• Home
  • Genel
  • Efsaneler cumhuriyeti – KitapZamanı

Efsaneler cumhuriyeti – KitapZamanı

OSMAN İRİDAĞ

9 Temmuz 2014, Çarşamba

Sultan Vahdettin bir İngiliz gemisine sığınıp mı ülkeden kaçtı, yoksa kaçmak zorunda mı kaldı? Sevr Anlaşması gerçekten bir hezimet mi? Lozan söylendiği gibi bir zafer mi? Mustafa Armağan yeni kitabı Cumhuriyet Efsaneleri’nde bu ve benzer sorulara cevap veriyor.

CUMHURİYET EFSANELERİ, MUSTAFA ARMAĞAN, TİMAŞ, 320 SAYFA, 17,50 TL


Sultan Vahdettin bir İngiliz gemisine sığınıp mı kaçtı, yoksa kaçmak zorunda mı kaldı; ülkeyi terk etmese yeni kurulan hükümet tarafından yargılanacak mıydı? Sevr gerçekten bir hezimet mi? Lozan söylendiği gibi bir zafer mi? Harf inkılâbı, hilafetin kaldırılması, Ayasofya’nın müze yapılması yeni hükümetin bağımsız politikaları mıydı yoksa itilaf devletlerine Lozan’da verilen sözler mi yerine getirildi? Soruları uzatmak mümkün. Elbette konu tarih olunca tek bir doğrudan bahsedilemez. Hatta doğru bildiklerimizin tamamen yalan olması da muhtemel. Mustafa Armağan yeni kitabı Cumhuriyet Efsaneleri’nde yukarıdaki sorulara cevap veriyor. Ancak onun cevapları tarih kitaplarında gördüklerimizden oldukça farklı.

‘Osmanlısızlaştırma’

Osmanlı’nın son dönemleri ve yakın tarih üzerine araştırmalarıyla bilinen Armağan, kitabında Türkiye Cumhuriyeti’nin nasıl “Osmanlısızlaştırıldığını” anlatıyor. Türkiye Cumhuriyeti-Osmanlı ilişkisi ile İkinci Dünya Savaşı sonrası Almanya-Hitler ilişkisi arasında paralellik kuruyor. “Nazilikten kurtarma” veya “nazisizleştirme” diye çevrilebilecek denazification’ın Osmanlı Devleti’ne karşı da uygulandığını söylüyor Armağan. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ikiye bölünen Almanya’da Batı Almanya’nın kontrolünü ele geçiren Amerikalılar, eğitim sisteminden başlayarak hayatın her alanında Nazilerin kurduğu askerî disiplini andıran sistemi demokratik değerlere göre yeniden inşa etmek ister. Bunun için tarih eğitimi ‘Almanlık’ bilinci oluşturmak için değil, daha evrensel prensipler doğrultusunda şekillendirilmeliydi. Hitler’in Alman fiziği kurma yolunda izlediği politika değiştirilmeli, Nazi bilimi gibi riskli oyunlara girilmesinin önü kesilmeliydi. Bireyler üzerinde suçluluk psikolojisi oluşturularak yeniden terbiye edilmeleri ve milli olmayan bir kimlik kazanmaları amaçlanmıştı.

    Yazara göre 1945 sonrasında Almanya’daki “denazifikasyon” ile 1923 sonrasında Türkiye’deki “deottomanizasyon” arasında ciddi benzerlikler var. Orada Almanlığın izleri silinmek istenmişti, bizde Osmanlılığın. Orada Alman kimliği öcü gibi gösterilmişti, bizde Osmanlı kimliği. Orada istenmeyen kimlik, tarih kitapları ve tarih dersleri üzerinden itinayla temizlenmeye girişildi; bizde ise ders kitaplarındaki çarpık Osmanlı ve yakın tarih senaryosu hâlâ yürürlükte. Almanya’da Naziliğe dair heykel ve anıt gibi görünür izler temizlenirken, bizde Osmanlı’ya ait görünür görünmez bütün değerler silinmek istendi. 600 yıllık bir devletin arşivi haraç mezat Bulgaristan’a satıldı, içinde Abdülhamit’in adı geçiyor diye Osmanlıca mevlit nüshaları toplatılıp yakıldı. Osmanlıca kitaplar imha edildi, İzmir Saat kulesinde İstanbul Üniversitesi’nin giriş kapısındaki tuğra ve kitabeler kazınıp söküldü.

Doğru bildiğimiz yalanlar

Baskıcı ve gerçekleri çarpıtan yeni rejimin senaryosu başlangıçta etkili olsa da zamanla bu etkisini kaybetti. Türkiye tek parti iktidarı sonrasında her on yılda bir darbe gerçeğiyle yüzleşti fakat devlet dışı dinamikler güçlendi, mağdurların sesi her geçen yıl biraz daha fazla çıkmaya başladı. Dolayısıyla doğru bildiğimiz birçok gerçeğin aslında yalan olduğunu öğrendik. Artık Atatürk’e ait olduğu söylenen Gençliğe Hitabe’nin aslında İsmet İnönü tarafından yazıldığını okuyabiliyoruz. 1960 darbesine gerekçe gösterilen ve yine Atatürk’e ait olduğu iddia edilen Bursa Nutku’nun ciddiye alınır bir tarafı olmadığı gerçeğini görebiliyoruz. Japonya’daki Tokyo Camii’nin -resmî tarihçilerin iddia ettiği gibi- Atatürk tarafından yaptırılmadığını, 23 Nisan Çocuk Bayramı’nın ortaya çıkışının bize anlatıldığı gibi olmadığını, Atatürk’ün Latin alfabesinden Q harfini neden çıkardığını, Sivas Kongresi’nin ABD’ye gönderdiği manda mektubunun neden Nutuk’ta yer almadığını da öğrenme şansına sahibiz. Mustafa Kemal’in Samsun’a kırık dökük bir gemiyle kaçıp kaçmadığı gerçeğiyle yüzleşebiliyor, Ayasofya’nın müzeye çevrilmesi kararındaki imzanın Atatürk’e ait olup olmadığını tartışabiliyoruz.

    Kısacası, cumhuriyetin ilanından sonra yaşananlara dair bize anlatılanların birçoğunun “efsane” olduğunu görüyoruz.

Bir yanıt yazın