• Home
  • Genel
  • Osmanlı’nın Gerilediği Yalan mı?

Osmanlı’nın Gerilediği Yalan mı?

Mustafa Armağan tarafından hazırlanan Osmanlı Tarihini Yeniden Yazmak, aslında 2006 yılında Osmanlı Geriledi mi? Başlığıyla yayımlanan derlemenin gözden geçirilmiş ve genişletilmiş hali. Kitapta Halil İnalcık, Bernard Lewis, İlber Ortaylı, Kemal Karpat, Cemal Kafadar gibi seçkin tarihçilerin makaleleri yer alıyor.

OSMANLI TARİHİNİ YENİDEN YAZMAK, HAZIRLAYAN: MUSTAFA ARMAĞAN, TİMAŞ, 334 SAYFA, 16 TL

AHMET DOĞRU

Osmanlı Devleti’nin altı asırlık tarihini yıllar yılı birkaç cümlede özetlenmiş haliyle okuduk tarih derslerinde. 1299-1453 yılları arası kuruluş, 1453-1579 yılları arası yükselme, 1579-1699 yılları arası duraklama, 1699-1792 yılları arası gerileme, 1792-1922 yılları arası ise dağılma dönemiydi. Sanki sihirli bir değnek bu yıllarda koskoca Devlet-i Âliyye’ye dokunmuş da her şey birden değişivermişti. Koca devlet yükselip giderken bir günde gerilemeye başlamış, bir günde dağılış sürecine girmişti. Oysa bebeklik, çocukluk, gençlik, olgunluk, yaşlılık şeklinde sürüp giden insan ömrünü bile böyle kesin bölümlere ayırmak, gençliği yükselme, yaşlılığı dağılma dönemi diye adlandırmak mümkün değildi. Öyle olsa Sinan’ın Selimiye’yi inşa etmesini izah edemeyiz. Osmanlı Devleti ise geniş coğrafyası, kültürü, müesseseleri, insanları bile uçsuz bucaksız bir varlık. Her insan başlı başına bir âlem. Altı asır boyunca Osmanlı çınarı, milyarlarca âlem sığdırdı gölgesine.

                Tarihi öğrenebileceğimiz kaynaklar çoğalmaya başlayınca gördük ki, geriledi, yıkıldı-yıkılacak denilen çağlarında bile Osmanlı muazzam başarılara imza atmış. Bir taraftan Celâli isyanlarıyla uğraştığı, askerî zaferler ve hezimetler arasında gidip geldiği zamanlarda bile Evliya Çelebi’yle yaptığımız yolculuklarda bu muazzam medeniyete bir kere daha hayran kalıyoruz. Sultan II. Abdülhamit’in 20. Yüzyıl başlarında Afrika içlerine, Uzakdoğu’ya uzanan elini gördükçe şaşkınlığımız artıyor. Tarih sahnesinden silinip gittikten sonra Osmanlı’nın Cumhuriyet’e yadigâr bıraktığı şahsiyetleri, sanatkârları, yazarları, ilim erbabını bile bugün zirvelerde görüyoruz. Ve anlıyoruz ki, okullarda öğrendiğimiz kalıplar doğru değil. Biz sıradan insanlar olarak dışarıdan bunu görürken uzmanlık alanı tarih olanların ortadaki yanlışlığı fark etmemesi mümkün değil. İşte Mustafa Armağan’ın hazırladığı ve Timaş Yayınları’ndan çıkan Osmanlı Tarihini Yeniden Yazmak/Gerileme Paradigmasının Sonu adlı kitap usta tarihçilerin bu konudaki makalelerini bir araya getiriyor

15 TARİHÇİDEN YAZILAR

Aslında 2006 yılında Osmanlı Geriledi mi? Başlığıyla yayımlanan derlemenin gözden geçirilmiş ve genişletilmiş hali. Kitapta 15 tarihçiye; Bernard Lewis, Halil İnalcık, Cemal Kafadar, Linda T. Darling, Jane Hathaway, Jonathan Grant, Kemal H. Karpat, Douglas A. Howard, Rhoads Murphey, Cornell H. Fleischer, İlber Ortaylı, Donald Quartert, Uğur Tanyeli, Mehmet Genç ve Mustafa Armağan’a ait yazılar bulunuyor.

                Tarih bakılan yere göre şekillendiğinden tek bir Osmanlı tarihi değil, farklı bakış açılarına ve ideolojik ön kabullere göre değişen birçok Osmanlı tarihi olduğunu söylüyor Mustafa Armağan, bir nev’î toparlayıcı önsöz mahiyetindeki yazısında. Tarihi anlatmanın bugünü anlatmak olduğunu, tarih kitaplarında yazanların, bugünü kurmaya niyetlenmiş yakın geçmişin galip aktörlerin dünyaya bakacağımız pencerelere yerleştirdikleri demir parmaklıklar olduğunu belirtiyor. “Aslında Türkiye olarak kendimizi Osmanlı Devleti’nin meşru varisi saysak bile, Osmanlı’ya dair yorumlarımızın çok da kendi inşa ettiğimiz yorumlar olmadığını, ya dışarının, yani Cevdet Paşa’nın deyişiyle Avrupa’nın (Batı’nın) ayarı bozuk merceklerinden yansıyan yorumlar doğrultusunda ya da mevcut bazı tarih tezlerine ve onların arkasında yatan zihniyetlere karşı yorumlar olduğunu itiraf etmek zorundayız.” diyor.

                Halil İnalcık, devletin çöküş dönemleriyle ilgili eskiden beri kitaplar kaleme alındığını, Osmanlı döneminde özellikle Kâtip Çelebi ve Naima’nin bu görüşleriyle dikkat çektiğini söylüyor. 19. Yüzyıl ortalarında Cevdet Paşa ve Mustafa Nuri Paşa’nın Osmanlı tarihini sistemli olarak dönemlere ayıran ilk Osmanlı tarihçileri oldukları, bu ayrımın Abdurrahman Şeref ve Yusuf Akçura vasıtasıyla günümüze kadar ulaşıp ders kitaplarına girdiği bilgisini veriyor. Cemal Kafadar, imparatorluğun bozulması ile ilgili algılamaların 16. Yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlı kaynaklarında görülmeye başladığına, bu söylemin 20. Yüzyıla kadar siyasi söylem üzerinde etkili aldığına ve daha sonraki zamanlarda Türkiye ve imparatorluğun diğer varis ülkelerinde az gelişmişlik sorunu ile iç içe geçtiğine dikkati çekiyor. Douglas A. Howard da “gerileme” görüşünün Osmanlı siyasi yazarlarının eserlerinin ürünü olduğunu söylüyor ve bu bilgiye göre onların Batı dillerine çevrilen eselerinin modern akademik çevreleri de etkilediği bilgisini ekliyor.

TEK ÖLÇÜ ASKERİ GERİLEME DEĞİL

Jonathan Grant’ın diğer meslektaşlarının çoğu gibi dikkat çektiği nokta, tarihçilerin genel olarak 1571 İnebahtı ya da 1683 Viyana yenilgisini, yani askeri alandaki başarısızlıkları Osmanlı’nın gerilemeye başladığı nokta olarak kabul etmeleri, Grant’a göre Osmanlı’nın gerilediği görüşü, İslam dünyasına karşı olumsuz tutumun ve onun Batı’nın 17. Yüzyıldan beri artmakta olan gücü karşısında durabilecek kapasiteye sahip olmadığı düşüncesinin bir ürünüdür. Bu açıdan bakıldığında aslında kıyaslananlar medeniyetlerdir. Bir medeniyetin kuvvetini askeri gücüne göre tespit etmek kuşkulu bir yaklaşım olduğundan medeniyetlerin kıyaslanması hatalıdır. Benzer görüşleri Uğur Tanyeli’de dile getiriyor: Duraklama denilen coğrafi yayılmanın sona ermesi, gerileme ise küçülme demektir.

                Jane Hathaway, Osmanlı’da meydana gelen büyük değişimler bir anda gerçekleşmiş olaylar olmadığı için tarihi anlatırken bölümlere ayırmak yerine devamlılıklara ağırlık vermek gerektiğini söylerken, Kemal Karpat bir dönem tespiti yapıyor: 1299-1402 / Hudut boyları: Uç beyleri, 1421-1596 / Merkezî yan feodal dönem, 1603-1789 / Taşrada özerklik ve ayanlar, 1808-1918 / Ulus devlet olma dönemi: Modern bürokrasi ve aydınlar. Linda T. Darling ise üç dönemi yeterli görüyor: Genişleme, tahkim ve dönüşüm.

                Cornell H. Fleischer bu konuda biraz daha radikal: Osmanlı’nın Kanuni’den sonra duraklamadığını, aksine kökleştiğini, klasik denilen dönemin bu asırdan sonra oturduğunu söylüyor. İlber Ortaylı’nın “hükümdarların sonuncusu” olarak vasıflandırdığı II. Abdülhamit’i örnek vererek söyledikleri de bundan pek farklı değil: “bizim battığımız, çürüdüğümüz, çöktüğümüz yoktur. Senelerce bu memlekette hem sağda, hem solda insanlara tarihte bu öğretiliyor: Batmak. (…)  Hiçbir şekilde battığımız yoktur. Biz diriyiz. Daima değişiyoruz, daima değişen dünya şartlarına kendimizi uydurmaya çalışıyoruz, daima öncü olmak için kavga ediyoruz ve önümüzde model de yoktur. (…) Bunu yaparken çok büyük kahramanlıklar, çok asil manzaralar çizdiğimiz gibi çok büyük sersemlikler, şaşkınlıklar da sergiliyoruz. Hepsi kendi çizdiğimiz senaryoya, hepsi yazdığımız maceranın muhtevasına dâhildir.”

2 Comments

  • Rıdvan yeşilmen

    10 Eylül 2011 at 23:23

    Maalesef yıllarca resmi ideolojinin bir ürünü olan resmi tarihi okullarda gördük ve tarih bilinciiz o yaşlarda böyle yapay bir tarih temeli üzerime kurulmuştu ama mustafa armağan ve onun gibi gerçek anlamda tarihçiler sayesinde gerçek tarihin ne olduğunu ve nasıl okunduğunu öğrendik. ve iyiki böle tarihçilermiz var ve şunuda gördükki GERÇEKLERİ NE KADAR BASTIRIRSAK BASTIRALIM GERÇEKLER DAİMA BİR YOLUNU BULUP KENDİNİ GÖSTERİR. çünkü sistem saf gerkler ve doğruluk üzerine kurulmuştur..

    Cevapla
  • Barış Mermer

    3 Ekim 2011 at 23:53

    Osmanlı Devleti’nin geçirdiği değişimi anlatmak için farklı bir yol izlendiğini görüyorum bu yazıda. Duygusal olarak yaklaşırsam “batmadı, gerilemedi” demek benim için daha evla. Peki biz Osmanlı Devleti’nin kaybettiği savaşları ve Osmanlı Devleti’nin “yıkılmış” olmasını nasıl adlandıracağız. Sultan Abdulhamit ne kadar son hükümdar olsa da, toprakları paylaşılmak istenen, hasta adam denilen, içişlerine azınlıklar vasıtası ile karışılan, sipariş ettiği gemileri verilmeyen, elçiler tarafından azarlanan, Filistin için borçları silinecek kadar para teklif edilen bir devlet var karşımızda. Girdiği son savaşı da kaybedip tarih sahnesinden çekilen bu devlet, gerilememiş midir?

    Cevapla

Bir cevap yazın