İstanbul’da ilk Kur’an ne zaman basıldı?
Eskilerin dilinde “Kur’an-ı Kerim Mekke’de nazil oldu, Kahire’de okundu, İstanbul’da yazıldı” diye bir kelam-ı kibar gezerdi.
Burada İstanbul’da her bir hattatın nasıl birer nefis matbaa makinesi gibi çalıştıklarına da ima olsa gerek. O kadar ki, hattatlar en güzel Mushaflarını Peygamber Efendimiz’in (sav) türbesine konulmak üzere Medine’ye hediye ederlerdi. Buna III. Ahmed’in kendi eliyle yazdığı iki adet Kur’an-ı Kerim de dahildir.
Matbaa Osmanlı topraklarına daha önce gelmesine rağmen Kur’an-ı Kerim’in basılmasına 19. yüzyılın son çeyreğine kadar izin verilmemiş olması ilginçtir. Burada muhakkak ki, asıl geçim kaynakları Kur’an-ı Kerim yazmak olan hattatları koruma gayesi rol oynamıştır ama sanırım temel kaygı şudur:
Yazma kitapta bir ayetteki hata silinip düzeltilebilirdi. Ancak basılı kitap, bitmiş bir kitaptı. Ona artık müdahale edilemezdi. Bu yüzden yapılacak en ufak bir hareke hatası geri dönülmez sonuçlara yol açar, ağır manevî sorumluluk gerektirirdi. Ayrıca Cevdet Paşa’nın dediği gibi, kutsal kabul edilen harflerin üzerine vurmak, ezmek, sıkıştırmak gibi o zamanki matbaacılık işlemlerinin Kur’an’a bir nevi saygısızlık anlamına geleceği korkusunun da rol oynadığını kabul etmeliyiz. Basılı formaların yerlere atılmaması, kırılıp katlanırken özenli davranılması ve basım süresi boyunca elemanların daima abdestli bulundurulması, hakikaten ciddi bir sorundu. Hatta eskiden Cağaloğlu’nda matbaası olan bir tanıdığım, sırf işçilerinin gereken titizliği göstermeyecekleri ihtimaline binaen Kur’an-ı Kerim basmıyordu.
Demek ki, matbaanın gelmesiyle her şey bitmiyor; bir de ona layık elemanları istihdam etmek, o dinî hassasiyete sahip kalfalar yetiştirmek de gerekiyordu. Ancak matbaacılar, özellikle kilit rolü oynayan mürettipler çoğunlukla gayrimüslimlerden yetişirdi. Bu durumda diyelim Karabet Matbaasına Kur’an’ın basım izni nasıl olup da verilecekti? Alın size bir dinî mesele…
Çemberlitaş’ta bugünkü sinemaların bulunduğu yerdeki Osman Efendi Matbaası
Nihayet Cevdet Paşa’nın öncülüğünde ilk Kur’an, Abdülaziz devrinde (1875) basılırsa da, bu işin kurumlaşması için birkaç sene daha beklemek gerekecektir. Anlaşılan, Devlet Matbaası’nda matbu Kur’an’a yönelik yoğun talep karşılanamaz. Abdülhamid de Kur’an’ın basım işini özelleştirmeye karar verir.
Kur’an’ı, yalan yanlış basıp ülkeye sokan Avrupalı tacirlerin elinden kurtarmak gerekmektedir ve bunun için de onu hem bol sayıda, hem de hatasız basabilecek bir Müslüman matbaacı bulunmalıdır. Ama nasıl?
İşte Abdülhamid’in uzun aramalardan sonra üzerinde karar kıldığı isim, aynı zamanda köklü bir hattat ailesinden gelen Matbaacı Hafız Osman Zeki Efendi’dir. Sarayın Başmabeynciliğine, yani bir bakıma Genel Sekreterliğine kadar yükselen Osman Efendi ile Abdülhamid’in dostlukları çocukluk günlerine dek uzanır. Abdülhamid içini dışını gayet iyi tanıdığı Osman Efendi’ye Kur’an basma ayrıcalığını (imtiyazını) vermekten öte, teşvik etmiştir.
1878’de kurulan “Matbaa-i Osmaniye”, 6 yıl sonra Çemberlitaş’taki yerine taşınır. İki katlı, dikdörtgen şeklinde bir binada faaliyet gösteren matbaada buharla çalışan 18 baskı makinesi vardır. Kur’an-ı Kerim’e vakıf bir hattat ailesinden gelen Osman Efendi, gereken saygı ve titizliği göstermekte olup matbaada tashih işini alimler yürütmektedir. Provası alınan formalar ilim adamlarınca titiz bir redaksiyondan geçirildikten sonra basılmaktadır. 1889’da ise hiç hata kaldırmayan bu işin güzelce tamamlanabilmesi için bu defa Hafızlar Meclisi’nin kurulduğunu görüyoruz. Unutmadan söyleyelim ki, bu meclis, Diyanet’in Mushafları İnceleme Kurulu’nun öncüsüdür.
Bundan sonra sürprizlere hazır olun derim:
İlk sürpriz: Şişli’deki Osmanbey semti Kur’an’dan kazanılan paralarla, yine Abdülhamid’in teşvikiyle matbaacı Osman Efendi tarafından kurulmuştur.
İkinci sürprizi bir soruyla sunayım: Devlet Matbaası’ndaki baskıyı saymazsak, bu ilk Kur’an matbaasının yeri nerededir? Cevap: Çemberlitaş’ın tam karşısında, altında sinemaların, alışveriş merkezinin bulunduğu devasa binanın yerinde. Üst katlarında ise FEM Dershanesi ile Fırat Kültür Merkezi faaliyettedir.
Doğrusu, defalarca konferans verdiğim, toplantılara katıldığım bu binanın yerinde bir zamanlar gece gündüz Kur’an-ı Kerim basan bir matbaanın bulunduğunu bilmek garip duygular uyandırdı içimde. Hatıralarımın yayını gerdi. Bir de sinsi bir soru hortladı: Acaba FEM ile FKM için burası özellikle mi seçilmişti?
Ancak yazıyı yazarken aradığım muhterem Uğur Derman beyefendi telefonda beni çarpan bir bilgiyi ışınladı satırlarıma. Hocası Necmeddin Okyay bir gün kendisine demiş ki: “Abdülhamid bu matbaanın kirli suyu için ayrı bir suyolu yaptırmıştır.” Sebebi mi? Elbette Kur’an-ı Kerim basılan sayfaların tozunun diğer kirli sularla birlikte kanalizasyona karışmaması için.
Abdülhamid üzerinde neden bu kadar duruyorsun diyenlere daha sıkı bir cevap veremezdim herhalde.
Bu yazıda Osman Efendi’nin torunlarından N. Kuran Burçoğlu’nun “Tarih ve Toplum”un Mayıs 2001 sayısındaki makalesinden yararlanılmıştır. m.armagan@zaman.com.tr
11 Ekim 2009, Pazar