Evimizi istiyoruz!

Evimizi istiyoruz! 
Bu sütunlarda zaman zaman ‘apartman aleyhtarlığı yaptığımızı biliyorsunuz. Apartmanın 20. yüzyıl başlarından itibaren ülkemizde ilerilik göstergesi, geleneksel ahşap evlerimizin ise gerilik (“mezar” diyordu ona Sabahattin Eyüboğlu) sembolü olarak empoze edildiğini ve bir ideoloji olarak tepeden indirildiğini de sık sık işliyoruz. Bu bir “gericilik” ise, ben çoktanrazıyım gerici olmaya. (*)

Süheyl Ünver hocanın Şadırvan dergisinin ilk sayısında (1 Nisan 1949) yayınlanmış bir yazısı (aslında bir konuşma metnidir), düşüncelerimi daha net ifade etmeme yardımcı olacaktır, ümidindeyim. Yazısının başlığı, “Su şırıltısı olmayan Türk evi mi olur?” Süheyl hoca da evin yerini “apartman”ın alışına herhangi bir gerekçe bulmakta zorlananlardan. Şöyle diyor: “Ne yazik ki şimdi eski bedii hislerimizden kopuyoruz. Evlerde artık ferahlık ve güzellik kalmadı. Sofrayı bırakıp sefer tasından ayaküstü yemek yer gibiyiz: Ev zevkinden apartman mecburiyetine geçtik. Çocuklarımız, toprak muhabbetinden mahrumlar.”

Birden eski evlerin erguvan göklerde birbiri ardınca havai fişekler halinde patlayışını seyre dalar Süheyl hoca: “Ah, kendisi geniş ve ferah, bahçesi büyük ve havuzlu eski Türk evleri nerdesiniz? Eskiden içinde su şırıltısı olmayan Türk evi olmazdı; içinden çiçek kokusu taşmayan ev bahçesi olmadığı gibi… Eski Türk evleri, Anadolu insanı gibidir; dışından sade, gösterişsiz, kavruk; fakat içi ayrı bir dünya, bir güzellikler ve huzurlar alemi… Dıştangöze batmayı doğru bulmayan, hasedi uzerine çekmek istemeyen ev…”

Süheyl hocaya göre eski evlerde de muhakkak özel, itina ile döşenmiş birer oda bulunurdu; fakat bu oda, bizim kırk yılda bir gelecek misafirler için battal hale getirdiğimiz kapısı kilitli bir oda değil, tam tersine “evin en ferah, en zevkli odası”dır; oturma odasıdır, başka deyişle.

Sedirlerin rahatlığını yeni evlerin iskemlelerinde bulmak ne mümkün. Şöyle bir dirseğinin altına aldın minderi, yaslandınmı peykeye, serin şırıltısı suyun bir yandan, kavrulmuş kahvenin doyumsuz kokusu öte yandan, bahçeden taşan çiçek kokuları, ağaçların tatlı musikisi, komşu minareden Hafiz Ahmed’in Hüseyni makamında döktürdüğü ezan yağmur gibi çiselerdiinsanın üzerine; ya şadırvandan alınan abdest; kuş evlerinden kanat çırpıp yanı başına konan güvercinler

İnsan Süheyl hocayı okurken ister istemez böyle hülyalara gark oluyor. Neyse…

Sonra ilginç bir teklifte bulunuyor Süheyl Ünver. Önce haklı olarak soruyor: “Türk iklimine, Türk tabiatine, Türk hayatına rahat bir ayakkabı kadar uygun eski evlerden yeni hayatın icaplarına o derece uyacak; fakat eski ile bağını , yerliliğini, asilliğini kaybetmeyecek bir Türk evi tipi meydana çıkarılamaz mı?” Ardından Türkiye’deki mimarlara “yüzlerini kızartacak” teklifini sunuyor: “Bir gerçek Türk evi tipini mütehassıslarının hazırlamasına yarayacak bütün malzemeler, uzun emeklerin mahsulü olarak, bende toplanmış duruyor. Onları mimarlarımızın emrinde bulundurduğumu söylemek için bu konuşmayı yapmak istedim. Yalnız süs bakımından, motif bakımından değil; her bakımdan, o eski oturmuş ve yerleşmiş ev tipinden alacağımız dersler yok mudur? O yerin sıcağına soğuğuna; karına yağmurunagöre çatıya ve saçağa verilen şekilde, pencerelere verilen buutlarda yalnız o devrin zevki değil, devirler üstü iklim şartlarının bir zarureti tesirini göstermiş değil midir?”

Rahmetli Süheyl hocanın bin bir zahmetle derlediği bu “Türk evi tipi” malzemelerine sahip çıkanlar oldu mu bilmiyorum. Ancak bugün de geç sayılmaz. Hocanın evrak-ı metrukesi arasında bulunduğunu tahmin ettiğim bu dosyanın ehil ellerce incelenip geliştirileceğine ve bir model olarak hayata geçirileceğine bütün kalbimle inanmak istiyorum.

(*) “Gericilik” meselesine ileride nasip olursa dönmek istiyorum. Zira Fransa’daki gericiliğin tarihini, örneğin Charles Maurras’nin sistematik gericiliğini öğrendikçe bizde ‘adam gibi’ bir gerici çıkmadığını, gericiliğin bizde aktif bir tavır izharı değil, maruz kalınan bir iftira olduğunu daha iyi anlıyor insan. Gericilik meselesi önemli gerçekten de!

Bir cevap yazın