• Home
  • Genel
  • Soykırım iddiaları, siyasî ve tek taraflı bir bakışın ürünü

Soykırım iddiaları, siyasî ve tek taraflı bir bakışın ürünü

ABD Başkanı Obama bu yıl da ‘soykırım’ demedi, derin bir nefes alındı ama mesele kapandı mı? Şimdilik…

Şu alıntıyı beraberce okuyalım önce:

“Türk idarecileri isyancılara veya bazen yalan yanlış şüphelendiklerine İtalya’daki Avusturyalılara yapılandan çok daha zalimce davrandılar. Köyler yakılıp yıkıldı; insanlar yargılanmadan idam edildi; hatta insanları topların namlusuna bağlayıp ateşleyerek patlatmak gibi garip cezalandırmalara bile başvuruldu.”

Müriel E. Chamberlain’ın ‘Pax Britannica’?’sından okuduğunuz bu satırlarında bir hinlik gizli. Benim kasten “Türk idarecileri” diye çevirdiğim ifadenin aslı “The British authorities”, yani “İngiliz idarecileri”dir ve bu hadisede mazlumlar, köyleri yakılanlar, yargısız infaza uğrayanlar ve topların önüne bağlanıp patlatılanlar Ermeniler değil, Hindlilerdir.

Yıl mı? 1857, yani yine soykırımcı İngilizlerin, Fransızların ‘soykırım’ dedikleri 1915 Ermeni olaylarından yaklaşık 60 yıl önce oluyor bunlar. Peki buna kimse ‘soykırım’ diyor mu? Demiyor. Neden? Çünkü o İngiliz, Fransız… Dilediğini yapar. Sesini çıkaramazsın.

Chamberlain şunları da yazıyor:

“Şunu söylemek yalan olmaz ki, İngiltere’de kimsenin bu olaylar karşısında kılı bile kıpırdamadı. The Times gazetesinin muhabiri William Howard Russell, Kırım Harbi’ndeki beceriksizlikleri sergilediği gibi aşırı ‘mezalimi’ de ortaya döktü ama çoğu insan isyancıların suçlarına yönelik olarak yapılan çarşaf çarşaf yayınlar karşısında İngilizlerin zulmünü göremedi, bu zulüm karşı yayınlarla gölgelendi.” (Longman: 1995, s. 111)

Sizin anlayacağınız, İngilizler bu vahşeti ‘Hindli asiler bizimkileri öldürdü, biz de isyancıları seyredecek değildik ya, gerekeni yapıp onları cezalandırdık’ şeklinde yansıttılar ve İngiltere kamuoyu da dünya kamuoyu da (tabii tarihçiler de) bu çarpık şekilde öğrendi ünlü 1857 Sipahi (Sepoy) İsyanı’nı.

Amarish Misra adlı araştırmacının 2 ciltlik kitabında anlattığı 1 milyon Hindliye uygulanan soykırımdan tek kelime bahis yok ama 1915’teki Ermeni çetelerinin Doğu Anadolu’yu kasıp kavurdukları bir dönemde tedbir olarak yapılanları ‘soykırım’ olarak ilan edebiliyor Avrupa parlamentosu? Adalet mi bu?

Ben şahsen daima adaleti savundum. Onun karşısında boynum kıldan ince dedim ve diyorum. Yakın tarihteki haksızlıklara (Çerkes Ethem’e veya Kâzım Karabekir Paşa’ya yapılanlara) karşı çıkarken de, Osmanlı’nın hakkının yenildiğini yazarken de, Avrupa’nın yalanlarının üzerini açarken de adaletin tesisini talep ettim. Ermeni meselesinde de savunduğum budur.

Lozan’da gündeme geldi mi?

Cumhuriyet devrindeki suskunluğa bakmayın siz. Osmanlı Devleti daha 1916 yılından itibaren tehcir sırasında işlenen suçları yargılamış. 1918-19’da ise işgal altında olduğumuz halde yargılamalara devam etmişiz. İdam cezaları bile verilmiş. Hatta 1919 Mart’ında Sadrazam Tevfik Paşa beklenmedik bir hamle yaparak tarafsız ülkelerden yargıç istemiş ve işgal İstanbul’unda uluslararası yargıçlarca ‘soykırım’ suçlamasının hukuken halledilmesi için 5 ülkeye telgraf çekmiş, fakat İngiliz ve Fransız diplomatları ilgili ülkelerin yargıç göndermemeleri için çırpınmışlardı. Unuttuk mu sanıyorlar?

Tevfik Paşa meydan okuyor, gelin bu meseleyi bitirelim diyor, bugün Avrupa Parlamentosu’nda aleyhimize oy kullanan parlamenterlerin dedeleri ise teşebbüsümüze engel oluyor, Danimarka, İspanya gibi ülkelerin İstanbul’a yargıç göndermemeleri için ellerinden geleni yapıyorlardı. Samimiyet bunun neresinde?

Anladık, işi Lozan’a bırakmışlardı, Ermeni ‘soykırımı’nın hesabını orada soracaklardı. Peki sordular mı? Rıza Nur, bir oturumda meselenin gündeme geldiğini ve kendisinin çıkışı üzerine kapandığını yazıyor. Maddelerde var mı? Yok. Peki Lozan Konferansı 1. Dünya Savaşı’nın bizimle olan hesabını kapatmak için yapılmadı mı? İmzalandığına ve maddelere herhangi bir hesap sorulduğuna dair fıkra eklenmediğine göre sordukları neyin hesabı acaba?

İnsanî acı diyorsanız meselenin insanî boyutuna kim hayır diyebilir? Ortak acı ve ortak hafıza için bir araya gelinsin, tanışılsın, konuşulsun. Tarihî bir mesele olarak da bir araya gelip tartışalım. Konuşmaya başlayalım bir kere. Belgeler ve kaynaklarda hangi taraf tahrifat yapmışsa ortaya koyalım. Ama dert o değil ki.

Mesele siyasîleşince manipülasyona da açık hale geliyor ister istemez. Taraflar haklı çıkmak istiyor. Haklı çıkma tutkusu kadar objektifliği sakatlayan tuzak zor bulunur. İşte bu kesin inançlılardır ki, olayları, belgeleri, kaynakları çarpıtıyorlar alabildiğine.

Ölümlere tek taraflı bakmak

Mesela mı? Güya Londra’daki Ermenistan Bürosu’nda bulunan Andonian belgelerinin asılları (şu soykırım emirleri vs.nin kendisine dayandırıldığı belgeler) nedense kaybolmuştur! Kerameti kendinden menkul belgelerin asıllarını bulmak mümkün değil, peki içinde yazanlar? Güya Yusuf Kemal (Tengirşenk) Dışişleri Bakanı olarak kardeşini yargılayan İstanbul’daki mahkemeyi tehdit etmiş, eğer onu idam ederseniz Anadolu’da bir tane bile Ermeni bırakmayız demiş! Ne var ki, bu belgenin tarihi Ağustos 1920’dir ve Yusuf Kemal Bey o tarihten ancak 9 ay sonra Dışişleri Bakanı olmuştur!

İyi de bu sözde tehdide karşı niye İngilizlere koşup şikayet etmemişler? diye bir sorunun kuyruğu sallanadursun, biz Papa ve Avrupa Parlamentosu tarafından dillendirilen soykırım tezlerine karşı ABD’li nüfus tarihçisi Justin McCarthy’nin itirazlarını aktaralım (kendisiyle özel olarak yaptığımız söyleşiden):

“Papa şüphesiz ki bilgili bir insan, fakat bilgi dağarcığı Osmanlı tarihini kapsamıyor. Peki ya yaşananların soykırım olduğunu ilan eden Avrupa Parlamentosu üyelerinin Ortadoğu’da 1. Dünya Savaşı üzerine detaylı analizler yaptığına inanan var mı? Ayrıca bu demeçlerin sahipleri hiçbir zaman “soykırım”la neyi kastettiklerini açıklamıyorlar. BM soykırımı bir gruba yöneltilen “topyekûn ya da kısmî” saldırı olarak tanımlıyor. Bu tanıma göre bütün ülkeler (İngiltere, Fransa, ABD, Ermeniler, Osmanlılar ve diğerleri) bütün savaşlarda soykırım suçu işlemiştir. Bu tür bir tanım anlamsız. Ne var ki Ermeni soykırımı tanımı yapanların aynı standartları hiçbir zaman çok sayıda Türk ve Kürt’ü katleden Ermenilere ve Ruslara uygulamadığını görüyoruz. Yalnızca tarihi yok sayarsanız ölümlere tek taraflı bakabilirsiniz!”

Peki bu kavga nasıl biter? McCarthy şöyle bağlıyor:

“Bu kişiler samimi bir şekilde gerçeğin ortaya çıkarılmasını istiyor olsalardı parlamentolar ve din adamları 1. Dünya Savaşı sırasında yaşanmış olayların araştırılması için bir tarih komisyonunun kurulması çağrısında bulunurlardı. Soru şu: Onlar gerçekten doğrunun peşinde mi, yoksa bütün mesele politikadan mı ibaret?”

Öyle olmalı. Yoksa Arjantin doğumlu Papa’nın kendi ülkesinde bir tane bile yerli kalmamacasına yok edilmiş olduğunu bize anlatması ve asıl bunu “soykırım” olarak lanetlemesi gerekmez miydi?

 

26 Nisan 2015, Pazar

Bir yanıt yazın