• Home
  • Genel
  • Libya’da bir Osmanlı şehzadesi

Libya’da bir Osmanlı şehzadesi

İslam dünyasında esmekte olan ‘devrim fırtınası’, tarih aynasının sık sık yer değiştirmesine sebep oluyor. Bir gün Tunus, öbür gün Mısır, şimdi de Libya var görüntüde.

Libya tarihi bir bakıma bizim tarihimiz. İster Anadolu yerlilerinin göçürülmesi ve yerli kızlarla evlenmeleriyle oluşan “Kuloğulları”yla yüzleşin, ister Malta kuşatmasında şehit düşen Trablus’taki Turgut Reis’in Beşiktaş’taki Barbaros’a gönderdiği selamı işitin. Pakistanlı Muhammed İkbal’in bir şiirinde Peygamber Efendimiz’in (sas) kendisine ‘Dünyadan bana ne getirdin?’ diye sorması üzerine içinde Trablusgarb’da dökülen Türk şehit kanları bulunan bir şişe takdim etmesi de, 1991’de Libya Dışişleri Bakanı Busayri’nin şu nefis sözleri de daima hatırlanacak güzelliklerdendir:

“Biz Türkiye’yi eleştiriyoruz, zira onu çok seviyoruz. Türkiye’yle özel bağımız var ve İslam’ı 6 asır savunmuş olan Türk halkına saygı duyuyoruz. Bazı ülkeler yanlış yapınca fazla ilgilenmeyiz. Fakat Türk kardeşlerimizi, uzun bir ortak tarihin getirdiği hakla eleştiriyoruz.”

Aslında Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’nda ilan ettiği cihada can u gönülden katılan nadir Müslüman halklardan biriydi Libyalılar. Daha birkaç yıl önce İtalyanlara karşı ortak bir cihadı beraberce yürüttükleri Türkleri desteklemeyi boyunlarının borcu olarak görmüşlerdi. İşgale uğrayan topraklarını Türkiye’den giden bir avuç subay ve erin yerli halkla el ele vererek Mondros Mütarekesi’ne kadar savunmaları, iki halk arasında kopmaz bağlar temin etmişti.

Lozan’da Libya’yı kaderine terk eden Türkiye, bağımsızlık yolunda onun en büyük destekçilerinden olmuş ve hatta Menderes döneminde resmen silah yardımında bulunmuş, hatta bir valimizi başbakan olmak üzere Libya’ya “ihraç” etmiştik. “Arap Kaymakam” lakaplı bu vali Sadullah Koloğlu’dur ve tarihçi Orhan Koloğlu’nun babasıdır. Dahası var: Ümran Yetişal adında bir generalimizi orduyu, Abdüsselam Busayri’yi de Dışişleri’ni organize etmesi için göndermiştik.

 

Trablusgarb mücadelesi, yakın tarihimizin dönüm noktalarından biridir. 100 yıl önce İtalyanların başlattıkları saldırı sonucunda kıyı şeridi işgal edilmiş ama iç bölgeler fazla etkilenmemişti. Sultan Abdülhamid’in depolara yığdırdığı silahları gereksiz bulup Balkanlar’a aktaran İttihatçılar, bu toprakları savunmasız bıraktıklarını geç de olsa anlayacak ve Mahmud Şevket Paşa’nın emriyle halkın çok saydığı Şeyh Sünusi’nin önderliğinde bir savunma hattı oluşturmayı deneyecekti. Libya operasyonu, Teşkilat-ı Mahsusa’nın ilk eylemi sayılır. Çaresiz kalan devlet, aczini kişisel kahramanlıklarla telafi etmeye çalışacaktır.

Libya’ya giden ilk başbakan olan Adnan Menderes ile son giden (Kasım 2010) Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Turgut Reis’in türbesini ziyaretleri sırasında çekilen fotoğraflar.

Mısır üzerinden gizlice girilecekti Libya’ya. Enver Paşa, Mustafa Kemal, Fethi (Okyar) gibi öncüler hemen halkı örgütlemeye giriştiler ve İtalyanlara baskınlar yapıp silah ve cephane eksiklerini giderdiler. Böylece düşman sahile saplanıp kalacak ve iç bölgelere bir türlü nüfuz edemeyecektir.

Akdeniz’de İngiliz ve İtalyan gemileri kuş uçurtmuyordu. Almanlardan yardım istemiştik. Onlar da denizaltı gemileri göndererek silah, cephane, ilaç, araç gereç ve asker çıkarmakta yardımcı olmuşlardı. Halen protestoların şiddetlendiği Mısrata, Osmanlı askerî üssüydü.

Balkan Savaşı başlayınca Genelkurmay subaylarımızın dönmesini istedi. Şeyh Sünusi ise kalmalarını istiyor, giderlerse direnişin çökeceğine inanıyordu. Ancak Ekim 1912’de Uşi Antlaşması imzalanmış ve Bingazi ile Trablusgarb İtalyanlara bırakılmıştı ama Osmanlı Devleti, Libya’dan tamamen kopmak istemiyordu. Zira halkın Osmanlı’ya sevgisi ortadayken Afrika üssünü İtalyanlara teslim etmek akılsızlık olurdu. Libya terk edilmemeliydi. Edilmedi de. Gönderilen subaylar mücadeleye devam ediyorlardı. Lakin karizmatik bir baş aranıyordu. Bu baş, V. Murad’ın torunu Osman Fuad Efendi olacaktır.

Osman Fuad Efendi, 1894’te doğmuş, askerlik mesleğini tercih ederek fahri generalliğe getirilmiş ve Libya’da görevlendirilmişti. Nisan 1918’de “icabında merkezi tanımayarak müstakil hareket etmek yetkisini haiz olmak üzere” grup komutanı sıfatıyla bir denizaltı gemisiyle Derne’ye hareket etti. 60 Türk subayıyla Trablusgarb’a ulaştı ve yaklaşık 6 ay boyunca başarılı operasyonlara imza attı.

Şehzade Osman Fuad Efendi’nin Libya’ya gidişi yerli halk üzerinde olağanüstü bir etki yaptı. Bir coşku dalgası kapladı halkı. Mücadele tekrar kızışmıştı ki, Mondros Mütarekesi’nin haberi geldi. Tabii Şehzade’den en yakın İtilaf kuvvetleri komutanlığına teslim olması istendi. Buna karşılık Osman Fuad, bizzat padişahtan emir gelmedikçe silah bırakmayacağı cevabını verdi. Subay ve ordusunu İtalyanlara teslim etmek istemeyen Tümgeneral Osman Fuad, merkezin emrini dinlemeyerek çöle doğru çekilmiş ve kuvvetlerini Tunus’a geçirmişti. Ancak merkezden gelen ikinci bir emirde Trablusgarb’ın İtalyanlara bırakıldığı belirtilince geri dönüp İtalyanlara teslim olmuş, Napoli’de 8 ay esir kaldıktan sonra Ekim 1919’da İstanbul’a dönmüştü.

Bundan sonra Süveyş cephesinde görevlendirildiğini görüyoruz. Stratejik bir görüşme yapmak üzere gittiği Almanya’dan dönüşte bindiği denizaltı gemisi İngilizlerin hücumuna uğramış, alelacele gemiye binerken demir kapağın çarpması sonucu başından ağır bir yara almıştı. 1915’te Sina cephesinde görürüz onu. Başındaki yaranın yeniden iltihaplanması üzerine ameliyat olmak üzere Almanya’ya gider. 1924’te görev icabı Roma’da bulunmaktadır. Bir gün ajanslar Osmanlı hanedanının sürgüne yollanacağı haberini geçtiler. Sürgün listesinde kendi ismini de okudu; yıkılmıştı. Memleketi için yıllarca hizmet veren ve “gâzilik” rütbesine nail olan şehzade-general, sırf hanedandan diye sınır dışı edilmiş, bir günde vatansız olmuştu. O günlerde askerî bir kurye, kendisine bir posta ulaştırdı. Mektup Mustafa Kemal Paşa’dan geliyordu. “Ana vatan dışında kalışınız için çok esef ederim. İstisna yapamadım. Kanun umumi idi.” diyordu, eski silah arkadaşı için istisna getiremediğini bildiriyordu.

Bu acı kararın üzerinden 49 yıl geçmişti ki, 19 Mayıs 1973’te Nice’te sefalet içinde yaşadığı üçüncü sınıf bir otel odasında hastalanmış ve bir hastane odasında yalnız başına ölünce Paris’teki Bobini Mezarlığı’na defnedilmiştir. O günlerde TBMM, Osmanoğulları’nın Türkiye’ye girişini serbest bırakacak kanunu çıkartmakla meşguldür. Beklenen kanun Osman Fuad’ın ölümünden bir gün önce çıkmıştır ya, bu “Libya Kahramanı” haber kendisine ulaşamadan son nefesini vermiştir.

Gördüğünüz gibi Libya’nın tarihi Osmanlı tarihine lehimlenmiş gibidir.


27 Şubat 2011, Pazar

3 Comments

  • Mukremin

    2 Mart 2011 at 22:01

    Mukemmel bir yazi Mustafa bey, Tarih aynasi programi hangi gunleri cikiyor? Galiba ben genelde tekrarini izliyorumda.

    Yanıtla
  • Muhammed Alper Tekin

    3 Mart 2011 at 08:51

    Çok güzel ve bilmediklerimizi öğretici bir yazı olmuş. Hocamızın eline sağlık. Benim merak ettiğim, Mustafa Kemal Paşa, madem ki silah arkadaşı için bu kadar üzülmüş; Türkiye Cumhuriyeti’nin inkılap tarihini oluşturan Nutuk adlı eserinde neden hiç bahsetmemiş? Neden, sonraki nesiller Trablusgarp’tan 1912’de çıkıldığını ve mücadelenin devam etmediğini zannediyorlar? Bu bilgi ve kahraman şehzade Osman Fuad Efendi, neden gizlenmiş? Ruhu şad olsun.

    Yanıtla
  • Mustafa Armagan

    7 Mart 2011 at 11:15

    Tarih Aynası her Pazar Mehtap TV’de saat 11.30’da yayınlanıyor. Diğer günler tekrarları var. Selamlar

    Yanıtla

Bir yanıt yazın