• Home
  • Genel
  • İstanbul’da bir endülüs rüzgarı

İstanbul’da bir endülüs rüzgarı

İstanbul’da bir endülüs rüzgarı
Geçtiğimiz hafta sonu 3 gün boyunca Endülüslü “İslam feylesofu” İbn Rüşd konuşuldu Üsküdar-Bağlarbaşı’nda. Yerli yabancı pek çok bilim adamının katıldığı budüşünce şöleni (“sempozyum” şölen demektir zaten) ilgiyle takip edildi; özellikle de gençler tarafından.
Ah o gençler! Bu tür felsefi ve akademik yoğunluklu toplantılar dünyanın her tarafında dar bir ilim adamları zümresiyle sınırlı kalırken neden ve nasıl olduğunu hala tefsirde zorlandığım bir şekilde Türkiye’de kalabalık genç ve mütecessis nazarlar karşısında gerçekleşmekte, üstelik gösterilen ilgi, hiç de popüler tartışmalara gösterilenlerden aşağı kalmamaktadır. Doğrusu her şey kötüye bile gitse -ki böyle bir mutlak negatif “gidişat” muhaldir zannımca- sırf genç dimağlarda uyanmış olan bu ateşe bakarak bile umutlu olmak için pek çok sebep gösterebilirim.
Meşguliyetlerimin yoğunluğu nedeniyle sadece cumartesi günkü oturumları takip etme imkanını bulduğum sempozyumdan gelip gidenler vasıtasıyla malumat almaya devam ettim ve bazı tebliğ sahiplerinden tebliğ metinlerini temin edip okudum. Hızımı alamayıp kütüphanemde İbn Rüşd ile ilgili ne var yok masamın üzerine döktüm. Epeyce malzeme çıktığını görünce de gözüm korkmadı desem yalan olur! Her neyse, bu sayede İbn Rüşd hakkında epeyce metin okumuş oldum. Bir faydası daha oldu aramalarımın: Kütüphanemden İbn Rüşd’ün Tehafütü’t-Tehafüt adlı eserinin Mehmet Dağ tarafından yapılan Türkçe çevirisinin sırra kadem bastığını öğrendim! Çok önemli değil, zira yeni bir baskısı Kırkambar Yayınları’nda çıktı. Lakin aradığında kütüphanesinde var olduğunu bildiği bir kitabı başkasına kaptırmış olduğunu fark etmesinden daha üzücü ne olabilir ki bir hikmet sevdalısı için!
Cumartesi günü 3 oturum birden yapıldı. Birinci oturumda Prof. Mehmet Aydın ve Prof. Ahmet Arslan’ın ve yurt dışından katılan iki Batılı akademisyenin tebliğleri yeni boyutlar açtı İbn Rüşd’ün felsefesiyle ilgili. İflah olmaz bir İbn Bacceci olarak tabii bu oturumda beni en çok ilgilendiren tebliğ, araştırmacı dostum Burhan Köroğlu’nunki oldu. Köroğlu, “İbn Bacce’nin İbn Rüşd’e Etkileri” başlıklı tebliğinde, her iki Endülüslü filozof arasındaki bağı ve sürekliliği inceliyor. İbn Bacce’de rüşeym halinde kalmış bazı düşüncelerin İbn Rüşd tarafından nasıl geliştirildiğini başarıyla ortaya koyan Köroğlu, böylece İslam’ın Doğu kanadında egemen olan Kindi-Farabi-İbn Sina-Gazzali hattının karşısına farklı bir projeyle çıkan Endülüs-İslam felsefesinin ayırd edici taraflarını kuvvetle vurguluyordu. İbn Meserre’den itibaren belirginleşen bu çizgi İbn Tufeyl ve İbn Bacce ile devam etmekte ve İbn Rüşd ile en yetkin ifadesini bulmaktadır. İslam felsefesi kitaplarında genellikle gözden kaçırılan bu ayrışmayı ilk vurgulayan kişi, bildiğim kadarıyla Muhammed Abid el-Cabiri’dir.
Cabiri bu ayrışmanın yeni bir İslam düşüncesi “projesi” olduğunu ve ünlü fakih ve Edib İbn Hazm’a kadar geri götürülebileceğini söylüyor. Bu projenin Mağrip’teki Muvahhidi Devleti’nin ıslah projesiyle de örtüştüğünü belirten Cabiri, bu projenin temel meselesinin “beyan” ile “burhan”ı, yani din ile felsefeyi (o zamanlar bu kelime bilimleri de kapsıyordu) ayrı kulvarlara çekmek ve birbirlerine karışmalarını engellemek olduğunu belirtiyor. Nitekim İbn Rüşd’ün yazacağı Faslu’l-Makal’de hikmet (felsefe) ile şeriatın (din) aynı hakikatın memesinden süt emen iki kardeş olduğunu söylemesi, aynı hakikatın farklı dillerinden ibaret bulunduklarını vurgulaması bu projenin nihai neticesi olarak karşımıza çıkmış bulunmaktadır.
İbn Rüşd, bu yaklaşımıyla ilk dönem Oryantalistlerine “çifte gerçeklik” görüşüne sahipmiş gibi görünmüştür. Halbuki onun yaklaşımı, hakikatın iki tane olduğunu reddediyor ve iki dille konuştuğunu söylüyor ki bu da atlanmaması ereken çok önemli bir ayrım. Hakikat tektir fakta din avam-havass herkesi kuşatacak bir dille konuşurken, felsefe sadece seçkinlere hitap eder ve onun bilgisini halka yaygınlaştırmak haramdır, zira halka zarar verir İbn Rüşd’e göre.
Aslında hem sempozyum üzerine, hem de İbn Rüşd üzerine daha geniş olarak yazmak isterdim ne var ki, bu daracık sütuna ancak bu kadarını sığdırabildim. Cuma günkü Kültür Atlası köşemde bukonuya devam etmek istiyorum.
Son olarak rahmetli Mehmed Akif’in Safahat’ındaki şu mısraları zikrederek yazımı bitirmek istiyorum:
Medresen var mı senin? Bence o çoktan yürüdü.
Hadi göster bakayım şimdi de İbnü’r-Rüşd’ü?
İbn-i Sina niye yok? Nerde Gazali görelim?
Hani Seyyid gibi, Razi gibi üç beş alim?

One Comment

  • SamiSarac

    4 Şubat 2013 at 13:27

    Hocam Selamlar,
    Elinizde katıldığınız “İslam feylesofu-İbn Rüşd” sempozyumunun tebliğleri var mıdır? İstifade etmek istesem göndermeniz mümkün olabilir mi?
    Allah’a emanet olunuz.

    Cevapla

Bir cevap yazın