Hilafeti kim kaldırdı?

Rivayetlerden biri çok revaçta: Güya Atatürk’ün bu yıl sonunda açıklanacak çok önemli bir vasiyeti varmış ve güya Atatürk diyesiymiş ki, “Hilafet bütün İslam ülkeleri arasında rotasyonla değişecek bir kurum olarak canlandırılabilir”.

Kanıtını da gariptir Nutuk’ta buluyorlar. Ne var ki kanıt gösterdikleri parça, Atatürk’ün kendi düşüncelerini değil, sadece daha önce tartışılmış bir “hayalin tasviri”ni ifade ediyor! Oysa kanıt diye gösterilen paragrafın ilk cümlesini okumak her şeyi anlamaya yeter:

“Bu tasavvur ve tahayyüle kısmen müşabih (benzer) bir hayal, Hilafetçileri ve Panislamizm taraftarlarını  -Türkiye’ye musallat olmamaları şartıyla- memnun etmek için bizde de tasvir edilmişti. Bu tasvir olunan nazariye şuydu:…”

Böyle başlayan bir paragrafın yazarın kendi fikrini temsil etmesi mümkün mü? Ve bunun, Bektaşi’nin ‘Namaza yaklaşmayın’ bahanesinden fazla bir değeri olabilir mi?

Ama oluyor, görüyorsunuz. Bu kadar kolayca çürütülebilecek bir veri bile haftalardır TV ve gazetelerde manşetleşebiliyorsa tarih bilgimizin yerlerde süründüğünün ‘kanıtı’ olur olsa olsa.

Bu bilgisizlik yalnız halkta değil; aydınlar da bilmiyor gerçekte 3 Mart 1924’te ne olup bittiğini. Yani Hilafetin kaldırılması üzerindeki esrar perdesi henüz kalkmış değil.

Peki ne oldu 89 yıl önce?

1924 BAŞINDA HENÜZ DEVLET DEĞİLİZ!

 1924 yılına girilirken Türkiye henüz uluslararası planda tanınmış bir devlet değildi. Ne Lozan Antlaşması rakiplerimiz tarafından onaylanmıştı, ne de ‘hükümetimiz’ Cemiyet-i Akvam’da devlet sıfatıyla tescil edilmişti.

Lozan’a giderken devletimizi (Osmanlı Devleti’ni) yıktıranlar, Türk tarafını ‘TBMM Hükümeti’ adıyla konferansa çağırmışlardı. Erik J. Zürcher’in tespitiyle söylersek “İyi de bu hangi devletin hükümetiydi?” (The Young Turk Legacy, I.B.Tauris: 2010, s. 142.) Devletsiz hükümet de bizde görülmüştü ve o hükümete devleti yıktıranlar devlet olabilmek için aynı hükümeti barış görüşmelerine davet ediyorlardı.

ABDÜLMECİD HİLAFET MAKAMINI DEVRALIRKEN…

Yandaki çizim de Kahire’de hazırlanıp yayınlanmış. Tarihi 1922’nin son günleri veya 1923’ün ilk günleri. Bir kabul veya biat merasimi gibi düşünülüp çizilmiş. Ortadaki büyük figür son Halife Abdülmecid. Solda Mustafa Kemal Paşa ve etrafında Cumhuriyet’in diğer kurucu paşaları. Önde ve yanlarda kıyafetlerinden farklı İslam ülkelerinin temsilcileri oldukları açık olan zevat var. Minyatürvâri tablonun altyazısı daha da anlamlı: “Halife Abdülmecid Efendi’nin Osmanlı devlet naibleri ve İslam âlemi elçileri huzurunda hilafet makamını devraldığını ilân etmesi.” (İsmail Kara)

Lozan’a giderken tanınma kaygısı içinde kıvranan taraf bizdik; bir tür ‘korsan’ devlet olarak yaşamak istemiyorsak mutlaka imzayla dönmemiz gerekiyordu. İsmet Paşa’nın dönüşte ortada:

“Eğer dünyada tek kimse çıkıp da bana ‘Daha yapılacak fedakârlıklar vardı, şu kararı almalıydınız’ diyebilirse onları yapmaya razı olurum. Ben fedakârlığı son haddine vardırdım. Toprak meselelerinde kendi zararımıza ve müttefiklerin lehine kararlar aldık. Azınlıklar meselesini müttefiklerin dilediği gibi hallettik. Boğazların serbestliğini kabul ettik. Düyun-u Umumiye yönetiminin faaliyetinin devamına razı olduk. Bütün fedakârlıkları yaptım, her şeyi kabul ettim, fakat memleketin iktisadi esaretini reddettim.”

Tek başarı bu kapitülasyonlar mıymış? Ben demiyorum. “İkinci Adam” öyle diyor. (İnanmayan, A.N. Karacan’ın “Lozan”ına baksın.)

Taviz, fedakârlık ve feragatların hangi boyutlara vardığını, yalnız yazılı değil, sözlü taahhütlerde de bulunulduğunu öteden beri konuşur dururuz. Somut bir bilgi olmasa da bazı karineler yok değil. Nitekim İsmet Paşa “hayatî bir engel olmadıkça barış yapmak zorundaydık” diyecekti yıllar sonra. Barış yapmak zorundaydık. Peki. Hangi fedakârlıklar karşılığında?

Türk tarafı Lozan’dan hemen önce saltanatı kaldırarak Batı’ya “anlamlı bir jestte bulunmuş olabilir” diyor Prof. Dr. Ömer Kürkçüoğlu (Türk-İngiliz İlişkileri, Ankara 1978, s. 260). Kürkçüoğlu’nun görüşlerini özetlersek şöyle bir tablo çıkar karşımıza:

 “Batı’ya yönelmeğe kararlı olan Türkiye Kurtuluş Savaşı’nda yararlandığını gördüğümüz İslam etkenine artık sırtını çevirebiliyordu. Mustafa Kemal, ülkeyi çağdaşlaştırmak ve bunun için de tek yol olan Batı’ya yönelmek isterken Hilafet bağından kurtulmak zorundaydı” (s. 305-6).

Prof. Kürkçüoğlu soruyor: Henüz Musul sorunu çözülmemişken Türkiye’nin, İngiltere’ye karşı kullanabileceği İslam faktöründen (Hilafetten) yararlanmaya devam etmesi gerekmez miydi?

Burada iki ihtimal akla geliyor: 1) Mustafa Kemal bir zamanlama yanlışı yapmıştır, 2) Hilafetin kaldırılmasından yararlanmayı düşünmüştür. Son şık çok ilginç. Kürkçüoğlu’na göre Türkiye Musul’u almakla yeniden Arap dünyasına yönelmiş olacaktı ki, İngilizler burada kurdukları düzenin tehlikeye gireceğinden kaygılanıyorlardı. İşte Türkiye’nin tam da bu sırada, daha önce İngiltere’ye karşı kullandığı Halifelik bağını kendi eliyle koparıp atması anlamlıdır. Gazi, İngiltere’yi telaşlandırmamak ve Musul’u ekonomik vb. nedenlerden dolayı istediğini göstermek için Halifeliği kaldırmış olabilir.

Yorum gerçekten ilginç. Ama bu tür yorumlara fazlasıyla ihtiyacımız olduğu kesin.

Ancak Musul sorununda İngiltere’nin kaygısını gidermek için Hilafet kaldırılmışsa bile bu bir işe yaramamıştı. Elimizdeki en büyük kozu denize atmıştık. Ne Musul’u kazandırabildi Hilafetin kaldırılması, ne de İngiltere’yi yumuşatabildi. İngiltere tarafında uyanan etkinin sadece şaşkınlık olması şaşırtıcı sayılır mı peki?

İngiltere’nin Musul’daki resmi görevlisi C. J. Edmonds, Hilafetin Türkler tarafından kaldırıldığı haberini duyunca uğradığı derin şaşkınlığı şöyle dile getiriyor:

“Mart’ın ortalarıydı ki, şaşkınlık içinde ve kulaklarımıza inanamayarak 3 Mart’ta TBMM’nin Hilafeti kaldıran bir kanun çıkardığını öğrendik. Şimdiye kadar yürütülen, Kürdistan’ın volkan gibi kaynadığı propagandası, esasen Kürtlerin dinlerinin En Yüce Makamı’na duydukları batıl saygıya dayanıyordu. Türklerin ayakları altındaki dalı bu şekilde keseceklerine inanmak gerçekten çok güçtü. Tabii ki bu yeni durumu istismar etme fırsatını kaçırmadık” (Kurds, Turks, and Arabs, Oxford: 1957, s. 383).

Meselenin bamteli de burası zaten. Hilafetin kaldırılmasından kim kazançlı çıktı? Biz mi, İngiltere mi? Ya da şöyle soralım: Kim kaybetti? Biz mi, İngiltere mi?

Hilafet konusunda Türkiye’deki en önemli otorite diyebileceğim Prof. Dr. İsmail Kara, başlığımın bir kısmını ödünç aldığım Derin Tarih’teki yazısını şöyle noktalıyor: “(Hilafet) Hilafeti ve hilafet merkezi İstanbul’u kurtarmak için yola koyulan Milli Mücadele’nin kazanılması üzerinden kaybedildi.”

Nokta mı yoksa virgül mü koyacağıma karar veremedim bir türlü…

03 Mart 2013, Pazar

8 Comments

  • veysel

    4 Mart 2013 at 01:05

    Ben tarihçi değilim, tarih hayranı ve meraklısı biriyim. 2 Nokta her zaman ilgimi çekmiş ve kafamda soru işaretlerine neden olmuştur. Bilmem yanılıyormuyum….
    1- İşkal güçleri istanbulu tek kurşun atmadan nasıl terk etti?
    2- Lozana gidilmeden önce ve Lozan anlaşmasında olmadığı halde yapılan yasal düzenlemeler. (Hilafetin kaldırılması gibi) Galip ülkelerin istediklerinden çok daha fazlası yapılmış gibime geliyor.
    Bize öğretildiği gibi, Kurtuluş savaşını kazandık madem! Peki bunca tavizi neden verdik?

    Cevapla
    • husssam

      12 Mart 2013 at 13:46

      lozan anlaşması 1914 de başlayan ve 22 de sonlanan 8 yıllık bir savaş sürecini bitiren bir anlaşmadır.biz her ne kadar kurtuluş savaşını kazanan bir ülke sıfatıyla gitmiş olsakta kaybedilmiş bir dünya savaşı gerçeği ve osmanlıdan kalan sıkıntılar vardır. ayrıca savaş halinin sürmesi demek ülkenin resmen boğulması demektir.savaş sonlanmadığı takdirde dağıtamayacağınız ve beslemek bakmak zorunda olduğunuz bir ordu vardır. bunu göz önüne alırsanız barış mecburidir.

      ayrıca bahsedilen ali naci karacan ın kitabını daha yeni bitirmiş olmama rağmen alıntı yapılan yeri aynı şekilde göremedim nedense.
      birincisi bu bahsedilen konuşma (tabiki aradan makaslanmamış şekli ile sf 233-234) konferansın kesintiye uğradığı 4 şubat tarihinde gazeteciler ile ismet paşa arasında yapılmıştır yani konferansın sonunda değil.
      ikincisi konuşmada ismet paşa sadece kapitülasyonlar değil devleti 33 milyon altın lira yada ingiliz şilini değerindeki mali konulardan dolayı kabul edilmediğinden bahsediyor. ki bu mali konular kapanmasa idi ne Türkiye ne Osmanlı kalırdı.
      üçüncüsü ise konferans kes,ntiye uğradığı zaman bir çok konu halen omisyonlarda görüşülmekte idi yada görüşülmesi sonraya bırakılmıştı.

      kitabı makaslayıp okumaya çalışan yazarada diğer kitaplarında olduğu gibi ağzım açık hayret ettim sadece. nedense kendisi sadce işine gelen kısımları alıyor bu konularda. kitabı baştan sona okursanız bana hak verirsiniz zaten.

    • alparslan

      14 Mart 2013 at 00:47

      Rivayetlerden biri çok revaçta: Güya Atatürk’ün bu yıl sonunda açıklanacak çok önemli bir vasiyeti varmış ve güya Atatürk diyesiymiş ki, “Hilafet bütün İslam ülkeleri arasında rotasyonla değişecek bir kurum olarak canlandırılabilir”.

      Lan ne diyesiymiş , öyle bir şey var zaten , denmiştir. Sen tarihçisin ama taraf tutmada üstüne yok. Neden hep Atatürkle uğraşıyosun , neden bir kere de osmanlının kusurlarını araştırmadın? Atatürkün eksiğini bulmak için köşe kapmaca oynuyorsunuz , hadi bakalım , Allah ıslah etsin

      ve son yoruma hitaben yani veysele
      İşgal güçleri İstanbulu terketti çünkü Çanakkale hezimeti Türkün neler yapabileceğini göstermişti. Yunanların aldığı yenilgiler de gözlerini korkutmuştur . Ama en önemli sebep Bolşevik devrimidir. Ruslardan alınan yardım İngilizleri korkutmuştur ve buna ek olarak Atatürkün itilaf kuvvetlerini Sovyetlerle korkutması da buna ek olarak söylenebilir. Zaten Fransa ve İtalya çekilmişti , Anadoluya ise Yunan kuklalarını gönderen İngilizlerin bu sebeplerden sonra sırf Lloyd George’un Türk düşmanlığı yüzünden Türklere karşı savaşması saçma olurdu.
      Hilafet zaten etkisizdi , arapların bizi satması hilafetin etkisiz kalmasını gösterir bize. Sen etkisiz bir yapıyı neden hala savunuyorsun ki?
      Aslında çok fazla taviz verdiğimiz söylenemez , Osmanlının son döneminde toprak sınırları içinde bazı doğu illeri yoktu , onları geri kazandık. Musulun bir kısmı bize aitti , harekatla alacaktık , İngiliz kuklası Şeyh Sait çıktı.

  • Eray

    12 Nisan 2013 at 16:43

    Mustafa bey ben tarih konusunda sizin kadar bilgili değilim.Ama ben şunu bilirim ki Atatürk daha Samsuna Çıkarken aklındaydı halifeliği kaldırmak.Mecburiyet gereği verilmiş bir taviz olduğu kanaatimce yanlış bir düşüncedir.Zira Cihat çağrısı sonucu Osmanlı gerektiği kadar yardım almamıştır.Almadığı gibi ingilizlerin gazına gelen bazı müslümanlar siz iyi bilirsiniz o konuyu türk askerlerinin karnından altın çıkıyor diye binlerce türk askerini katletmiştir.
    Araplar arap ırkını kunsanmış sayarlar Hz. Muhammed arap olduğu için ve Osmanlıyı hiç bir zaman halife olarak saymamışlardır zaten.Durum böyle olunca bu büyük görevi anlamsız yere bu kadar zor durumdayken yüklenmeye gerek kalmamıştır.Çünkü hilafet makamı bizim için içi boş bir makam haline getirilmiştir.

    Cevapla
  • MURAT ÖKSÜZ

    23 Nisan 2013 at 14:44

    BİR KİTAP OKUMAYLA TARİH YAZILMAZ.KULAKTAN DUYMA BİLGİLERLE DE TARİH YAZILMAZ.SAYIN YAZARIMIZ BELGELERLE KANITLAMAYA ÇALIŞIYOR.BU BİLGİLERİ KABUL ETMEK İSTEMESENİZ DE BU OLAYLAR 90 SENE ÖNCE OLDU.BUNLARIN DOĞRULUĞUNU ARAŞTIRMAK SENELER SÜRER.YAZARLARIMIZI NE KADAR RAHAT BIRAKIRSAK TARİH DAHA İYİ ŞEKİLDE YAZILIR.VESSELAM…

    Cevapla
  • fatma

    24 Nisan 2013 at 23:26

    bizim Türk gencimiz yada yetişkin sayılanlarda var 70-80lerde doğmuş olanlar Osmanlı’nın göz göre göre ingiltere’ nin keyfiyle yıkıldığını kabullenmek istemiyor. Mustafa kemal’ e o kadar yüce bir statü verdirmişki (ki eğitim sistemi+yasalar böle olması için düzenlenmiş herşey) aksi bir görüşü eleştirmeden reddediyor. eleştiri ile red arasındaki kavram farkını anlasak hiç eleştiri yapmadığımızda ortaya çıkacak. neyse Osmanlı gerçekten güçlü, adil bir yönetime sahipti. Sanıldığı üzere baskın bir biçimde teokrasi ile yönetilmiyordu ek olarak katıksız monarşi karar vermiyordu. İslamı en iyi anlamış olan yönetim biçimiydi, bugün İslam ülkesi görmek için Arabistan’a ve İran’a bakanlarda yanlış yönetimler görüyor, Osmanlı moderndi, çağı yönlendirendi, kimseyi baskı altında tutmadığı asimile etmediği için bölünmesi kolaylaştı.
    Lozan’da kaybettik kabul edelim. Bütün cephelerde savaşıldı mı gerçekten bide o var..
    hilafet kalkmasaydı daha iyiydi, bu ülkedeki cemaat gerçeğinden haberiniz varsa halkın bu tür bir ihtiyacı olduğunun, saf iyi niyetli insanların kimi zaman kullanıldığının da farkındasınızdır.

    Papalık devam eder, krallık kraliçelik devam eder, avrupa ülkelerinin resmi dini var..onlar ölede modern oldular kimse karışmadı. bizim hafızamızı sildiler, genlerimizi uyuttular her nesilde…

    yazar hakkında olumsuz görüşler olabilir, doğru söyleyeni 9 köyden kovarlar, hazır bilgiyi okuyup işimize geleni cımbızlamak toplum olarak alışkanlığımız malesef..Akp hükümetinin eleştirdiğim çok şeyi olsada gerçeklerin yayınlanmasına izin verdikleri için öğrenebiliyoruz pek çok gerçeği.bide bakalım akil insan olmak istedimi gerçekten teklif ettiler kabul etmek durumunda kaldı belki adam, reddetse çalışmalarım var vs diye kesin sızar halk için çalışmadı denir.

    Cevapla
  • Alper Akyuz

    26 Mayıs 2013 at 02:49

    Sayin Mustafa Armagan

    Siyasi goruslerimiz tutmamasina ragmen sizi tvde ne zaman gorsem izlerim. Kitaplarinizin da hepsini alip okudum. Sayenizde cok fazla konuda bilgilendim. Ancak siz tarihciligi cok ideolojik yapiyorsunuz. Nasil Kemalist tarihciler sadece islerine geleni secip islerine gelmeyeni ihmal ediyorlar ve tarih bilgisi verirken hep propoganda halindeler, siz de bunun aynini yapiyorsunuz. Onlara tam cepheden tavir alarak siz de ayni marjinallik cukuruna gidiyorsunuz bazen. Keske bu birikim ve zekanizi bu kadar tarafli kullanmasaniz ve benim gibi (size gore) karsi taraftan okurlariniza daha cazip gelecek daha faydali okumalar sunsaniz. Kemalist tarihciler nasil Kurtleri yok sayiyorsa siz de tipik bir Osmanli sempatizani olarak (ama bu konuda kemalistlerle birleserek) bundan 100 sene once ulkemizin 3te 1inin gayri muslim oldugu, butun o sevrs anlasmalarinin, isgallerin gayrimuslimleri musluman fanatizminden korumak icin oldugu, sanliurfa kahramanmaras gaziantep gibi yerlere bu amacla geldikleri ve bizim istiklal harbininde aslinda anadoludaki muslumanlarla hristiyanlarin savasi oldugu gerceginden asla bahsetmiyorsunuz. Siz de isinize gelmeyenleri yok sayiyorsunuz ayni Kemalist tarihciler gibi.

    Cevapla

Bir cevap yazın