Osmanlı’yı donduran soğuk

Osmanlı’yı donduran soğuk

Osmanlı tarihini anlamak niçin Cilalı Taş Devri’ni anlamak kadar zor? Osmanlı’dan hâlâ kopamadığımız, kendimizi ondan ayırt etmesini bilmediğimiz için midir bu esrarengiz tarihin labirentlerinde Mısır piramitlerinin koridorlarındaki gibi kayboluşumuz?

Osman Gazi’den Abdülhamid’e kadar bu insanların gerçekte ne yapmak istediklerini bilmek bu kadar zor mudur?

Evet, gerçekten de zordur. Başka bir deyişle, sanıldığı kadar kolay değildir. Walter Benjamin’in deyişiyle “geçmişte yaşamış olanları kuşatan hava”nın bize değebilmesi için pek çok işlemden geçmesi gerekir çünkü. Her işlemde biraz daha bulanan görüntü, sonunda bir bardak suyu bir bardak bozaya çevirecektir. Birincisindeki şeffaflık, ikincisinde artık bir bulamaca dönmüştür.

Tarihçinin veya tarihi anlamaya çalışanın görevi de bu işlemi tersinden yapmak, bozayı suya avdet ettirmektir. Ya da yine Benjamin’e başvurursak, tarihin havını tersine taramaktır.

Tarihçilik, bir bakıma dedektifliktir.

Tarih, en çetrefilli bulmacadır çünkü. Cazibesi de buradan gelir.

Tarih, benim için bitmek bilmeyen müthiş bir heyecan yumağıdır. Hiçbir şey beni tarihteki bir bulmacanın ipuçlarını çekiştirirkenki kadar heyecanlandırmaz. Görünüşe aldanmamak, bu bilim dalının giriş kapısına altın harflerle yazılmalıdır.

Son olarak ulaştığım bir nokta, önüme inanılmaz bir ufuk açtı. Bu ufuk, tarihe bir de hava durumu açısından bakmanın önemine götürdü beni.

Tuhafınıza gitti, biliyorum. Havadan sudan işlerle tarih gibi mümtaz bir bilimin ne alıp vereceği olabilir ki, öyle değil mi?

Siz öyle zannedin. Dendrokronolojistler öyle demiyor ama.

Dendrokronoloji, hani şu bitkilerin içindeki halkaları inceleyen bilim dalı. Bu bilim dalına mensup uzmanlar, ağaçların içindeki halkaların büyüme ve küçülmelerinden çok önemli sonuçlar çıkarıyorlar.

Mesela bin yıllık bir ağaç buldular ve ortasından bir kesit aldılar. Eğer bir dönemde ağacın kökleri iyi su almışsa halkalar genişliyor, su alamamışsa daralıyormuş. Bundan ağacın tarihinde bazı dönemlerde sulak mevsimler, bazı dönemlerde kurak mevsimler yaşandığı sonucunu çıkarıyorlarmış.

Şimdi, meselenin bam teline geliyoruz, bu incelemelere göre Avrupa ve Anadolu yarımadasında, 1580’lerden itibaren bir Küçük Buz Çağı yaşandığı ortaya çıkıyor. Asıl Büyük Buz Çağı, 10 bin yıl önce yaşanmış. Fakat tarihte bazı dönemlerde soğuma ve ısınma devirleri yaşanıyor. Buna göre mesela 1900–1950 arasının iklimi ile 1950–2000 arasının iklim şartları farklı. Bunun gibi 1580’lerden önceki dönemde aşırı sıcaklar, bu tarihten 1700’lere kadar ise genel hava durumunda aşırı soğuklar söz konusu.

Tarihçiler bunun Avrasya’daki büyük karışıklıkların ve isyanların sebebini oluşturabileceğini düşünüyorlar. Tabii ki tek sebep değil, ama önemli bir sebep.

Mesela William J. Griswold, Celali İsyanları’nın (1591–1611) sebepleri arasında genel soğumayı ihmal etmemek gerektiğini söylüyor. Bu soğumanın hububat rekoltesinde düşüşe yol açtığına, bunun köylerin boşalmasına, tarihçilerin deyişiyle “büyük kaçgun”a, onun da Celali İsyanları’nı götüren süreci tetiklediğine işaret ediyor (Anadolu’da Büyük İsyan, Çeviren: Ülkü Tansel, İst. 2000, Tarih Vakfı Yurt Yay.).

Süreyya Faruki, yeni çıkan bir kitabında Küçük Buz Çağı’nın Osmanlı topraklarındaki isyanlarda oynadığı role değiniyor ve “suçlu”lardan(!) birisinin de hava durumu olabileceğini iddia ediyor (Approaching Ottoman History, Cambridge, 1999).

Climate, History and the Modern World (Routledge, 2. Baskı, 1995)) adlı değerli çalışmasında Hubert Lamb’ın Avrupa için verdiği bilgiler Osmanlı tarihine de ışık tutuyor. Mesela 1670’lerde Londra’da Thames Nehri’nin tamamen donduğundan söz ediyor. Biz de 16. yüzyılın sonları ile 17. yüzyıl boyunca pek çok defa İstanbul Boğazı’nın donduğunu biliyoruz. Bu kışlar, kendinden önce ve sonra bu yoğunluk ve devamlılıkta yaşanmamış soğuklara sahne olmuştur.

Küçük Buz Çağı’nın özelliğini, soğuk kışlar, kurak yazlar oluşturuyor. Hububat üretimi düşüyor. Devletin topraktan aldığı vergiler düşüyor, enflasyon yükseliyor. Kıtlık olmasa bile kuraklık başlıyor. Bunu bize ağaçların halkaları haber veriyor.

Böylece Osmanlı tarihinin çok önemli bir kırılma noktası oluşturan (genellikle “gerileme dönemi”nin başlangıcı diye adlandırılan) dönemini bu hiç bakılmamış pencereden görme fırsatını yakalamış oluyoruz.

Osmanlı tarihinin bir dönemini donduran bu soğukların tarihin gidişatı üzerinde nasıl bir etki yaptığı gerçekten incelenmeye değmez mi?

Bir yanıt yazın