Futbol ayinleri
İyi ki geçen hafta sitem oklarını göndermeyi akıl etmişim okurlarıma. Yoksa az kalsın “dinozorluk”un fakire mahsus bir illet olduğunu düşünmeye başlayacaktım.
Simon Kuper’in “Futbol Asla Sadece Futbol Değildir” adlı kitabından haberdar mısınız bilmiyorum ama hâlâ futbolun o bizim mahalle aralarında oynadığımız masum “oyun” olduğunu düşünenler varsa fena halde aldanıyorlar bence. Takımlara göre cep telefonu numaraları, hisse senetleri ve taraftar kredi kartlarının varlığı bile futbolun yeşil sahalarda gördüğümüzden daha “derin” boyutlara sahip bir “endüstri” olduğunu yeterince gösteriyor sanıyorum.
Futbolun bir kültür endüstrisi olması, aynı zamanda geçen hafta sözünü ettiğim kitlelerin “afyonu” olmasından da destek görüyor. Böylece futbol, günümüzün dinden boşaltılmaya çalışılan kültür arenasında bir “yeni din” olarak boy veriyor.
Futbola “din” deyişim belki bazılarımızı rahatsız edecek ama futbol kültüründeki bazı deyimler, unvanlar, sloganlar vs. dikkatle incelendiğinde bunların derinine “dinî” bir görünüme sahip olduğu hemen fark edilecektir: “İmparator Fatih Terim”, “taçsız kral Metin Oktay”, kalesinde “dev”leşen kaleci, “şeytan Rıdvan”, “inanılmaz” şutlar atan oyuncu, “nefeslerin tutulduğu an’lar”, “rakibini ezen kahramanlar” vs.
Ve geçen gün bir gazetenin ilk sayfasından bir manşet dikkatimi çelmeliyor: “Vikingler Horoz’u kesti.” Haberi okuyunca anlıyorum ki, horoz Fransa’nın sembolüymüş! Vikingler dediği de Danimarka!
Spor (daha doğrusu futbol) sayfalarında epeyce sık rastladığımız bu yoğun “totemcilik” sizin de gözünüzden kaçmamıştır. Boğalar (İstanbulspor), Arslan (Galatasaray), Sarı Kanarya (Fenerbahçe), Kara Kartallar (Beşiktaş), Yeşil Timsahlar (Bursaspor), Horozlar (Denizlispor), Kırmızı Şimşekler (Eskişehirspor) vs.
Görüldüğü gibi ilkel kabilelerin kendilerini ve rakiplerini tavsif etmekte kullandıkları türden, genellikle de hayvan motifli bir “totemcilik” almış başını gitmektedir. Beşiktaş’ın stadyumuna dikilmiş devasa bir siyah kartal totemi, Taksim’den Dolmabahçe’ye her inişimde beni irkiltir ve insanların bu pagan sembollere duydukları ilginç hayranlık yeni düşüncelere sevk eder.
“Umran” dergisinin Haziran 2002 sayısında (bu gerçekten düşündürücü futbol sayısını hararetle tavsiye ediyorum “yoldaşlarıma”) Edibe Sözen, futbol paganizminin günümüzde ulaştığı boyutlara dikkat çekiyor:
“Geçen sene GS şampiyon olduğunda, bir iki arkadaşımla Üsküdar–Salacak’tayız; insanlar deliler gibi yürüyorlar, arabalarına biniyorlar, horon tepiyorlar ama “şampiyon GS” dışında tek bir anlamlı cümle yok ağızlarından çıkan… Tıpkı barbar ritüelleri gibi “oğoğo” diyorlar, başka bir şey yok; iniyor (arabadan) aşağıya, “pat pat pat” diye ayaklarını (yere) vuruyor… Anlam üretmeyen, yorumlamayan.. “aaa” diye, “ooo” diye iki ayrı ses; yan yana gelmiyor, tam primitif bir şey.”
Kitleler iki saatliğine stadyumlara veya ekranlarının başına kilitlenerek hipnotize ediliyor. Hatta totemlerine (bayrak, forma, rozet, şapka gibi kabilenin ayırt edici sembollerine) kutsalmışçasına özen gösterdikleri de gözden kaçmıyor. Yüzlerini takımlarının rengine boyuyor, kanlarının sarı–lacivert veya sarı–kırmızı aktığını söyleyebiliyor, rakibi çimlere “gömmek”ten, “ölmeye geldik”lerinden söz ediyor, toplu ayinlerde, yani maçlarda sadece rakibi alt etmeyi düşünmeye şartlanmış olarak anlamsız uğultular çıkarıyorlar.
Futbol bugün insanların (aslında “erkeklerin” demeliydim zira bence kadınları kutlayabiliriz bu barbar ayinlerine katılmakta isteksiz davrandıkları için!) içlerinde yaşattıkları barbarlık dönemlerinin hatıralarını hem canlandırmaya, hem de belli saatler içinde deşarj etmeye yarıyor. Ve bu kışkırtıp söndürme mekanizması medya aracılığıyla sonsuz bir döngüye endeksleniyor.
Anlayacağınız, futbol endüstrisi, bir yandan dolduruyor insanları, öbür yandan da boşaltıyor. Şarj edilebilen piller gibi tıpkı.
Futbola bu sebeple afyon diyoruz ya zaten.
18.06.2002