Misak-ı Millî ruhuna dönüş

Geçtiğimiz hafta ‘Kürtlerle kardeş olmak’ başlıklı yazımızda kardeşlik hukukunu tesis etmenin içtimaî ve siyasî yönlerine dikkat çekmiştik.

Yeni Şafak’ın çıkardığı Derin Tarih dergisinin Genel Yayın Yönetmeni olarak başarılı işlere imza atan Mustafa Armağan, dün Zaman’daki köşesinde meseleye yine tarihin içerisinden bakarak dikkat çekici bir perspektif sundu. Armağan, Osmanlı’dan bu yana Kürt meselesinin inkişafını özetleyerek, cevaplanmasını bırakın sorulması dahi zor olan sorular sordu. Yazı şöyle başlıyordu:

‘Biz Osmanlı mirasını kâğıt üzerinde reddederek aslında bilançoyu da karartmış olduk. Redd-i miras edersen alacağını bilemeyeceğin gibi borcunu da tespit edemezsin. Edebilmek için dükkânın kepenklerini açmaktan başka şansımız yok ne yazık ki. Şimdi böyle bir açılış dönemindeyiz ama bu arada köprülerin altından çok sular aktığını söylemek lazım.’

Defter kapatılsa da, zaman dondurulamadığı için Osmanlı’dan yadigâr bilançoyla yüzleşirken, bir yandan da cumhuriyetin 90 yılının gölgesini üzerimizde hissetmemiz kaçınılmaz hale geliyor. Devam edelim:

‘Lozan görüşmeleri sırasında Lord Curzon’ın Kürt kartına sarılıp onları azınlık statüsüne bağlama girişimine hem Türk tarafı, hem de Kürt tarafı karşı çıkmıştı. İşte bu ‘Biz etle tırnak gibiyiz, ayrılamayız’ söylemi TC’nin temeli olacaktı.

Aslında bu karar 1919’un tam da bu günlerinde hazırlanan ve ocak ayında İstanbul meclisinde kabul edilen Misak-ı Milli’de mündemiçti. Misak-ı Milli’nin üzerinde önemle durulması gereken 1. maddesi Mustafa Budak’ın ‘Derin Tarih’ dergisinin ocak sayısında çıkacak yazısında belirttiği gibi Türk-Kürt çoğunluğun yaşadığı bölgelerdeki nüfusun haklarını garanti altına almayı hedefleyen bir olmazsa olmaz şartıydı. Vereceğimiz kadar toprak vermiştik. Artık bıçak kemiğe dayanmış, Osmanlı’dan geriye kala kala iki halk ve Anadolu toprağı kalmıştı.

1. madde, Misak-ı Milli’nin özüdür. Şöyle der mealen: ‘Mondros Mütarekesi imzalandığı tarihteki sınırların dahil ve haricinde bulunan Osmanlı-İslam ekseriyetinin haklarını korumak…’

Elbette burada sözü edilen ‘Osmanlı-İslam ekseriyeti’ tabiri Türkler ve Kürtleri kastediyordu. Osmanlı’nın son kalan iki büyük Müslüman unsuru onlardı. Kader birliği ederek Osmanlı’nın küllerinden daha küçük bir Osmanlı Devleti vücuda getirerek yollarına beraberce devam edeceklerdi.’

Misakı Milli’ye atıfla bahsedilen ülkedeki iki büyük Müslüman halk olsa da, iki halkın da kendisine etnisiteyle değil, İslâm bağıyla tanımlaması bize ne çok şey anlatıyor, değil mi?

‘Yeni Türkiye Cumhuriyeti kurulana, hatta halifelik kaldırılana kadarki dönem Kürtlerin Türklerle el ele kuracakları bir devletin hayalleriyle doludur. Ancak kafalardaki hesap siyasi oyunlara uymamış, İstiklal Savaşı küçük bir Osmanlı bakiyesi olarak iki milletli bir oluşum eliyle kazanıldığı halde sonrasında bu topraklarda tek bir milletin yaşadığı, hatta yaşamaya hakkı bulunduğu bizzat resmî ağızlar tarafından ifade edildi, tek millet vardı. Devlet o milletin, Türklerin devletiydi. Kürtlerin söz hakkı, hatta yaşama hakkı kalmamıştı. Asimilasyona uğramak, yani Türk olmaktan başka yol bırakılmadı. Mahmut Esat Bozkurt’un deyişiyle Türk olmayan ancak köle olabilirdi. Ancak 2013’e gelip dayandığımız günlerde artık Son Osmanlı bakiyesi olan TC’de parçalanma tehdidi ciddi bir travmaya doğru gitmekte. Acaba Osmanlı’nın parçalanma süreci devam mı ediyor?

Bu yıl 100. yıldönümünü idrak ettiğimiz Balkan Savaşları bize yalnız asırlarca yaşadığımız Rumeli topraklarını kaybettirmekle kalmadı, aynı zamanda geleceğe bir projektör de tutmuş oldu. İmparatorluklar kolay doğmuyor ve sanıldığından geç parçalanıyordu. Bu süreci önlemenin, Türk-Kürt kardeşliğini güçlendirmenin yolu, tarihte yapılan hatalardan ders alıp bugün aynılarını yapmamaktan geçiyor.’

Türk-Kürt kardeşliğinin, Ortadoğu olarak adlandırılan coğrafyadaki son on yıl içerisinde gerçekleşen gelişmelerin ışığında pekiştirilmesi azami önem taşıyor. Çünkü Müslümanlar bundan kaçındıkça, siyaset boşluk kaldırmadığı için, meselenin tamamen seküler bir zemine taşınarak ele alınmasına kapı aralanmış oluyor.

Müellifin, tavzih edilmesi gereken çıkış yolu şöyle:

‘O zaman çözüm belli: Misak-ı Milli ruhuna dönüş! Yoksa Son Osmanlı’nın biraz daha küçülmesi kaçınılmaz olarak gündeme gelecek. Bu bakışa göre Atatürk de bu son Osmanlı devletinin kurucusu oluyor! Tarih, kendisine şaşırmadan bakanlardan intikamını çok feci alıyor ne yazık ki! Tecrübeyle sabittir vesselam!’

Bir cevap yazın