• Home
  • Genel
  • Nereden nereye: Baykal’ın 1990’daki sivil muhtırası

Nereden nereye: Baykal’ın 1990’daki sivil muhtırası

Nereden nereye: Baykal’ın 1990’daki sivil muhtırası
Zamanın akışı zihnimizi su damlalarının kayaları oyduğu gibi şekillendiriyor. Hele siyaset meydanındaki koşucular, değişen şartların etkisiyle o kadar hızla savrulabiliyor ki.
Mesela 1924 İzmir İktisat Kongresi’nde yabancı sermayeyi ülkeye davet eden Atatürk ile 1929 dünya ekonomik bunalımından sonra devletçiliğe ağırlık veren Atatürk’ün aynı kişi olduklarına insanın inanası gelmiyor. Ya 1939 Mart’ının 6’sında İstanbul Üniversitesi’nde verdiği ünlü konferansta, “Yönetim üzerinde milletin denetimi hakiki ve fiilî olmadıkça halk idaresi vardır denilemez.” sözlerini sarf eden Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün ABD’nin savaş sonrasındaki baskısı olmasa iktidarın denetlenebileceği çok partili düzene geçmeye daha uzun süre ayak direyecek oluşuna ne demeli?
Bu değişen kafalar listesi uzar gider. Ancak özellikle 12 Eylül 1980’den sonra darbeciliğe ve askerî müdahaleye karşı sert bir tutum takınan Türkiye’deki sol siyasetin önde gelen figürlerinin (Bülent Ecevit gibi birkaç istisna dışında) 28 Şubat ve sonrasında yaşadıkları dönüşüm daha ilginçtir. Bir vakitler 12 Eylül rejimine ‘süngülü demokrasi’ diye karşı çıkanlar gün gelmiş, yine süngüden medet ummuşlardır. Nitekim 27 Nisan e-muhtırasının mimarlarından ve destekçilerinden Deniz Baykal’ın 17 yıl önceki sözleri bize sol siyasetin, nefesinin tıkandığı noktada askerden medet uman dönüşümü hakkında fikir verebilir.
İşte 1990’daki Deniz Baykal, işte bugünkü Deniz Baykal.
O zamanlar SHP Genel Başkanvekili olan Baykal’ın Demokratlar Kulübü’nün düzenlediği ve aynı yıl kitaplaştırılan “14 Mayıs 1950 Seçimlerinin 40. Yıldönümü Sempozyumu”nda yaptığı müthiş konuşmada döktürdüğü incilerden bir kaçını aşağıda bulacaksınız.
Mesela o yılların Baykal’ı Silahlı Kuvvetler’i imdada çağıranları fena halde eleştiriyor ve diyor ki: “Kafasında reform projesi olduğu için kendisini yönetime lâyık gören insanların ve onlara bu gücü vermeyi kabul eden Silahlı Kuvvetler’in işbirliğiyle Türkiye’yi hiçbir yere götürmek mümkün değildir.”
Hayret! Hatta askerî müdahaleleri demokrasiye tehdit ve hakaret olarak gören bir Baykal vardır karşımızda. Ama SHP’li Baykal’ın nazarında bu dönem geride kalmış, “bu iş bitmiştir”. Anladınız elbette, Baykal’ın “bu iş” dediği, askerin siyasete müdahalesidir. 14 Mayıs 1990 günkü konuşmasında Baykal şu sert ifadelerle devam etmiş sözlerine:
“Türkiye’de ne 1960, 1971 ne de 1980 demokrasi tehditlerine dayalı bir demokrasi tehdidi, önümüzdeki dönem için ülkemizin gündeminde değildir. Türkiye bunları geride bıraktı, bu iş bitti, artık Türkiye’de kimse bu nitelikte bir demokrasi tehdidini yaşama geçirme kudretine salip değildir.”
Hızını alamayan Deniz Baykal, bugün kendisinden köşe bucak kaçtığı halkın iradesine saygılı olmayı öğütlüyor ve bu iradenin dışında bir iktidarın ortaya çıkmasına hiçbir zaman izin vermeyeceklerini belirtmek ihtiyacını duyuyordu. Bugün altına sanıyorum sizin gibi benim de rahatlıkla imza atabileceği bu ilginç sözleri zabıtlara şöyle yansımış:
“Bu işi bitirmemiz lazım ve bir daha Türkiye’de halkın iradesinin, desteğinin dışında, çok partili, hukukun üstünlüğüne dayalı Anayasal demokratik rejimin dışında bir iktidarın ortaya çıkmasına hiçbir zaman izin vermemek zorundayız. (Alkışlar).”
Sıkılmadınızsa biraz daha devam edelim. Çünkü bundan sonra daha da ilginç noktaları vurguluyor şimdiki CHP Genel Başkanı. Askerî müdahaleye, üniformalı demokrasiye hem de cepheden karşı çıkıyor. İşte o heyecanla söylenmiş sözleri (rastlayacağınız cümle düşüklükleri bundan):
“10 yıllık periyot bekleyişleri artık bitmelidir, sözü bile hoş değildir, o defter kapanmış olmalıdır; olamaz, olmamalıdır, o iş bitmelidir. Önümüzde bir daha hiç kimsenin gücünü elindeki silahtan, üzerindeki üniformanın, apoletindeki yıldız sayısından almayan, dağdaki çobanından üniversite profesörüne kadar herkesten eşit hukuk içinde destek alanların çoğunluğuna bağlı bir iktidarın Türkiye’de artık kaçınılmaz olmasıdır.”
Durun, dahası var. Anlaşılan kürsüde iyice coşmuş bulunan Baykal, 17 yıl sonra hangi noktalara kayacağını hesaplamadan şu cesurane darbe çıkışını da yapıyordu:
“Askerî müdahale karşısında, hayatımın hiçbir döneminde boyun eğdiğime dair hiçbir işareti, hiç kimse hiçbir yerde çıkaramaz.”
Çıkarabilir mi, çıkaramaz mı, artık kararı siz verin. Ancak Baykal’ın ateşli konuşmasında dikkatimizi çeken bir nokta var ki, bugünkü 367 tartışmalarını tam anlamıyla avuta çıkartıyor. Aynı konuşmaya katılan Adalet Bakanı Oltan Sungurlu’nun konuşmasında atıfta bulunduğu Süleyman Demirel’in bir zamanlar ünlü, “Bulun 226’yı, düşürün hükümeti” sözüne bakın Deniz Baykal nasıl bir yorum getirmiş. Zabıtlardan aktarıyorum:
“Bulun 226’yı gelin denildiği zaman orada maksat, ifade edilen 226 kişiden ibaret değildi, o 226 kişinin arkasındaki halk desteğiydi. Eğer senin arkanda yeter halk desdeği varsa hiç mesele yoktur, saygımız vardır. Mesele Parlamento’daki el parmak sayısı değil ki, o parmağın kendi başına hiçbir gücü yok ki. Onlar arkasında halk varsa güçlü, halk değilse arkasındaki neyi ifade eder?”
Bugün Deniz Baykal iktidarın arkasında halk desteği olması yetmez, anayasal kurumların da, yani asker ve yargı desteğinin de olması lazım gelir demiyor mu? Sadece 367 parmak önemli demiyor mu? Ve 360 küsur parmağın arkasında yeterli halk desteği olduğunu bilmiyor mu? Cumhurbaşkanını halkın seçmesinden rahatsız olmuyor mu? 17 yıl önce söylediği hemen her şeyin tersini savunmuyor mu?
En iyisi son sözü bugün köşemizi kendisine terk ettiğimiz Sayın Baykal’a söyletmek. Aynı konuşmadan alıntılıyorum:
“Demokrasiye inanan siyaset adamı odur ki, kendi siyasî geleceği açısından olumsuz dahi olsa ülkenin, devletin ihtiyacıdır diye doğru olanı yapar.” Doğru söze ne denir! m.armagan@zaman.com.tr

15 Temmuz 2007, Pazar

Bir cevap yazın