnaları vardır. Mesela, Osmanlı Devleti Doğulu mudur? Yanıt o kadar kolay değil. Fatih Sultan Mehmet, Homeros’un İlyada’sını tercüme ettirmiş, okumuş, Midilli Seferi’nde Truva’yı ziyaret etmiş, destanın kahramanlarının mezarlarını aramış. Ayrıca Ortodoks Kilisesi, ne kadar Batılıydı? Bizans, bugün Batı olarak tanımlanan Latin ülkeleriyle savaşıyordu.
Batı ve Hıristiyanlığın işgal / fetih / sömürge felsefesinde misyonerlik vardır. ABD’nin Irak operasyonunda “Irak’a demokrasi götüreceğiz” söylemi gibi…
Evet bu söylendi ama hiç de ikna edici değildi. Öncelikle demokrasinin gökten paraşütle indirilemeyeceğini en çok ABD ve diğer Batı ülkeleri bilmeli. Yüzyıllar boyu demokrasi için kanlar aktı, kralların kafası kesildi. Bugün bile hala sorunlar yaşanıyor. Türkiye’nin iyi kötü geldiği noktanın da Birinci Meclis’in açılmasına uzanan tarihi var. Bu söz, ABD’nin Irak operasyonunu meşrulaştırmanın gerekçesi olarak söylendi. Yoksa geçerliliği yok.
Siz genel olarak “medeniyetler çatışması”na katılmıyorsunuz galiba?
Katılmıyorum; çünkü bu tezin kendisinin bizi çatışmaya götürdüğü kanaatindeyim. Tez, çatışmayı meşrulaştırıyor. Doğu – Batı ayrımı deyip, kendinizi bir tarafa koyduğunuz anda aynı söylemin, yani çatışmanın içine giriyorsunuz.
O zaman din ve kültür ülkelerin politika ve savaş kararlarında sadece bir bahane mi?
Gayet tabii. Ülkeler, bir yeri işgal etmek ya da o ülke içinde iktidarı ele geçirmek için dinleri araç olarak kullanır. Okuduklarım, tarihi analizler bana bunu gösterdi. Sonra böyle bir çatışma için Doğu ve Batı diye iki özün bulunması ve birbirlerinden uzlaşamayacak kadar farklı olmaları gerekmez mi?
Bu durumda Doğu – Batı diye bir ayrım da yok…
Batı dendiğinde Avrupa’yı kastediyorsak eğer, Rusya’yı Batı sayacak mıyız? Batı deniyor ama SSCB çok uzun yıllar Batı için bir çatışma konusu değil miydi? İspanya’yı Batı mı kabul edeceğiz? Daha 1910’larda Miguel de Unamuno “İspanya Batılaşsın mı, Batılaşmasın mı” diye tartışıyordu.
Peki Doğu – Batı ayrımı neden bu kadar revaçta?
Oryantalizmin ürettiği bir şablon bu. Oryantalizm, Doğu’ya Batı gözüyle bakıp bir kimlik biçmek olarak tanımlanır. Oryantalizm, Doğu’yu tanımladığı gibi, Doğu’nun da Batı’yı nasıl tanımlaması gerektiğini söyler. Bu durumda bir Doğulu Batı’ya karşı çıkarken aslında kendi kökleriyle, geleneğiyle değil, oryantalizmin kendisine sunduğu Batı’ya karşı çıkıyor. O yüzden Doğu – Batı ayrımının dışına çıkmak gerek.
Böyle bir ayrımın olmadığını varsaysak da bu söylem, özellikle son dönemde “medeniyetler çatışması” kavramıyla yoğun biçimde gündemde olduğuna göre ister istemez gerçeklik kazanma riski taşımıyor mu?
Doğru. Çünkü bir şeyin önce söylemi gelir. Büyük İskender “Milletler milliyetçiliği değil, milliyetçilik milleti yaratır” demiş. “Medeniyetler çatışması,” “Doğu – Batı” derken dikkat etmeliyiz. Bu söylemi kullanırsak bu ayrımı ve çatışmayı kabullenmiş oluyor ve olup bitenlere bağımsız bakamıyoruz.
Irak’taki müzelerin yağmalanması sırasında Amerikan güçleri güvenlik önlemi almadı, hatta olaylara göz yumdu. Bu bir medeniyetin yok olmasını seyretmek değil miydi?
Müzelerin Irak halkı tarafından yağmalandığını sanmıyorum. Çünkü o eserler, sıradan insanların ilgisini çekecek şeyler değildi. Hatta bazı haberlerde yağmacıların kopyalara hiç dokunmadığından, orijinalleri çaldığından söz edilmişti. Yani işin içinde profesyoneller var. Irak’ın petrolü gibi, tarihi eserlerinin de yağmalandığı bir operasyondu. Bu eserleri yakında müzayedelerde ve müzelerde görürüz. Amaç bir kültürü yok etmek değil, o eserleri pazara çıkarmaktı.
MUSTAFA ARMAĞAN KİMDİR? İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunu olan Armağan, Rusça-Türkçe yayımlanan Diyalog Avrasya (DA) dergisinin Genel yayın Yönetmeni. Armağan’ın, “Gelenek,” “Gelenek ve Modernlik Arasında,” “Şehir Asla Uyumaz,” “Bursa Şehrengizi,” “Şehir ey Şehir,” “Alev ve Beton” isimli kitapları ve ayrıca birçok çeviri ve derlemesi var. “İnsanlığın Son Adası: Osmanlı, İstanbul”, “Mavi Kırpar Gözlerini ve Petersburg” ve “Zamanlar ve Mekanlar” adlı üç kitabı da yayına hazırlanıyor.