Gerçek İsmet İnönü

Gerçek İsmet İnönü
Bir İsmet İnönü muhabbetidir gidiyor son günlerde. Kitaplar, yazılar, anma toplantıları derken, bir de CNN’de İnönü Belgeseli çıktı başımıza. Bilmem seyrettiniz mi? İnönü Vakfı tarafından Can Dündar ve ekibine ısmarlanmış tek yönlü bir sözde belgesel bu. İsmet İnönü efsanesinin ebedileştirilmesi için hazırlanmış izlenimini bıraktı bende.

Lozan Konferansı’nın ilk bölümünde Lord Curzon, İnönü’ye, Musul konusundaki anlaşmazlıkları halletmezlerse konferansı terk edeceği tehdidini savurmuştur. Güya İnönü de ona tereddüt etmeden “Siz bilirsiniz.” demiştir bu mitolojik belgesele göre. Oysa Lozan’da Türk murahhas heyetinin müşavirliğini ve Atatürk’ün Cumhurbaşkanlığı genel sekreterliğini de yapmış olan Yusuf Hikmet Bayur, Afet İnan’ın kızı Arı İnan’a verdiği bir mülakatta aynen şunları söylüyor:

“Lord Curzon treni hazırlattı Londra’ya, yani inkıta (kesilme) olacak. İnönü o vakit İngilizlerin isteklerine razı oldu… Zannetti ki Lord Curzon kalır. Halbuki Lord Curzon bu kararı aldı, kendini korudu, gene gitti. Musul karşılıksız verilmiş oldu. Panik halinde yaptı bunu İnönü. Böyle yapacağımıza, evet size veriyoruz; ama şu şartlarla, hudut şu olacaktır, bütün vilayet değil, petrol şu olacaktır (gibi) birçok şartlar koyacaktık… Sırf gitmesin diye Curzon, o anda İsmet Paşa bunu yaptı.” (Tarihe Tanıklık Edenler, İst. 1997, Çağdaş Yayınları, s. 316-317). Lord Curzon’a posta koyan İnönü ile Bayur’un panikleyen İnönü’sü o kadar taban tabana zıt ki!

Bir başka nokta da, Atatürk ile İnönü arasında 1937’de patlak veren anlaşmazlık ve İnönü’nün Atatürk’ün emriyle Heybeliada’da göz hapsine alınması. Bu hadisenin iç yüzünden maalesef tek kelime bahis yok. Oysa çok önemli bir noktadır gerçek İnönü portresinin çıkarılması bakımından.

Hadisenin aslı şu: İsviçre’deki Nyon Konferansı’na gönderilen Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’a Atatürk ayrı, İnönü ayrı direktifler vermiş, bu da hükümetin itibarını sarsmıştı. Sonunda Atatürk’ün dediği olmuş ve Türkiye, İngiltere’nin İspanya’ya uyguladığı ablukaya katılmıştır. Bunun üzerine İnönü, Atatürk’ün yüzüne karşı, kendisinin atlanarak bakanlarıyla direkt temas kurulmasından duyduğu rahatsızlığı dile getirmiş ve memleketi sarhoş masasından idare ettiğinden yakınmıştır. Ertesi gün başvekilliğe Celal Bayar getirilmiş, İnönü ise ölene kadar bir daha Atatürk ile görüşmemiştir.

İyi de bir devlet adamının hayatındaki bu derece kritik bir dönüm noktasının iç yüzünü anlatmayacak da neyi anlatacak bir belgesel?

Ne yalan söyleyeyim, belgeseli sadece Mehmet Ali Birand’ın mirası olan sağlam belgesel tekniğinden ötürü izledim. Fakat Birand modelini aşmak için hemen hiçbir kıpırtı yok Dündar’ın yaptıklarında.

Yeri gelmişken birkaç kelam da Metin Heper’in kitabı için edeyim. Tarih Vakfı Yurt Yayınları’ndan yeni çıkan İsmet İnönü: Yeni Bir Yorum Denemesi adlı çalışmasında Heper, bir sosyal bilimci titizliği ile hazırlamış kitabını; fakat o da İnönü’yü ustaca temize çıkarmaya çalışmaktan alıkoyamamış kendisini. İnönü’nün okuyup araştıran tarafı gibi siyasi kişiliğinin gölgesinde kalmış insani yönlerine dikkat çekmekte başarılı. Ancak Atatürk-İnönü çizgisini kırılmamış, düz bir çizgi gibi gösterme gayreti, kitabın ideolojisini ele veriyor yeterince.

Mesela şu günlerde çokça tartıştığımız Varlık Vergisi’nin esamisi okunmuyor kitapta. Sanki bu verginin konulmasında İnönü’nün hiçbir dahli yokmuş gibi davranılmış. Oysa kitabın muhtelif yerlerinde İnönü’nün cumhurbaşkanlığı döneminde yürütmenin de fiilen başında olduğu ifade ediliyor ki, esasen doğru olan da budur.

Yine Heper, İnönü’nün “İslam’ın siyasi amaçlarla kullanılmaması”na, irticaya karşı çok dikkatli olduğunu (s. 92) ve Demokrat Partilileri dini, siyasete alet ettikleri için “en sert bir biçimde” eleştirdiğini söylüyor. Oysa pekala biliniyor ki, İnönü devri, Atatürk dönemine kıyasla devletin, siyasetin dini kendisine alet etmeye başladığı dönemdir (özellikle 1940’ların ortalarına doğru). Ortodoks Atatürkçüler, onun döneminde namaz kılıp oruç tutan bazı bürokratların ortaya çıktığından hala yakınırlar. Hatta Hikmet Bayur, 1939’un hemen başlarında seçim bölgesine gittiğinde her mahallede bir Kur’an kursunun açılmış olduğunu hayretle görür. İlahiyat Fakültesi’ni, imam hatip okullarını açan, bu okullara fıkıh derslerini koyduran İnönü’dür ona göre. Bunların DP’ye misilleme olarak siyasi maksatlarla yapıldığını söyleyen Bayur, durumu zamanın İçişleri Bakanı Recep Peker’e şikayet ettiğinde onun “Emir yüksek yerden.” anlamında “Ne yapayım?” dediğini nakleder.

Velhasıl, para ve pulların üzerine kendi resmini bastırmaktan Taksim Meydanı’na heykelini diktirmeye, Atatürk zamanında küstürülmüş ne kadar paşa varsa (Kazım Karabekir dahil) siyasete sokmaktan kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesine karşı çıkmaya kadar pek çok aydınlatılmaya muhtaç yönü varken yakın tarihimizin bu çok tartışılan “yalnız adam”ının, yapılacak iş yeni efsaneler üretmek olmamalı.

Bir cevap yazın