Kadınlara askerlik ve Atatürk!

Kadınlara askerlik ve Atatürk!

Bugünlerde Yalçın Küçük’ün Aydınlık Zından’ıyla fazla hemhal olduğumdan mı nedir, tarihin, özellikle yakın tarihin yeniden ayakları üzerine oturtulması meselesi gündemimin madde başı olmaya devam ediyor. Aydınlık Zından’da ilk Hatay Cumhurbaşkanı Tayfur Sökmen’in Hataylı olmadığı halde nasıl cumhurbaşkanı yapıldığından Mahir Kaynak’ın KGB tarafından nasıl deşifre edildiğine kadar pek çok ilginç ayrıntı peş peşe sıralanıyor.
Kimi görüşlerine itirazım olsa da Küçük’ün beni en fazla etkileyen tarafı, ahlakî bir sosyalizm derdinin ve davasının olması; daha doğrusu, sosyalizmi bir ahlâk meselesi haline getirmesi ve bu noktada ısrarla direnmesi. Hangi davadan olursa olsun, meselesine bir varolma meselesi olarak bakan ve aşkla, şevkle, yılmadan direnen hiç kimse bana yabancı değildir.
* * *
Tarih ve Toplum’un Mart 2000 sayısında Hasan Ünder’in “Atatürk ve kadınların askerliği” başlıklı ilginç bir yazısı yer alıyor. Yazıda Atatürk’ün kafasında, seçme ve seçilme hakkını tanırken kadınlara eşitliğin bir gereği olarak askerlik mecburiyeti getirilmesi fikrinin olduğu anlatılıyor.
Soru önemli: Kadınlara siyasî hakların tanınması, “ne karşılığında” gerçekleşmiştir?
Bu meselenin 1920’lerin sonları ile 1930’ların başlarında kamuoyunu ve idarecileri fazlasıyla meşgul ettiğini görüyoruz. Türk kadınına seçme ve seçilme hakkının dünyadaki pek çok gelişmiş ülkeden önce verildiği iddiası, bir iftihar beratı olarak taşınmaktadır “ilerici” kadınlarımız tarafından.
Oysa meselenin hakikati şu ki, zaten ataerkillik, kadınların aşağılanması ve cinsel ayrımcılık dediğimiz hadisenin kendisi Avrupa menşelidir ve dünyanın başka coğrafyalarında bu ayrımcılık burjuva toplumlarında ulaştığı sistematik düzeye hiçbir zaman ulaşabilmiş değildir. İtalya’da, Fransa’da, Yunanistan’da kadınlara ancak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra verilebilmiştir siyasî hakları. Hatta İsviçre’de bildiğim kadarıyla 1970’leri bulmuştur. Yani Avrupa bu alanda ölçü olamaz, zira kadınların siyasal hayattan en fazla ve en sistematik bir şekilde dışlandığı toplumlardır Batı toplumları tarih boyunca.
Nitekim kadınlara siyasî hakların verildiği ülkelere bakacak olursak, bu tarih sıralamasında gelişmiş denilebilecek ülkelerin geri sıralarda, aksine az gelişmiş denilen ülkelerin ön sıralarda bulunduğunu görürüz.
Gelelim meselenin öbür veçhesine. Türkiye’den önce Yeni Zelanda’dan Rusya’ya kadar tam 28 ülke kadınlara seçme ve seçilme hakkını tanımıştır. Bunlara muz cumhuriyetleri de dahildir.
Şimdi bu neyi gösteriyor? Demokrasinin Avrupa dışında daha kuvvetli ve etkili bir şekilde uygulandığını mı? Elbette değil. Mesela bugün Mozambik Millet Meclisi’nde kadın milletvekili oranı hakkında bilginiz var mı? Tamı tamına yüzde 25. Yani dört milletvekilinden birisi kadın. O zaman Mozambik bizden de, Fransa’dan da ileri, öyle mi?
Sakat olan mantık bu zaten.
* * *
Türkiye’de kadınlara siyasî haklarının tanınması konusu da öyle zannedildiği gibi kolay gerçekleşmiş değildir. Türk Kadınlar Birliği, II. Meşrutiyet döneminden itibaren iktidarların dikkatlerini bu meseleye yönlendirmek için ciddi çalışmalar içindedir ve Cumhuriyet’in ilanından itibaren yönetimi sıkıştırıp durmaktadır. Fakat her seferinde atlatılmakta ve ertelenmektedir. Birkaç defa bizzat Atatürk’e anlatırlar meseleyi; ancak nasihatten başka bir şey alamazlar. Atatürk’e göre kadınların talep ettikleri siyasî haklar karşılığında erkekler gibi bir bedel ödemeleri gerekmektedir. Bu bedel de zorunlu askerliktir. Eğer seçme ve seçilme alanında eşitliğe kavuşmak istiyorsa kadınlar, askerlik gibi erkeklerin aleyhine eşitliği bozan bir duruma da razı olmalıdırlar. Ona göre “vazife mukabili olmayan hak mevcut değildir”.
Nitekim 30 Haziran 1933’te Ankara Hukuk Fakültesi’ndeki kız öğrenciler milletvekili olmak istediklerini söylediklerinde “Niçin mebusluk istiyorsunuz da askerlik istemiyorsunuz?” diye sorar. Kasım 1934’te Ankara Kız Lisesi’ni ziyareti sırasında kız öğrencilerin sıkıştırması üzerine, “Mebus seçer ve mebus olursunuz; fakat aynı zamanda asker de olacaksınız.”
Atatürk’e göre askerlik bir vatandaşın “en büyük vazifesi”dir. Kadınlar bu vazifeden kaçtıkları sürece, yarım vatandaş olarak kalmaya mahkûm olmaktadırlar. Kısacası, Atatürk’ün formülü şudur: Askerlik varsa mebusluk var! Pazarlık bu formül üzerinden yürütülmektedir.
Kadınlar kararlıdır! Meclis’in önünde yürüyüş yaparlar ve “Atatürk bizimle görüşmeden buradan bir yere gitmeyiz”, diye haber gönderirler. O gün, Atatürk, Türk Kadınlar Birliği yöneticilerini kabul eder ve mebus seçilme hakkının tanınacağına söz verir.
Tarihin tersinden yazılması hakkında bir kanun mu var yoksa?

Bir yanıt yazın