• Home
  • Genel
  • Ermenilerin yaptığı Ermeni tehciri

Ermenilerin yaptığı Ermeni tehciri

Ermenilerin yaptığı Ermeni tehciri
Hrant Dink’in katledilmesi, Türkiye Ermenilerinin tarihini yeniden gündeme getirdi. TV ve gazetelerin son bir haftalık performansına bakılırsa bir “Ermeni Rönesansı”ndan bile söz edebiliriz.
Türkiye Ermenileri, tıpkı Üzeyir Garih’in öldürülmesinden sonra Yahudi cemaatinin yaşadığına benzer bir dışa açılış sürecine böylece adım atmış oldu.
Tarihe bakarsak, Ermenilerin içe kapanışının oldukça yeni bir olay olduğunu görürüz. Osmanlı döneminde Ermenilerin “sadık millet” olduklarını biliyoruz. Dahası, Osmanlı Devleti’nin Ermeni milletinin iç işlerine karışmamak ve bütünlüklerini muhafaza etmelerini temin etmek bakımından nasıl büyük bir hassasiyet sergilediğini de biliyoruz.
Örneğimi Osmanlı Ermenileri tarihinden seçtim. Üzerinde derin düşüncelere dalmamızı gerektiren çarpıcı bir örnek bu. Bakalım, Osmanlı yöneticileri ve halkı, iki Ermeni kilisesi arasındaki hesaplaşmada nasıl davranmış? Olayı, Katolik Ermeni rahibi Y. Gamidas Çarkcıyan’ın ilk baskısı 1953’te yapılan “Türk Devleti Hizmetinde Ermeniler” (Kesit Yay., 2006) adlı kitabından özetliyorum.
19. yüzyıl başlarında patlak veren isyanlardan endişelenen Osmanlı devlet erkânı, Ermenilerin faaliyetlerinden şüphelenmeye başlamıştı. Nitekim Ruslar 1823 yılında İran’ı işgal ettiklerinde saflarına katılan ve yanlarında savaşan Ermenilere bağımsız bir Ermenistan vaat etmişler, tehlikeyi gören İran Şahı’nın uyarısı üzerine Osmanlı Devleti de gereken tedbirleri almaya girişmişti. İşin fenası, Rusya ile savaşın eli kulağındaydı.
Bunun üzerine II. Mahmud, Ermeni Gregoryen Patriği’ni huzuruna çağırdı ve kendisine, Rusya’yla bir savaş durumunda tebası olan Ermenilerin isyan çıkarmayacaklarına kefil olup olmadığını sordu. Bu soru, padişah farkında olmasa da, patriğe çoktandır beklediği bir fırsatı sunuyordu.
Malum, Ermeniler bugün farklı mezheplere bölünmüş durumdadırlar. Gregoryenler kadar Ortodokslar, Katolikler ve Hrant Dink gibi Protestan Ermeniler de vardır. 1823’teki asıl dava ise Gregoryenler ile Katolikler arasındaydı. Patrik ‘Fırsatını bulsam da Osmanlı ülkesinde pıtrak gibi yayılan şu Katolik Ermenileri temizlesem’ diye düşünüyordu. Bu yüzden II. Mahmud’un sorusunu büyük bir fırsat olarak değerlendirdi ve ancak kendisini patrik olarak tanıyanlara kefil olabileceği, diğerlerinin sorumluluğunu üstlenemeyeceği cevabını verdi. Böylece ‘Gregoryenlerden emin olabilirsiniz; ama Katoliklerden değil’ mesajını vermiş, başkent ve diğer şehirlerde palazlanan Katolik Ermenilerin geldikleri vilayetlere gönderilmesi halinde Ermenilere kefil olabileceğini söylemişti. Artık Katoliklerin üzerinde şüphe bulutları gezmeye, yabancı devletler hesabına çalıştıkları söylentisi dilden dile dolaşmaya başlamıştı. Nitekim 29 Aralık 1827’de patriğin dayatmasıyla ünlü tehcir kararnamesi (ferman) çıkartılmış oldu.
Ferman, şehirlere gelmiş olan Katolik Ermenilerin memleketlerine dönmelerini emir buyuruyordu. Ancak fermanın kışa denk getirilmesi ve sürgüne gideceklerin tespit edilmesi, saklananların yakalanması gibi işlerin patrikliğe bağlı Ermeniler tarafından “gönüllü” olarak üstlenildiğini söylemek, kilise içi anlaşmazlığın hangi boyutlara vardığını göstermeye yeter. Toplanan Katolik Ermeniler, patrikhane tarafından seçilen mübaşirler eşliğinde sürgüne yollanıyor, hatta İstanbul doğumlu Katolik Ermeniler de, ya Gregoryen olmak ya da sürgüne gönderilmek seçeneklerinden birini tercihe zorlanıyorlardı. Sürgüne gönderilenlerin malları mülkleri yok pahasına satılıyor, büyük bir kısmı da uyanık Gregoryenler tarafından satın alınıyordu.
Tarihler 10 Ocak 1828’de tehcirin başladığını bildiriyor. İstanbul’daki kafile, yaya olarak Üsküdar’dan İzmit’e gitmişti. Fakat İzmit’te beklenmedik bir durumla karşılaştılar. Sürgün edilenlerin büyük bir kısmı, “yerli cömert Müslümanlar tarafından hazırlanmış çadırlarda ve kervansaraylarda alıkonuldular ve iki gün misafir edildiler. Müslüman kadınları, yorgunluktan bitkin bir hale gelmiş kadınları haremlerine dahi almaya çekinmediler”.
Hayret, değil mi? Ermenilerin sürdükleri Ermenileri Müslümanlar sahipleniyor! Ama durun, arkası var. Patrik, İzmit’teki bu hoşgörülü davranıştan ürküp sürülenlerin isyan edeceğinden endişelenmiş; İzmit’e dek koşturarak valinin kapısını çalmış ve kafilenin bir an önce şehirden uzaklaştırılmasını istemiş.
Ardından Giresun’a gelinmiş. O da ne? Giresunlu Müslümanlar da kucak açmışlar zavallı Ermenilere ve patriğin yanlarına verdiği adamlara resmen kafa tutmuşlar. Erzurum Valisi ise daha atak çıkmış; Giresun’a haber salıp rahiplerin kelepçelerinden kurtarılmasını sağlamış ve İstanbul’a bir dilekçe yazarak vilayette bulunan 3 bin hane Katoliğin cezasını affettirmeyi başarmış. Bitlis Türkleri ise mübaşirlerin elinden şehrin sevilen keşişini kurtarmışlar. Trabzon valileri Galib ve Bektaş beylerin başına gelen daha da ilginç. Ermenileri korumaya kalktıkları için patriğin yandaşlarından Darphane Emini Kazaz Artin’in entrikalarıyla koltuklarını kaybetmişler.
İstanbul’da da benzer bir durum yaşanır. Hüsrev Mehmed Paşa, saatçisi Osep’i korumuş, Hüseyin Paşa ise “patriğin zulmünden kaçmak için” çırpınan Ermenileri kurtarmıştır. Şikayetler artınca durum II. Mahmud’a bildirilmiş; fermanda belirtilen tehcir kararının uygulamada bir mezhep içi intikam savaşına büründüğünü fark eden Sultan da müdahale ederek olaya el koymuş, sorumlular adalete teslim edilerek bu defa kendileri sürgünle cezalandırılmış. Ve Ermeni’nin Ermeni’ye karşı gerçekleştirdiği bu tehcirden dönenler aynen görevlerine iade edilmişler.
Sürgüne son veren yeni bir ferman yayınlandığında Katolikler, o zamana kadar bağlı bulundukları Gregoryen Kilisesi’nden ayrılıp kendi kiliselerine kavuşmuşlar. Zira cemaatlerin iç işlerine karışmadığı için patriğin kararını onaylamak zorunda kalan devlet, sonunda her iki mezhebin aynı çatı altında bulunamayacaklarını anlamış ve bağımsızlıklarına giden yolu açmıştı.
Osmanlı Devleti’nin bu olaydaki hakem rolü, unuttuğumuz bazı ipuçlarını hatırlatmıştır umarım. m.armagan@zaman.com.tr

28 Ocak 2007, Pazar

Bir yanıt yazın