Milliyetçiliği tartışmak

Milliyetçiliği tartışmak
Geçtiğimiz cumartesi günü panelist olarak Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’ndeydim. “Türk Müslümanlığı” konulu bir “beyin fırtınası” yapılacaktı kamuoyuna duyurulduğu üzere. “Yapılacaktı” deyişime bakmayın, yapıldı yapılmasına; ama panelist olarak çağrılan Nur Vergin, Ahmet Kabaklı ve Hasan Ünal gelmeyince sevgili Sait Başer ile baş başa verip seviyeli ve zannediyorum doyurucu bir müzakeresini yapmış olduk konunun.

Sait Başer’i Yahya Kemal’de Türk Müslümanlığı adlı kitabından tanıyorsunuz. Konuşmasında Yahya Kemal’i eksene alarak Ahmet Yesevi’den itibaren Türklerin İslam’ı kabul edişlerindeki farka ve nevi şahsına münhasırlığa vurguda bulundu. Özellikle Türklerin İslam’ı kabul edişleri sırasındaki girift tarihi bilgileri kullanışı gerçekten de başarılıydı.

Görüşlerimi daha önce bu sütunlarda dile getirdiğim için tekrarlamayacağım. Sadece birkaç cümleyle altını çizerek daha da temel bir faslına geçmek istiyorum meselenin.

Sadece 28 Şubat sürecinde gündeme getiriliş biçiminden dolayı değil, genel olarak kendi içinde çelişkiler ve tutarsızlıklar taşıdığı için de eleştirdim “Türk Müslümanlığı”nı. Kültürel anlamda evet; dinin özüne taalluk eden bir siyasi manipülasyon aracı olarak ise hayır dediğimin, dinin bir toplumda aldığı biçimler ve yansıdığı tezahürler olarak kültür ile dinin özünün birbirine karıştırılmaması gerektiğinin altını çizdim. Nihayet, eğer Türk Müslümanlığı zaten halk arasında yaşanıyorsa o zaman ne diye yüksek yerlerden ‘tavsiye’ edilmek ihtiyacının duyulduğunu, yok eğer yaşanmıyorsa ve bir kesinti olmuşsa bunun sorumlusunun yine Cumhuriyet döneminde uygulanan ve yaklaşık 2 yıldır ihya edilmeye çalışılan yanlış politikaları olduğunu vurguladım. Bu arada konuşma sırasında söylemeyi unuttum: Bu kavramı ortaya atanların aklına neden mesela Türkiye’nin kendisine mahsus bir geleneksonrası İslami oluşumu olduğunu Şerif Mardin’in de isabetle belirtmiş olduğu Risalei Nur akımının asla gelmediğini de sormak isterdim. (İlgi duyanlar bu konulardaki görüşlerimi 8 ve 11 Eylül tarihli köşe yazılarımda daha ayrıntılı olarak bulabilirler.)

Sait Başer’in Türk Müslümanlığı’nın bin yıllık tarihini bir zincirin halkaları şeklinde vaz edişine itiraz ederken, “millet” kavramının da, “millet” olgusunun da en fazla Fransız İhtilali’ne kadar geri götürülebileceğini, 150, bilemediniz 200 yıllık bir tarihi olduğunu belirtmem hem ilgi çekmiş, hem de merak uyandırmış olacak ki, bu konuları köşemde neden gündeme getirmediğim sual olundu bendenizden.

Bazen bu köşede de oluyor: Birtakım konuların önceden bilindiğini varsayarak yazıyorum, belki de tahammül sınırlarınızı zorluyor ve daha anlaşılır yazmadığım için bana sitem ediyorsunuz. Haklısınız, bu sütun neticede bir günlük gazetede yayınlanıyor ve sizler de mümkün mertebe kendi ilgi ve bilgi düzeylerinizin ortalamasına yakın şeyler yazmasını istiyorsunuz köşe yazarlarından. Lakin öyle zamanlar oluyor ki, insan güncel yazdığında yazılarının fastfood gibi hızlı tüketim piyasasına kurban gittiğine, sel gidince geride bir avuç olsun kum kalmadığına hayıflanıyor, kalıcı bir şeyler yazmak yönünde yüreğinde dayanılmaz bir arzu alevleniyor ve o yazılar böyle anlarda damlıyor kalemden. Dolayısıyla güncelleştirmenin belki kısa vadede faydası var gibi görünüyor; ama onun sonuçta yazarı da, okuyucuyu da öğütüp un ufak eden dev bir değirmen taşı olduğunu unutmamakta fayda görüyorum.

Sözü milliyetçiliğe getirmek istiyordum; ama bakın nerelere sapıverdik. Bari şimdilik birkaç kelam ederek meramımın ipuçlarını vereyim. İleride tekrar dönmek üzere tabii.

Milliyetçilik konusunda çığır açmış bir kitabın yazarı olan Ernest Gellner, en basit formülasyonu bulmuş gibidir: “Milliyetçilik temelde siyasi birim ile milli birimin çakışmalarını öngören siyasi bir ilkedir.” Bu ilk bakışta biraz karmaşık gelen cümlenin açıklaması, “Her millete bir devlet” şeklinde basitleştirilebilir. Milletdevlet ilişkisi de biraz karmaşıktır. Şöyle ki bazen ikisi bir arada ortaya çıkabiliyor (İngiltere, Fransa gibi), bazen de biri ya da öbürü önce çıkabiliyor ve diğerini icad edebiliyor. Devlet önce ortaya çıkmışsa (bizde ortaya çıkan ve bütün bu sıkıntılarımızın kaynağı olan gelişme budur) milleti; milletleşme önce başarılmışsa (Herkül Millas’a göre Yunanistan’daki durum da budur) devleti ona göre biçimlendirmektedir.

Son söz: Zannedildiği gibi milliyetçilik milletin eseri olmayıp tersine milleti ortaya çıkartan doğrudan doğruya milliyetçiliktir!

Bir cevap yazın