• Home
  • Genel
  • Osmanlı’nın emperyalizme direnişi

Osmanlı’nın emperyalizme direnişi

Osmanlı’nın emperyalizme direnişi
Nedendir bilmiyorum; ama ilim adamından sokaktaki vatandaşına, sağcısından solcusuna, İslamcısından Kemalistine kadar bütün toplum yekvücut olarak Osmanlı’nın “belli bir tarihten itibaren” bozulduğu, gerilediği ve sonunda yıkılıp gittiği noktasında inanılmaz bir konsensüs içinde. Gerçekten de inanılmaz, zira bırakın başka temel konuları, Osmanlı’nın herhangi bir başka boyutunda bile bu kesimlerin hemfikir oldukları başka bir payda bulunamaz sanıyorum.

Osmanlı için bir altın çağ buluyor, bunu da Kanuni dönemine mıhlıyoruz; sonra da onu takip eden çağları, Celal Nuri’nin deyimleriyle tereddi, tedenni, inkıraz ve izmihlal olarak peşinen mahkum ediyoruz. Sanki geriledikleri için var olma hakları tükenmiş gibi idam beratlarını göğüslerine asmakta hiç tereddüt göstermiyoruz bu “talihsiz” asırların.

Ne Katip Çelebi kurtarabiliyor bu asırların gerilemekte oluşlarını, ne Şeyh Galib. Ne musıkimizin tam da yıkılışın hızlandığı dönem denilen 18. yüzyıldaki muhteşem parlayışı, ne Evliya Çelebi, ne de Boğaziçi’nin 17. yüzyıldan itibaren kültürümüzün semasına bir süreyya yıldızı gibi asılması.

Orhan Pamuk, son romanında nakkaşının 1571’de Boğaz’daki yalıların tavanlarına eşsiz nakışlar yapmakta olduğundan söz eder. Oysa en iptidai bir Boğaziçi kitabı bile Boğaziçi’nin yalılarla, hele hele nakışlı ve bezemeli yalılarla dolmaya başladığı tarihin 17. yüzyıldan önceye götürelemeyeceğini söyleyebilirdi yazara. Mesela Doğan Kuban, “Osmanlı Çağında Boğaziçi Yerleşmesi” adlı yazısında IV. Mehmed devrinde (1648-1687) dahi Boğaz’ın sahilde toplanmış küçük köyler dışında doğal görünüşünü ve bitki örtüsünü tam olarak koruduğunu, “Boğaziçi medeniyeti” diye nitelenen “konutsal yerleşme düzeninin” ancak 17. yüzyıl sonlarında kurulmaya başladığını belirtir.

Demek ki musıkimiz de, Boğaziçimiz de, şiirimiz de, altın çağ olarak kabul edilen Kanuni döneminden sonra tekamül edip olgunlaşmış.

Sadece sanat ve medeniyet bakımından değil, devlet idaresi ve bürokrasi bakımlarından da bu böyle. “Doktorasız profesör” Mehmet Genç, arşiv vesikalarına bakarak bunu teyid ediyor: Kanuni dönemi ve öncesinde vesikalarda bolca imla hatalarına, üslup acemiliklerine rastlandığı halde, 17. yüzyıldan itibaren bu işin profesyonelleştiğini ve hataların en aza inip neredeyse görülmez olduğunu vurguluyor. Bir gerileme yaşansaydı, durumun tam tersine olması gerekmez miydi?

Dahasını söyleyeyim: 1870’lerde, hatta I. Dünya Savaşı’na kadar Osmanlı Devleti, dünyayı sömürgeleştirmeye yönelmiş kapitalist sisteme karşı en büyük direnişi gösteren devletlerden. İşte Donald Quataert’in 19. yüzyılda Osmanlı hükümetinin iktisadi konulardan hiç de habersiz olmadığını, “akılsızca davranmadığını” gösteren sözleri:

“Kişisel düzeyde, siyasi konumlar iktisadi çıkarlarla iç içeydi, bir sadrazam, bir saray mabeyncisi ve nazırlar Avrupa şirketlerini ülkeden atmayı amaçlayan madencilik girişimlerine yatırım yaparlarken, bir kısım Osmanlı memurları da paralarını ve güvenlerini yabancı şirketlere yatırdılar. Resmi düzeyde [ise] Osmanlı yöneticileri, geleceği ve iktisaden yapılabilir olanı gören iktisadi plancılardı… Kömür madenciliğinde, devlet çok gerekli gördüğü yurt içi kömür arzını sağlama almak için yerli girişimcilere mali teşvikler tanımıştı… Osmanlı Devleti’nin iktisadi politikası temelde esnek ve yaratıcı, istenilen amaçlara erişebilmek için asgari zorunluluklara göz yuman bir politikaydı.”

Dikkat edilsin, Quataert’in sözünü ettiği “esnek ve yaratıcı” iktisat politikasının uygulandığı dönem, bizim Osmanlı Devleti’nin dağılma dönemi diye damgaladığımız yıllar. Osmanlı’da mevcut “devlet aklı”nın, bütün o askeri, siyasi ve ekonomik yenilgi ve başarısızlıklardan ne yaman dersler çıkarmayı başarmış ve dünyayı yutmaya hazırlanan bir sisteme karşı son anlarında bile teslim olmak bir yana, yalnız savaş meydanlarında değil, ekonomide de nasıl dişe diş mücadele etmiş olduğunu artık görmemiz gerekiyor.

Avrupa ekonomisi, bir ahtapot gibi rıhtımlara, tütüne, tuza bile el koymuşken, Osmanlı Devleti ve toplumun el ele, kaçak tütün ekerek, liman işçilerini greve çağırarak, demir yolu işçilerini örgütleyerek emperyalizme karşı nasıl bir savaş verdiklerini öğrenmek isteyenler Quataert’in Osmanlı Devleti’nde Avrupa İktisadi Yayılımı ve Direniş’ini bulup okusunlar; öğrenecekleri inanılmaz şeyler var.

Artık tarihimizin kara delikleri dediğim bu talihsiz asırlara nazarlarımızı yöneltmenin zamanı geldi de geçiyor bile.

Bir cevap yazın