Menbic’de bir şehidimiz var!

Menbic’de bir şehidimiz var. Bundan 895 yıl önce Menbic’i işgalden kurtarabilmek için mücadele veren bir Artukoğlu gazisi kaleden atılan bir okla hayatını kaybetmiş ve cenazesi Halep toprağına defnedilmişti. Bilelim ki bu unutulmuş gazimizin gömleği Selahaddin Eyyubî kokar.

Menbic veya halk dilindeki söylenişiyle Münbic’de PYD/YPG varlığı ABD askeri tarafından ayakta tutuluyordu. Sözde Kürt kantonlarından biriydi. Türkiye’nin gözünü boyayabilmek için gözde burayı PYD/YPG’nin ‘boşalttığını’ söylediler uzun süre. Boşaltmadılar ve Türkiye’nin sabrını taşırdılar sonunda. Şimdi Barış Pınarı harekatıyla Türk ordusu ve Özgür Suriye Ordusu Telebyad ve Resulayn’dan sonra Menbic yolunda.

Şu nokta çok iyi bilinmelidir ki, Fırat Kalkanı harekâtı Menbic şehri PYD/YPG’den temizlenmedikçe başarıya ulaşmamış sayılacak ve sınırımızdaki ‘terör koridoru’ tehdidi sona ermeyecektir.

Bilelim ki, Afganistan’dan Libya’ya, Yemen’den Bosna’ya kadar yaşadığımız dramların altında bir İslam birliği oluşturulamayışı yatmakta. Nüfusu iki milyara yaklaşan bir dinin mensupları içine düşürüldükleri zaaf uçurumlarından çıkmaya çalıştıkça yukarıdakiler tarafından ellerine tekmeler indirilmekte, böylece yeniden dipleri boylamaktadır.

Daha kötüsü, kimse de kimsenin yarasına merhem olabilecek mecalde değildir. Birazcık başını kaldırmak isteyen Osmanlı’nın varisi Türkiye’nin başına gelen FETÖ darbe girişiminin ilk olmadığını ve bu tavrını devam ettirdiği sürece son da olmayacağını bilerek müteyakkızane hareket etmek şarttır.

Hep olduğu gibi Sultan 2. Abdülhamid bizi bu noktada da uyarmakta, “Bize uyku haram olmuştur. Daima uyanık, müteyakkız bulunmak bizim için farz-ı ayn olmuş” sözleriyle adeta bugüne dünden bir projektör tutmaktadır.

Şimdi isterseniz bugünkü hadiselerden biraz uzaklaşalım ve düne, bundan dokuz asır öncesine kanatlanalım ve aynı bu devirdeki gibi bir parçalanmış manzara, kırık bir harita gibi görünen İslam aleminin içine düştüğü bataklıktan nasıl çıkabildiğine, bunda hangi kahramanların baş rolü oynadığına ve özellikle de birisinin, Belek Gazi’nin destanî mücadelesine zayıf da olsa bir miktar ışık düşürelim.

Haçlılar Anadolu’da

Haçlı seferleri biraz üstünkörü anlatılıp geçilir bizde. Oysa bu seferler doğrudan bizim burada oluşumuzla yakından alakalı oldukları, kimliğimizin şekillenmesine doğrudan etkileri olmaları bakımlarından dikkatle incelenip öğretilmelidir ki, insanımızda hakikaten kalıcı bir tarih bilinci gelişebilsin.

Öte yandan Osmanlı Devleti’nin Balkan fütuhatına kadar devam eden Haçlı tehlikesinin nasıl bu tarihten itibaren Anadolu’ya dokunamadığını, Rumeli’de kurulan kaya gibi setle her seferinde daha başlarken kesildiğini görmek için herşeyden önce Osmanlı’yı tanımak ve sevmek gerekir.

Asırlarca Anadolu toprağına Haçlı ayağı değdirmemiş olan Osmanlılara bir de kalkmış bazı akılsızlar yok Anadolu’ya çivi çakmadı, yok Anadolu insanını cephelerde bozuk para gibi harcadı türünden akla ziyan herzeler ortaya atıyorlar. Hakikatle hiç alakası yoktur ve Anadolu’yu Anadolu yapanlar, işte Alparslan’ın, Melikşah’ın, Süleymanşah’ın, Kılıç Arsan’ların, Belek Gazi’nin başlattıkları cihad çizgisini tutarlılıkla sürdüren Osmanlı ceddimiz olmuştur.

Gaza kılıçları

Bilelim ki, Sultan Alparslan’ın oğlu Sultan Melikşah, Selçuklu’nun Kanuni’sidir ve saltanat yılları devletinin en parlak devridir. Onun som İslamî bilinci, himaye ettiği Ömer Hayyam ve İmam Gazali gibi parlak ilim adamları, yaptırdığı görkemli medreseler ve camiler yanında Antakya’dan Akdeniz’e çıktığında atını denize sürüp kılıcını üç kere tuzlu dalgalara çaldıktan sonra Allah’a şükretmesinden bellidir. Sonra Antakya’nın kumunu alıp sevgili babasının Merv’deki türbesine götürüp dökerken “Baba, başlattığın cihad denizlere vardı” diyen de Melikşah’tan başkası değildir. Tamamen bir gaza idealiyle hareket etmiş ama ne yazık ki büyük Selçuklu hakanı olarak hayata çok genç yaşta, henüz 40’ına varamadan veda etmiştir.

Sultan Melikşah büyük ihtimalle zehirlenerek vefat ettiğinde 38 yaşındaydı ve yapılacak daha çok işi vardı. Tarihçi Urfalı tarihçi Matheos’un deyişiyle 1090 yılında Bağdat’a “Dünyayı fethetmeye gider gibi” hareket etmişti. Onun ölümü üzerine Selçuklu tahtında iç kavgalar yeniden başlayacak, bu çatışmalar zamanla İslam alemine de sirayet edecek ve artık Selahaddin Eyyubi’nin Kudüs’ü fethine kadar sürecek olan bir fetret devri perdesi açılacaktı tarihimizde.

İslamın gaza ideali büyük bir fedaisini kaybetmişti ama Selçuklular İslam alemini birleştirmenin formülünü Müslümanların damarlarına zerketmeyi başarmışlardı bir kere. İlim, gayret, Allah rızası için savaş, yani “din Allah’ın oluncaya kadar” cihad…

İşte bu altın zincirin Melikşah’tan sonraki halkalarını Selçuklu tarihçisi Prof. Dr. Osman Turan şöyle tespit ediyor:

  • 1. ve 2. Kılıç Arslan’lar,
  • Sultan Mesud,
  • Atabey ve Mahmud Zengiler,
  • Selahaddin Eyyubi,
  • Memluk Sultanı Baybars.1

Ana hatlarıyla doğru ama burada Anadolu Türkleri ve Türk beylikleri içindeki, Büyük Selçuklu’yu Selahaddin Eyyubi’ye bağlayan altın halkaları gözden kaçırmak doğru olmaz. İşte Haçlılara karşı gaza idealiyle kılıç sallayan bu mübarek gazilerimiz Mevdud, Aksungur, İlgazi ve özellikle Belek Gazi’yi mutlaka hatırlamamız ve hafızamızın tavanına gümüş çivilerle asmamız gerekir.

Sultan Melikşah’ın 1092 senesindeki vefatı, Haçlı seferleri için fırsat kollayan Bizans’a ve Katoliklere altın bir fırsat vermişti. Müslümanlar başlarında güçlü bir lider olmazsa kolayca parçalanacaklar ve Kudüs başta olmak üzere Hıristiyanlığın kutsal şehirleri ‘kâfirler’ dedikleri Müslümanlardan geri alınacaktı.

Nitekim üç yıl sonra Papa 2. Urbanus bir çağrı yaptı ve 1096 baharında ilk Haçlı grubu harekete geçti. Ertesi yıl İznik’te başlayan Selçuklu çekilmesi Eskişehir’e kadar uzandı, burada 1. Kılıç Arslan yenildi, ardından Çukurova elden çıktı. Sonra Haçlı sürüleri Urfa’ya vardılar ve burada güçlü bir Haçlı Kontluğu kurdular. Nihayet Melikşah’ın fethetmiş olduğu Antakya düştü (1098), burada da bir Haçlı devleti kuruldu.

Haçlılar yürüyüşlerine devam ederek son yıllarda ismini çokça duyduğumuz Suriye sınırımızdaki Azez’e girdiler ve güneye doğru yollarına devam ettiler. Bunun üzerine 1099 yılının 22 Ocak’ında Haşhaşiler ile Haçlılar bir anlaşma yaptılar. Bundan sonra bölgeyi istikrarsızlaştırma yolunda işbirliğine gideceklerdi.

Belek Gazi er meydanında

Haçlılar ilerliyor, önlerine çıkan kaleleri birer birer düşürüyor veya Hama, Humus beyleri gibi korkaklarla anlaşa anlaşa sınırlarını genişletiyorlardı. Hedef Kudüs’tü ve nihayet 7 Haziran 1099 günü onbinlerce Haçlı o tarihte Şii Fatımîlerin elinde bulunan Kudüs önlerinde tam saf olmuştu. Tam da 15 Temmuz darbe girişiminin yaşandığı gün (ne rastlantı!) Kudüs’e girdiler ve tarihin midesini bulundıran, şehrin surlarının yüzünü ebediyyen kızartan korkunç bir katliama giriştiler. Ardından Beyrut, Sur, Trablus gibi merkezler sırayla Haçlılara teslim olacaktı.

Velhasıl Sultan Melikşah’ın kudret şemsiyesi İslam aleminin üzerinden kalktıktan sadece 7 yıl sonra Müslümanların kalbgâhı Hıristiyan mızrağıyla delik deşik olmuştu. Görünüşe göre daha da olacaktı ki, Anadolu içlerinden hiç beklenmedik bir huruç harekâtı başladı. Ne yazık ki sonunda kaba kacağa sığmaz Osmanlı gazilerini meyve verecek olan bu göz alıcı destan, kitaplarımızda yeterince (veya bazılarında hiç) işlenmiş değildir.

İşte Kudüs’ün düşmesinin üzerinden iki yıl geçince Danişmendoğullarından Gümüştekin Malatya yakınlarında Haçlıların Antakya hakimini yenip esir alacak, ardından I. Kılıç Arslan ile güç birliği yaparak Lombardiya Haçlılarını Orta Karadeniz’de ağır bir yenilgiye uğratacak, 1104 yılında bu defa Musul atabeyi Çökürmüş ile Artukoğullarından Sökmen Beyler elbirliği ederek Urfa Haçlı Kontu Joscelin’i yenip esir alacaklar ve Harput kalesinde zindana atacaklardı.

Böylece Anadolu’da filizlenen cihad ruhunu yöneten yine Melikşah’ın oğlu büyük Selçuklu Sultanı Muhammed Tapar olacak, önce Musul atabegi Mevdud’u, onun 1113’de bir Haşhaşi tarafından şehid edilmesi üzerine yerine Aksungur’u, sonra İlgazi Beyi ve onun da ölmesi üzerine Haçlılara karşı cihad bayrağını yükseltecek olan Belek Gazi bayrağı devralacaktı.2

Hayatını Haçlılarla savaşa adamış bulunan Belek Gazi (ona ‘Balak’ diyenler Haçlılar ve Ermenilerdir) hakikaten emsalsiz bir yiğit kumaşına ve cihad ruhuna sahipti. Sadece bu son iki yılında Büyük Selçuklu Sultanı tarafından atandığı Haçlılara karşı cihad komutanlığıyla bile tarihe altın harflerle geçmesi gereken Belek Gazi, Selahaddin Eyyubi’nin üç nesil sonra tekrar İslam birliğini kurmasına giden yolu döşeyen kahramanlardan biridir.

Ne var ki Belek Gazi tam Menbic’i kurtarmak için mücahede ederken kaleden kimin attığı belli olmayan bir okla şehid olmuş3 ama kendisinden sonrakilere cihad ve İslam birliği fikrini miras bırakmıştır. Mükrimin Halil Yınanç hoca onun şehadetine giden olayları şöyle özetlemiştir:

Belek, bizzat gelerek, kaleyi kuşattı. (Yukarıda adını andığımız Gümüştekin’in oğlu) İsâ franklara haber göndererek, yardımlarını istedi. Urfa kontu Joscelin bütün haçlı senyörlerini ve şövalyelerini maiyetine çağırdı. O devirde emsalsiz şecaati ile pek tanınmış olan Maraş ve Keysum kontu Geoffroy ile Delük ve Râban senyörü Mahuis başta olmak üzere, senyör ve şövalyelerin ekserisi onun maiyetinde toplandılar ve 10.000’den fazla atlı ve piyade ile, Manbic’e doğru yürüdüler. Bunu duyan Belek, muhasarayı bırakarak, düşmanları karşılamağa gitti. Manbic yakınında, 18 rebiülevvel (5 mayıs) pazartesi sabahı başlayan şiddetli ve kokunç muharebe, Türklerin katî muzafferiyetleri ile sona erdi.”4

Haçlıları yenmiştir ama Menbic’i düşürememiştir henüz. Bu sırada Haçlıların Sur şehrini düşürmek üzere olduklarını haber alan Belek Gazi, tam yardımlarına gitmek için hazırlık yaparken “kaleden atılan bir ok, onun sol köprücük kemiğine isabet ederek, saplandı. Rivayete göre, bu oku bizzat kale müdafii İsâ atmıştı. Belek oku çıkardı, ona tükürerek, “bu ok, bütün İslamlara vurulmuş bir darbedir” dedi ve bir az sonra da ruhunu teslim etti (6 Mayıs 1124, Salı)”.5

Şehit emirin cenazesi Haleb’e getirilir ve burada Hz. İbrahim’in makamı önüne defnedilir. Üzerine sonradan bir türbe yapılırsa da bugün Şam Müzesi’nde bulunan sandukasındaki bazı Kûfi yazılı parçalardan başka herhangi bir iz kalmamıştır. Tam tabiriyle hâk ile yeksan olmuştur.

Olsun dostlar… Üstad Mükrimin Halil Bey’in dediği gibi Belek Gazi “Türklük ve Müslümanlığın Haçlılara karşı çıkardığı yiğitlerden biri”ydi. Onun ateşin mirasını Zengiler devralacak, onların hazırladıkları tarladan da “Şarkın en sevgili Sultanı” Selahaddin Eyyubi boy verecekti.6

Allah onlardan ve askerlerinden razı olsun.

1 Osman Turan, Türk Cihân Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi: Türk Dünya Nizâmının Millî İslâmi ve İnsânî Esasları, cilt 1, 3, baskı, İstanbul 1979 (ilk baskı: 1968), Nakışlar Yayınevi, s. 307.
2 Ramazan Şeşen, Kudüs Fatihi Selâhaddin Eyyûbi, İstanbul, 2013, Yeditepe Yayınevi, s. 19.
3 İbnu’l-Esir, İslâm Tarihi: El Kâmil fi’t-Tarih Tercümesi, cilt X, Çeviren: Abdülkerim Özaydın, Bahar Yayınları, s. 489.
4 Mükrimin Halil Yınanç, “Belek”, İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 1979, MEB, cilt 2, s. 472.
5 Yınanç, aynı yer.
6 Şeşen, age, s. 17-26.

Bir yanıt yazın