• Home
  • Genel
  • İsmet Paşa’nın Sakarya madalyasının sırrı

İsmet Paşa’nın Sakarya madalyasının sırrı

İsmet Paşa’nın Sakarya madalyasının sırrı
Atatürk’ün ilk nişanını kimden aldığını biliyor muydunuz? Boşuna aramayın, kitaplarımızda bulamazsınız. Genelkurmay Başkanlığı Harp Tarihi Dairesi’nin verdiği bilgilere göre Kolağası (Kıdemli Yüzbaşı) Mustafa Kemal, 25 Ocak 1908’de Beşinci rütbeden Mecidî nişanı almıştı. Nişan, tarihinden de anlaşılacağı üzere Sultan II. Abdülhamid tarafından verilmiştir.
Atatürk’ün hayatıyla ilgili kitaplara bakarsanız, nişanın verildiği tarihte Mustafa Kemal’in Selanik’te Yonyo meyhanesinde arkadaşlarıyla kafayı çekme sahneleri, vatanı kurtarmak için nasıl harekete geçtikleri vs. uzun uzadıya anlatılır. Gelin görün ki, tam da Meşrutiyet’in şafağında, üstelik İttihad ve Terakki Cemiyeti’ne üye kaydolduktan birkaç ay sonra Osmanlı Devleti’nin en üstün ikinci nişanı ile ödüllendirildiği ise suskunlukla geçiştirilir. Şahsen araştırmalarımda Selanik’te bulunan Kolağası Mustafa Kemal’in o tarihte bu nişanı almak için devlete hangi yararlılıklarda bulunduğuna dair somut bir bilgi bulamadım. Ancak araştırmalarımın götürdüğü bir bilgi kırıntısı bu muammanın çözümüne yardımcı olabilir.
Kitaplarda Mustafa Kemal’in kaleme aldığı bir atış talimatnamesinden söz edilir ki, bu eser, kendisinin 1937’de Afet İnan’a anlattığına bakılırsa, II. Abdülhamid’in 1907’de çıkardığı bir irade-i seniyye üzerine yazılmıştır. Görevi aldıktan sonra Şam’da bir kütüphaneye kapanan Mustafa Kemal, araştırmaları sırasında “eski bir Türk eseri”ne rastlamış ve hazırladığı talimatnamenin esasını ondan almıştır. (“Atatürk Hakkında Hâtıralar ve Belgeler”, İş Bankası Yay., 1968, s. 72-75.) Bu bağlantıyı daha önce fark eden oldu mu bilmiyorum: Acaba hazırladığı talimatnameyle Abdülhamid’i memnun etmesi üzerine mi verilmişti o nişan? Tarihçilerimize kolaylıklar dilerim.
Şimdi gelelim daha yakın tarihli bir muammaya.
1922’de Mudanya’da Fransa’nın eski bakanlarından Franklin Bouillon ile kol kola çektirdiği resimde İsmet Paşa’nın göğsündeki madalya dikkatimizi çeker. Henüz İstiklal Madalyası çıkarılmadığına göre ne madalyasıdır bu? Dikkatle baktığınızda onun İnönü Müzesi’nde sergilenen “Sakarya Madalyası” olduğunu görürsünüz. İyi de bu madalyanın gerçek hikâyesi nedir?

Mustafa Armağan

Pembe Köşk’teki İnönü Müzesi’nde bulunan Sakarya madalyası. Osmanlı arması ve tuğra açıkça görülebiliyor.
Konuya zihnimi çelen, Prof. Mete Tunçay oldu. “Tarih ve Toplum” dergisinin Aralık 1990 tarihli sayısının kapağında fotoğrafını gördüğümüz Sakarya Madalyası hakkında yaptığı kısa açıklamada bir süre önce Pembe Köşk’te İnönü Vakfı’nca açılış hazırlıkları sürdürülen müzeyi ziyaret ettiğini ve teşhirdeki bir “altın Osmanlı madalyası”nın dikkatini çektiğini söyler. Zaten ilk sorunun pimini de orada çekmiştir:
“Damat Ferit Paşa’nın toplamı 1 yıl, 1 ay süren beş hükümetinin Anadolu karşıtlığını, dört yıl süren bütün Mütareke ve Kurtuluş Savaşı dönemine genelleyerek, bizim o yıllarda yalnız istilâcı Yunanlılara ve diğer İtilaf devletlerine karşı savaşmakla yetinmediğimizi, İstanbul hükümetiyle [de] aramızda bir tür iç savaş olduğunu ileri sürenler, bu madalyayı nasıl açıklayacaklar?”
Mete Tunçay, bu sarsıcı sorudan sonra İnönü’nün kızı Özden Toker’in kendisine madalyanın beratını bulamadıklarını aktarır. Yine de madalyanın İstanbul hükümeti tarafından verilmiş olması gerektiği kanaatindedir. İyi ama bu durumda Atatürk’e verilen madalyalar arasında neden bir “Sakarya madalyası” mevcut değildir? Madalya TBMM tarafından verilmişse bile Ankara’nın kendi askerlerini ödüllendirmek için “iç savaş” halinde olduğu Osmanlı devlet armasını taşıyan bir madalya kullanması yeterince çarpıcı bir durum değil midir?
Artık bir ipucu geçirmiştim elime. İlk hedef, İnönü Müzesi, ileri!
Yetkililer müzenin kapalı olduğunu ancak telefonla yardımcı olabileceklerini söylediler. Bu kötü haber bir iyi haberle teselli buldu: “Sakarya madalyası”nın aranan beratı (yani nişanın kim tarafından, ne için, kime vs. verildiğine dair açıklaması) bulunmuştu. Çözüm yolunda ufak da olsa bir adım atılmış demekti. Beratta şunlar yazılıymış:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkitabeti
Evrak ve Tahrirat Müdiriyeti
Aded:
29 Eylül 1337 (1921) Ankara
Garb Cephesi Kumandanı
Mirliva İsmet Paşa hazretlerine
Sakarya Meydan Muharebesi’nin zaferle tezevvücünü [buluşmasını] temin hususunda himmet ve gayret-i fevkalâdenize [olağanüstü gayretinize] mükâfaten işbu meydan muharebesinin bir hatırası olmak üzere bir kıt’a altın imtiyaz madalyasıyla taltîfiniz [ödüllendirilmeniz] tensîb kılınmıştır [uygun bulunmuştur] efendim.
Gazi Mustafa Kemal
Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi
Böylece Sakarya madalyasının İstanbul hükümeti tarafından değil, Ankara TBMM Hükümeti ve Gazi Mustafa Kemal Paşa tarafından verildiğini öğrenmiş bulunuyoruz.
Yine de sorun hallolmuş sayılmaz. Çünkü madalyanın üzerindeki anlı şanlı Osmanlı arması ve Sultan Vahdettin’e ait olan tuğra meselesi izaha muhtaçtır. İnkılap tarihlerimizde nicedir İstanbul hükümetiyle aralarındaki bütün köprüleri attığı söylenen TBMM, 1921 sonu gibi artık politik ayrışmanın iyice belirginleştiği bir tarihte bir madalya çıkarsın ve üzerine de kendi amblem, nam ve nişanını değil, sözde “hain” padişahın tuğrasını ve Osmanlı devlet armasını bassın.
Gerçekten de tuhaf bir durum karşısındayız. Ya bu madalya sahtedir ya da TBMM Osmanlı’ya özenerek gerekli izni almadan madalya kalpazanlığına girişmiş, sözüm ona savaş halinde olduğu bir ‘devlet’in (Osmanlı’nın) ayırıcı işareti olan armayı kendi arması olarak kabullenmekte herhangi bir sakınca görmemiştir.
Sorulara devam edelim mi?
Madalya için İstanbul’dan izin alınmış mıdır? Eğer alınmışsa yazışmalar nerededir? Ve eğer böyle bir izin verilmiş ise TBMM, bırakın bir iç savaş halinde olmayı, Osmanlı Devleti’ni de, Padişah’ını da bal gibi ‘metbu’ tanıyor, yani kendisini ona hukuken bağlı kabul ediyor demektir. Nitekim İnönü Müzesi’nde gördüğümüz madalya, Mustafa Kemal’in 1 Eylül 1915’te aldığı gümüş imtiyaz madalyasının görünüş bakımından aynısıdır. Sadece berat kısmında Padişah’ın değil, Meclis Başkanı’nın imzası vardır. O kadar.
“Sakarya madalyası”, düşüncelerimizi sarsıyor ve idrakimize sesleniyor: Tarihini iyi bilmeyenler şaşırmaya mahkumdurlar. m.armagan@zaman.com.tr

21 Aralık 2008, Pazar

Bir cevap yazın