Bundan 60 yıl önce Adnan Menderes hükümeti, Türk Silahlı Kuvvetleri içinde darbe yanlısı oldukları tespit edilenleri bir çırpıda temizleme cesaretini göstermiş, adeta “darbe gibi” bir operasyonla bütün kuvvet ve ordu komutanları ile 150 albayı görevden almıştı.
Bu çarpıcı tasfiye, TSK’da gerçekleştirilen en geniş kapsamlı ve en hızlı operasyon olarak tarihe geçmiştir. Öte yandan iktidar, 10 yıl sonraki 27 Mayıs darbesinin pimini de çekmiş oluyordu.
Genellikle Menderes hükümetinin 1950’de güvenoyu alır almaz ilk “işi”nin ezanı “Arapçaya çevirmek” olduğu söylenirse de, bu pek doğru değildir. Belki kanun değişikliği anlamında doğru ama “icraat” planında sadece 10 gün önce, radikalliği bakımından ezandan aşağı kalmayan bir iş başarılmıştır.
Birileri haklı olarak soruyordu: Çiçeği burnunda Başbakan bu deli cesaretini nereden buluyordu? Hangi akla hizmeten ordunun harcamalarını kısıyor, üstelik Genelkurmay Başkanı’ndan tutun da terfi bekleyen albaylara kadar yüzlerce subayı ordudan atıyordu? Emekli Org. Sabri Yirmibeşoğlu, hatıralarında harcamalardaki kısıntının ordu üzerinde “soğuk duş etkisi” yaptığını, tasfiyenin ise memnuniyetsizlik doğurduğunu açıkça yazmaktadır.
Bazı mahfillerin gözünde Adnan Mende-res’in mimlenmesinin gerçek sebebi, orduyu siyasî otoriteye tâbi kılma girişimiydi. Başbakan bu cesareti kendisinde bir daha bulamayacak olsa da, yıllar sonra ödeyeceği cezayı daha o günden hak etmişti.
Peki olay nasıl gelişmişti?
DP seçimi yeni kazanmıştı ki, birkaç gün sonra birkaç üst düzey komutan toplanıp Cumhurbaşkanı İnönü’yü ziyarete gittiler. Ona, iktidarı devretmemesini söylediler ve bir işaret verdiği takdirde seçimleri iptal ettirip yeniden Tek Parti dönemine dönmeye kararlı olduklarını bildirdiler.
Öte yandan 5 Haziran günü ihbarcı bir albay, Menderes’i Başbakanlık konutunda ziyaret ederek İnönü’ye bağlı generallerin 8 Haziran’ı 9’una bağlayan gece bir darbe yapacaklarını bildirdi. Bunun üzerine harekete geçen Başbakan, önce Milli Savunma Bakanı ve bazı milletvekilleriyle durumu değerlendirdikten sonra bilgiyi Cumhurbaşkanı Celâl Bayar’la paylaşır. Aynı gece Çankaya Köşkü’nde tasfiye operasyonunun düğmesine basılır.
İhbarın bir albaydan gelmiş olması, ordu içinde bir ayrışma olduğunu gösterir. Genç subaylar DP’yi tutarken, yaşlılar cephesi, CHP yandaşıdır.
6 Haziran 1950 günü tasfiye başlar. Genelkurmay Başkanı Abdurrahman Nafiz Gürman ile Genelkurmay İkinci Başkanı, Deniz ve Hava Kuvvetleri komutanları ile üç ordu komutanı (toplam 16 general) görevden alınmış, Genelkurmay Başkanlığı’na Kara Kuvvetleri Komutanı Nuri Yamut getirilmiş, diğerlerinin yerlerine de atamalar yapılmıştır. Ayrıca birkaç ay içinde 150 albay daha emekliye sevk edilecektir.
Dikkat çeken nokta ise tasfiyenin özellikle CHP çevrelerinde ve yayın organı olan “Ulus”ta üzüntüyle karşılanmış olmasıdır. Nitekim muhalefet partisi, iktidara karşı ağır bir dille hücuma geçmiştir. “Ulus” 10 Haziran günü manşetten “Komutanlarımıza iftira atmayalım” diye bir haber girmiş ve hükümeti bir açıklama yapmaya davet etmiştir. CHP’liler ise orduyu tahrik edici konuşmalar yapıyorlardı. Bunun üzerine Menderes DP grubuna yaptığı açıklamada orduyu hükümetin üzerine sürmek için tahrik eden CHP’ye fena yüklenmişti. Söyledikleri şuydu:
“Bütün çalışmalarımız demokrasiyi perçinlemek içindir. Esefle bildirmek isterim ki, iktidarımız henüz bir ayı bulmadığı halde bazı zorunlu değişiklikleri mesele haline getiren CHP, başarılı olmak istiyorsa “iktidar hastaları”nı başlarından atmalıdır. Bu “iktidar hastaları”, ortalığı karıştırmak istemektedirler.”
Şevket Süreyya Aydemir’in “Menderes’in Dramı”nda söylediği gibi Menderes’in suçlaması gerçekten ağırdır. “İktidar hastaları” dediği elbette İnönü ve yakın çevresidir. Bunlar orduyu ele alarak bir darbe hazırlamışlardır ve bu yüzden partiden atılmalıdırlar.
Ancak bu iddia büsbütün asıldan esastan yoksun mudur?
Pek değil. Zira o sırada olmasa bile ileriki yıllarda “CHP artı ordu = İktidar” sloganı duyulacaktır. Paşa damadı Metin Toker’in muhteşem formülasyonu ile bunun “CHP eksi ordu = İhtilal” şekline büründüğünü de biliyoruz.
Öte yandan Menderes tarafından tasfiye edilen generallerin bizzat İnönü’nün silah arkadaşları olup açıktan CHP’yi tuttuklarını hatırlatalım. İnönü bu iddiayı hiç kabul etmemiş, darbeye kimin gücünün yetebileceğini sormuştur. Kimin gücünün yetebildiğini 10 yıl sonra gördüğümüze göre bu sözden, o sırada ihtilal ortamının henüz hazır olmadığını, şartlar hazır olunca gereğinin yerine getirileceğini çıkarmak zor olmasa gerektir.
Nitekim 2 Haziran’da güven oylaması yapılırken CHP’liler son sözü bize vermediniz gibi sudan bir gerekçeyle Meclis’i terk etmişlerdi. DP iktidarının ilk krizi böyle çıkmış, bu yapay kriz, haklı olarak Demokratları kaygılandırmıştı. Demek ki, demişlerdi, CHP, devlet güçlerini ve orduyu kullanarak yeniden iktidara gelmek niyetinde.
Hakikatte bu kanaat hiç de temelsiz değildi. Nitekim Prof. Ali Fuat Başgil, “27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri” adlı kitabında bu noktayı şöyle açıklıyor (özetliyorum):
Halkın tepkisinden çekinen İnönü, subayların bu teklifini reddetmişti. Ancak Menderes’in tasfiye operasyonu üzerine hemen ülkenin her tarafından huzursuzluk hüküm sürdüğünü, kimsenin güvenliğinin bulunmadığını ilan edecekti. Gerçekte bu beyanat, hiçbir esasa dayanmıyordu. İnönü böylece, ziyaretine gelen ve darbe yaparak iktidarı kendisine vermek isteyen subaylara bir tür şükranlarını bildiriyordu. Bundan böyle yüksek rütbeli komutanlar arasında memnuniyetsizlik giderek artacaktı.
Prof. Başgil’e göre, 1950 sonlarına doğru Ankara ile Erzurum arasında uçan bir grup askeri uçak şehir ve köylere “milletin biricik ümidi olan İnönü”nün etrafında birleşmek gerektiğini bildiren beyannameler atmışlardı.
Son cümleleri yazarken aniden tarih uykusundan uyandığımı fark ettim. Yoksa farkına varmadan son birkaç yıldır yaşadıklarımızı mı yazmaya başlamıştım? Balyoz harekâtı filan…
“Tarihte bu kadar şaşırmamızın nedeni, onu yeterince incelemeyişimizdir.” diyen Jean-Paul Roux muydu?
21 Kasım 2010, Pazar
One Comment
Selahattin Balsoy
24 Aralık 2010 at 09:40Chp de değişen bir şey var mı? hala aynı zihniyet..ne köy olur ne kasaba…