İngiliz Sarayı’nda Rus kanı!
Geçen hafta yazdığım “İngiltere Kraliçesi Alman mı?” başlıklı yazı ilgiyle karşılandı. Demek ki, bir ülkenin -sembolik de olsa- başında bulunan insanların ülkenin milliyeti ile özdeş olması gerektiği yolundaki milliyetçi varsayımın etkisi, ne kadar inkâr etmeye çalışırsak çalışalım üzerimizde devam ediyor.
Halbuki “hanedanlar”, eskiden beri yönettikleri ülkenin halkı ile bugünkü anlamda aynı milliyete sahip değillerdi. Hanedan (kral, padişah, sultan, şah vs.) bir şekilde kutsallığına inanılmış “meşru şiddet tekelini mutlak biçimde elinde tutan bir avuç azınlıktır eninde sonunda. Ama onların asil kanı, Avrupalıların deyişiyle mavi kan, öylesine büyük bir meşrutiyet temeli olmuştur ki, onun yerine, seçimle gelen ve bir meclisle beraber yönetime katılmayı öngören meşrutî sistemin kabulü dahi Avrupa’da uzun ve sancılı bir süreçte neticelenmiştir.
Dolayısıyla bir hanedan kendi içinde bir “kutsal kan”a sahiptir, ancak yönettiği halkla aynı kandan olması gerekmez. Misal mi? Gazneli Mahmud ve ailesi yüzyıllarca Hindistan’ı yönetmedi mi? Türk asıllı Kölemenler (Memlûkler) Mısır’da asırlarca hükümran olmadı mı? Keza Osmanlı hanedanı, nüfusunun yarısından fazlası Türk ve Müslüman olmayan bir imparatorluğu avucunda tutmadı mı?
Avrupa’da da benzer örneklere rastlanabiliyor, doğal olarak.
Bir de hanedanlararası kan bağları meselesi var ki, o daha da ilginç sonuçlar doğuruyor. Bildiğimiz bir örnek, Orhan Gazi’nin, Bizans İmparatoru’nun kızı Theodora ile evlenmesi. Bu durumda İmparator, Orhan’ın kayınpederi, imparatorun oğulları da kayınbiraderi oluyordu. Tabii bütün bunların o devrin savaş üzerine kurulu siyasî, ekonomik dünyasında geçici barış dönemleri oluşturmaya hizmet ettiğini söylemeye gerek yok herhalde.
İngiltere Sarayı’nda ikamet eden Kraliyet Ailesi’nin başına gelen ‘mavi kan bağları’ meselesi de bunun bir yansıması aslında. Geçen hafta sözünü ettiğimiz Alman İmparatoru II. Wilhelm’in Kraliçe Victoria’nın torunu olması bunun ilginç bir örneği idi. Ama tek örneği değilmiş.
Sevgili dostum, Yeni Şafak Gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Karaalioğlu, “İngiltere Kraliçesi Alman mı?” başlıklı yazımı okumuş ve o sırada okumakta olduğu En Şaşırtıcı 100 Polisiye Olay Nasıl Çözüldü? (Sabah Yayınları) adlı kitapta İngiliz Sarayı’nın bir başka hanedanla akrabalığı konusu ile yazdıklarım üst üste oturmuş zihninde. Sayesinde haberdar olduğum bu ilginç bağlantıdan sizi de haberdar etmek istedim.
Rusya’da 1918 tarihindeki Bolşevik Devrimi sırasında Romanof hanedanına mensup Rus Çarı II. Nikola, karısı ve çocuğu ile maiyetindeki dört kişi Lenin’in emriyle Yekaterinburg’daki bir evin bodrumunda öldürülmüş ve bilinmeyen bir yere gömülmüş. Bu olayın ‘polisiye’ tarafını içişlerine bağlı bir film yönetmeni olan Gely Ryabov takip ederek kemiklerin yerini belirlemiş. Tabii, kemiklerin aynı aileye ait olduğunun tespiti yalnız başına bir işe yaramamış. Bunun aynı hanedana mensup canlı birisinin DNA özellikleriyle de doğrulanması gerekmiş.
Bu durumda araştırmacıların aklına parlak bir fikir gelmiş. İngiltere Kraliçesi Elizabeth’in kocası Prens Philip, meğer Çar II. Nikola’nın karısı Çariçe Alexandra’nın kızkardeşinin soyundan gelmekte imiş. Yani İngiliz kraliyet ailesine bir Romanof kanı karışmış. Philip’ten alınan kan örnekleri, çariçe ve çocuk iskeletlerine DNA özelliklerinin tam olarak uyduğunu ortaya çıkarmış. Sonuçta kemiklerin çar ve ailesine aidiyeti tescil edilmiş edilmesine; ama yine de toplu mezarda 2 cesedin eksik çıkması ciddî bir merak konusu olmaya devam edecektir.
Velhasıl, İngiliz kraliyet hanedanının bir Alman prensinden sonra Romanoflar’dan bir Rus prensi de mavi kanına dahil etmesi olgusu üzerine artık “Onlar hem Alman, hem de Rus” dememiz gerekiyor herhalde…
19 Eylül 1997, Cuma