Siyasal İslam ve Cevdet Paşa

Siyasal İslam ve Cevdet Paşa

Tarihçilerin, hukukçuların ve nihayet yakın zamanlarda sosyal bilimcilerin keşfettiği zengin kaynaklarımızdan Ahmed Cevdet Paşa, 1877’de iki mühtedi’nin İslamiyet ile ilgili sorularına cevabi mektuplar kaleme almıştır. Bu metinler İslamiyet ile Hıristiyanlığın mukayesesini yapmaktan öte, yaklaşık 1,5 asır önce bir İslam aliminin İslam’ı nasıl anladığı ve anlattığına dair ipuçları da sunmaktadır bize.

Her iki mektubu özetleyerek sunarken Cevdet Paşa’nın taaddüd-i zevcat (çok kadınla evlilik) gibi “şık olmayan” görüşlerini budayan Yılmaz Öztuna’nın bir yazısına atıfta bulunalım: “Cevdet Paşa’ya göre Müslümanlık nedir?”, Hayat Tarih Mecmuası, 1 Şubat 1969, s. 9-15. Özetinin girişinde “manaya hiç müdahale”si olmadığını beyan eden Öztuna, gerçekte “muzır” cümleleri cımbızla temizlemiş ve mesela “Kezalik zevcesinden çocuğu olmayan kimse ol vechile müte’addid zevce alsa ana ne denebilir” cümlesini ve altındaki cümlenin aynı mealdeki kısmını uçurmuştur. Özetinin tamamında ise Paşa’nın birçok sözünü keyfi bir şekilde yorumlayarak aktarmış, özellikle Schumann’a yazdığı mektupta, şeriatın kurallarına tamamen uyan bir devletin hem bugünkü deyimle “liberal”, hem de mutlakiyetçi hükümet biçimlerinin “inzibat ve iktidar hususları”nı tekeffül ettiği yolundaki sözlerini tam tersine çevirerek “Mutlak hükümetler İslam dinine aykırıdır” kılığına sokmuştur. (Aslı için bkz. Tezakir, 40-Tetimme, Yay: C. Baysun, Ank. 1991, s. 263.)

Görüldüğü gibi bir düşünürün gerçek hikayesi öldükten sonra başlamakta ve ona, devirlerin değişen zihniyetlerine göre biçilen roller de sürekli olarak değişmektedir. Her yazar gibi Cevdet Paşa’nın tarih içindeki serüveni de ilginç bir yazı konusu olabilir.

Sadede gelirsek, Cevdet Paşa, yalnız mühtedilere verdiği cevaplarda değil, Tarih-i Cevdet ve Tezakir’in diğer kısımlarında da İslam ve siyaset ilişkisine değinmektedir. Hilafet ile Saltanat’ın başlangıçta bir iken Abbasiler zamanında ayrıldığına dikkat çeken Cevdet Paşa, Osmanlı devletinin zuhuruyla din ve dünya işlerinin Halife-Padişah’ta birleştirildiğini Allah’a hamd ederek anlatır.

Bugün Türkiye’de oluşan veya oluşturulan (“28 Şubat sayesinde” diyordu bir FP’li milletvekili) İslam’ın herhangi bir devlet talebinin olmadığı kanaatinin aksine Cevdet Paşa, o devletin içinden konuşuyor ve Hilafet ile Saltanatın dahi birbirinden ayrılamayacağını savunuyordu.

İlginç bir kitap var elimin altında bugünlerde. Hilafet ve Milli Hakimiyet başlığı altında 1922’de derlenmiş olan bu kitapta Ağaoğlu Ahmet’ten Ziya Gökalp’e, Gazi Mustafa Kemal’den İsmet Paşa’ya kadar devrin önde gelen zevatının Hilafetin Saltanattan ayrılmasının faydalarına ilişkin yazı ve beyanları yer alıyor. Yazıların hepsi de saltanatın ilgasının ve Hilafetin Al-i Osman’dan birisine Meclis tarafından tevcihinin ne kadar “İslami” ve Şer’-i Şerife uygun olduğunu beyan yarışına girmiş gibidir. Hatta şu kadarını söylemeliyiz ki, bugün ağza alınmaya dahi korkulan Peygamber Efendimiz’in bir İslam devleti ve hükümeti kurmuş olduğu yolundaki basit bilgiyi bizzat Gazi, üstelik Meclis çatısı altında Hilafetin saltanattan ayrılmasını izah sadedinde ortaya koymaktadır (age. Ank. 1339, s. 13). Ziya Gökalp’in yazılarına ise tamamen ütopik bir Halifecilik havası hakimdir.

Fakat 1924 yılında Halifeliğin TBMM’nin şahs-ı manevisine devredilmesiyle Halife Abdülmecid sınır dışı edilir; bu defa, bir zamanlar Hilafeti savunan kalemler, pür-velvele bu kuruma saldırmaya koyulacaklardır.

Şuna gelmek istiyorum: Acaba İslamiyet’in siyasi algılanışına bağlı olarak değişen yorum çerçeveleri mi söz konusudur? Devirlerin, zamanların, çağların idrakleri bizi geçmişe farklı bakışlar yöneltmeye mi zorlamaktadır?

Bugün bu meseleyi tartışanların İslamiyet’i Cevdet Paşa’dan daha iyi bildiklerini söyleyebilir miyiz? Hadi “daha iyi” bildiler diyelim, peki daha “sahih” bir bilgi sahibi olduklarını söyleyebilir miyiz? Bu sahihliğin güvencesi kimdir veya nedir? Buna kim karar verecek nihai olarak?

İki doğru olamayacağına göre ya Cevdet Paşa yanılıyor ya da biz.

Burada sormam gerekiyor: Peki iki yanlış olabilir mi? Neden olmasın?

Hem Cevdet Paşa, hem de biz yanılıyor olabiliriz ve bu pekala mümkündür!

“Hem Cevdet Paşa, hem de biz haklı olamaz mıyız?” dediğinizi duyar gibi oluyorum.

Güzel. Anlaşmaya başlıyoruz galiba!

Bir cevap yazın