• Home
  • Genel
  • Feminizm modernliğin inatçı parazitidir

Feminizm modernliğin inatçı parazitidir

Feminizm modernliğin inatçı parazitidir
Mart 8 dedi miydi, basınımızı bir hoşluk kaplıyor ki, sormayın gitsin. Hatunların bayraklar gibi ‘özgür’ fotoğrafları dalgalanır durur gün boyunca sayfalarda, ekranlarda. Küller savrulmuş, mangallar temizlenmiş olarak uyanırız 9 Mart sabahlarına. Kadınları bir kere daha kurtarmışızdır ne de olsa.
Bir Ruslar bu işe bayılır, bir de biz. Onlar işi iyice bahçıvanlara yardım kampanyasına dönüştürmüşlerdir. İş yerlerinde 8 Mart, kadınlara kucak kucak çiçeklerin alındığı bir muhteşem gündür. Bir de kadın hakları bakımından Avrupa ve Amerika’daki hemcinslerine fark atan Rus kadınının neden feminist olmadığını soran birileri çıksa iyi olacak. 1917’den sonra fabrikalara sürülen Rus kadını, günümüzde feminist mücadeleye girişeceğine dernekler, şirketler kurup internet kanalıyla dünyaya evinde oturup güzel bir yuva kurmak isteğini haykırıyor. Rus kadını, bu özgür bataklığın sancısını çekiyor.
68’liler bir başka âlem şimdilerde. Ya Kate Millet gibi feminizmini lezbiyenliğe dökenler ya da Germaine Greer gibi pişman olup feminizmin aslında koca bir yalan fabrikasından ibaret olduğunu neden sonra fark edenlerden geçilmiyor. Bir zamanlar “baş düşman” ilan ettikleri kapitalizmin oyuncağı olduklarını itiraf eden Christian Delphy gibilerini mi istersiniz, Christina Hoff Sommers gibi feminizmin kadınları körleştiren köhne bir akım olduğunu söyleyeni mi?
Feminizm sürekli kayan ve kayarken de daha önce savunduğu pek çok davayı hızla unutan ve unutturan bir aldatma fabrikası gibi işliyor. Yalanlarını ortaya çıkartacak yatsı ezanı çoktan okundu bile. Galiba feministlerimiz camilerden epeyce uzakta oturuyor. Feministlerin tekrarlamaktan bıkmadıkları tezlerden birisi, kadın emeğinin her zaman erkek emeğinden düşük tutulduğudur. Bu belki devletçi kapitalizm aşamasında doğru olabilir. Ancak rekabetçi bir piyasada bunun hiçbir mantığı yoktur.
Amerikan feministleri, çalışan kadınların, bir erkeğin kazandığı her 1 dolara karşılık 72 sent kazandıklarını tekrarlamaya bayılırlar. Bunu, piyasanın kadınları nasıl aldattığına ve kadınlar aleyhine ayrımcılığa delil olarak sunarlar. Oysa duygusal olarak değil de piyasa mantığı açısından bakarsak mesele şudur: Kadın çalışanlar, çocuk doğurmak ve bakmak için 5-10 yıl ücretli veya ücretsiz izin alarak işinden ayrılmış olup bu yüzden aynı süreleri çalışarak geçirmiş erkek çalışanlardan kıdem bakımından geride kalmaktadır. Tabiatıyla bu da ücrete yansımaktadır. Aslında çalıştıkları iş saatleri bakımından yapılacak bir karşılaştırma, aynı süre çalıştıklarında kadın ve erkeklerin hemen hemen aynı ücreti aldıklarını ortaya koyacaktır.
Varsayalım ki, erkekler 1 dolar alırken, kadınlar 72 cent alıyor olsun. Bu durumda maliyeti düşürmeyi amaçlayan bir işverenin bütün erkek işçileri kovup işyerini kadın işçilerle doldurması daha mantıklı değil midir? Böylece rakiplerine oranla yaklaşık yüzde 25 daha ucuz maliyetle üretim yapabilecek ve rekabette büyük bir avantaj yakalayacaktır. Hangi kapitalist sırf kadınlara gıcık olduğu için kaçırmak ister ki bu yağlı fırsatı?
Kadın emeğinin düşük olduğu doğru ama bunun sebebi, feministlerin zannettirmeye çalıştığı gibi erkek egemen sistem değil, iş verimliliğinin iş saatine bölünmesi sonucunda ortaya çıkan cinsiyetler arası ritimlerin farkıdır. (David Convay’in Liberte Yayınları’ndan çıkan “Serbest Piyasa Feminizmi”.)
1999 seçimlerinde çokça tartışmıştım KA-DER’in kadınlara olumlu ayrımcılık ve kota uygulanması talebini. Kota uygulamasının, yaranın üzerine sürülen fondötenden başka bir şey olmadığını, bırakın tedavi etmeyi, zamanla kadınların sorunlarının mikrop almasına yol açacağını söylüyordum. Şimdilerde Irak’ta kadınlara yüzde 25 kota tanındı ya, feministlerimiz kalemlerini yine şaha kaldırmış görünüyorlar.
Oysa Amerika neden kendi ülkesinde kadınlara bırakın yüzde 10 dahi kota tanımazken, Irak’ta kesenin ağzını bu kadar açtı dersiniz? Neden İngiltere ve ABD kendi ülkelerinde kota koymaya zinhar yanaşmazken Irak’ta böylesine cömertleştiler? 650 üyeli İngiliz Parlamentosu’nda kadın üye sayısı kaçtır, bilir misiniz? Sadece 43 (yüzde 6,5). “Demokrasinin beşiği” İngiltere’de durum bu da “özgürlükler ülkesi” ABD’de farklı mı sanki? 435 üyeli Temsilciler Meclisi’nde kadın üye sayısı sadece 28’dir. Oran yine aşağı yukarı yüzde 6. Şimdi aynı ABD kalkmış Irak’a kota getirmiş, en az 4 milletvekilinden biri kadın olacak demiş. O zaman sormazlar mı adama, bu o kadar iyi bir şey idi de, kendi evinde neden uygulamıyorsun? diye.
Feminizmin yalanları bitmez. Çünkü feminizm, modernliğin inatçı parazitidir. Ondan beslenir ama her devrin ideolojisi olmak gibi bir bukalemun yeteneğini haizdir. Dün kadını eve kapatmak için mücadele verirken, bugün sokağa atmak için çırpınması, asalak kimliksizliğinin en belirgin göstergesidir. Kadın tarihi, feminizmin kısırlığından kurtarılmalı, özgürlüğüne kavuşturulmalıdır.
“Kadınlarımız İLERİ ülkelerden önce haklarına kavuştu” masalı
Bir de şu, ‘Türk kadını seçme ve seçilme hakkını dünyanın birçok ileri ülkesinden önce aldı’ lafı vardır. Maalesef bu da büyük bir yalan. Bizde kadınlara seçme ve seçilme hakkı 1934 yılında tanındı ve 1935 seçimlerinde uygulamaya girdi. Peki dünyada durum nasıldı?
Yeni Zelanda bizden 41 yıl, Avustralya 32, Finlandiya 28, Norveç 21, Danimarka ve İzlanda 19, Hollanda, Kanada, Estonya, Litvanya, Latviya, Sovyetler Birliği (Türk Cumhuriyetleri dahil) 17, İsveç, İngiltere, Almanya, Polonya, Macaristan, Avusturya, Lüksemburg ve Çekoslovakya 16, ABD ve Belçika 14, İrlanda 12, Moğolistan 10, Ekvador 5, İspanya 3, Brezilya ve Tayland 2 yıl önce kadınlara genel seçimlerde seçme ve seçilme hakkını tanımışlar. Küba bizimle aynı yıl tanırken, Fransa ve İtalya 1945’te, Yugoslavya ve Romanya 1946’da, Bulgaristan 1948’de, Arnavutluk 1958’de, Medeni Kanun’u aldığımız İsviçre 1970’de, Portekiz ise 1976’da tanımıştır. Yani bizim kendilerinden önce seçme ve seçilme hakkı tanıdığımız için o kadar övündüğümüz “ileri” ülkeler, sadece Fransa ve İtalya’dır. İsviçre ise halen Avrupa’nın kadın hakları bakımından en “geri” ülkesidir. (Bkz. Der.: Marilyn J. Boxer ve Jean H. Quataert, “Connecting Spheres”, Oxford, 2000, s. 218.)

Bir cevap yazın