Sultan Vahdettin’in orkestrası Atatürk’e kaçmıştı!
İki hafta önce bu köşede Türkmenistanlı öğrenci Parahat’ın İnkılap Tarihi derslerinden nasıl yakındığını okumuştunuz.
‘Bu dersleri anlatanlar Osmanlı’ya neden düşmanca bakıyorlar?’ diye, dışarıdan bir gözle hayret ettiği bu meselenin düğümünü gevşetmemi istemişti benden. Hatırlarsanız ben de topu size atmıştım. Çok sayıda cevap geldi, içlerinde hafiften makale çapında olanlar dahi vardı. Hepsi bir yana, gayretiniz bana bir şeyi göstermiş oldu: Osmanlı’dan koptuğumuzu bir türlü içimize sindiremiyoruz. Bunun “olabilemeyeceğine” inanıyoruz bütün kalbimizle. İnanıyoruz amma gelin görün ki, okul kitaplarında öbür söylemle baş başa kalıyoruz. İster istemez bir çatlak açılıyor beynimizde. Şizofren kişilikler olup çıkıyoruz sonra.
Pek sık olmasa da, bazı okullara konuşma yapmak için gidiyorum. Dinliyorlar. Tabii tezlerim kafalarını karıştırınca, soru-cevap bölümünde bir feryad figandır gidiyor. Hiç unutmuyorum, bir defasında, hem de tarih öğretmenlerinin yanında, “Ben bana okulda öğretilen tarihe inanmıyorum” demişti bir kız öğrenci.
İnsanları neden böyle yarım beyinli veya özürlü olmaya zorluyoruz? İnanmadıkları ama sırf sınıfı geçmek için öğrendikleri, sonra da hafızalarından jiletle temizledikleri bir bilgi, kimin ne işine yarayacaktır? O zaman bu dersi okutmaktan murad nedir? Aynı durumu fizik veya coğrafya dersleri için bir düşünün bakalım. Bir öğrenci kalksın ve “Ben hocamın öğrettiği fiziğe inanmıyorum, bana gerçek fiziği öğreten kitaplar tavsiye edin” desin. Böyle bir pespayelik olabilir mi? Ama oluyor.
Biz, bize öğretilen tarihin yalan olduğuna inanan ama gerçek tarihin bir yerlere gizlenmiş olduğu yönünde bir tarih tasavvuru (imajı) sunmuş oluyoruz topluma. Ve böylesine şaşılaştırılmış bir toplumdan kendine güvenen, geleceğe emin adımlarla yürüyen ideal nesillerin çıkmasını umuyoruz. Hem çocukları 80 yıllık bir tarihin içine sıkıştıralım, hem de onlardan bu ülkenin büyük adamları olmasını bekleyelim. Nerede o bolluk efendi!
Her neyse, bakın “hüzn-i umumi”miz nasıl kalemimin önüne cazip asfaltlar döküyor ve onu genel konuşmanın kolaycılığına kapılandırıyor. Ama gelin biz öyle yapmayalım ve hafızanıza yeni bilgileri raptiyeleyerek söylediklerimizi kalıcı hale getirelim.
Delikanlı soruyor: Peki, örnek verin TC’nin Osmanlı’dan kopmadığına? Hafızamın aklı karışıyor. O kadar çok ki! Hangisini vereyim? Ben de diyorum ki, bu hafta hiç girmediğimiz bir alandan, musikiden getirelim örneğimizi.
Hem de kimden? Kıyıda köşede kalmış kılıç artığı olay ve kişilerden değil, TC’nin klasik müzik alanındaki medar-ı iftiharı Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’ndan ve bağımsızlığımızın türküsü olan İstiklal Marşımızın bestecisi Osman Zeki Üngör’den. Buyurun, bakalım Osmanlı’dan kopmuş muyuz kopmamış mıyız hep beraber görelim.
Öncelikle şu tespiti yapalım: Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası, Muzika-yı Hümayun’dan, yani saray bandosu ve orkestrasından doğmuştur. Yıldız Sarayı’nda, vaktiyle II. Mahmud’un kurduğu, Sultan Abdülmecid’in desteklediği, II. Abdülhamid tarafından yeniden yapılandırılan ve padişahların kendi ceplerinden finanse ettikleri saray bandosu ve orkestrası, zannedildiği gibi sadece marş çalmaz, aynı zamanda klasik Batı müziğinin en müşkil eserlerini dahi icra ederdi. Hatta Yıldız Sarayı’na gelen yabancı konuklara Sultan Abdülhamid’in arzusuyla Beethoven, Wagner, Verdi gibi büyük Batılı bestecilerin eserlerini icra ettiklerini biliyoruz.
Saray bandosu ve orkestrası, rüştünü ispatlamak için 1917 yılında bir Avrupa turnesine çıkmış ve müziğin başkentleri sayılan Viyana, Berlin, Prag gibi şehirlerde klasik Batı müziği konserleri vermişti. Aynı orkestra İstanbul halkına her hafta klasik Batı müziği konseri de veriyordu.
Demek ki, bizim müzikte Batı’ya açılmamızın Cumhuriyet’le bir alakası yok. O kadar yok ki, klasik Batı müziğiyle ilişkimizin Cumhuriyet döneminde tenzil-i rütbe ettiğini dahi söyleyebiliriz. Zira Abdülmecid döneminde bazı ünlü bestecilerin eserlerinin galası dahi İstanbul’da yapılırdı. Cumhuriyet döneminde yeni bestelerin ancak epeyce bayatladıktan sonra geldiğini söylememe gerek yok.
Velhasıl, 1922’ye geldiğimizde Vahdettin’in Muzika-yı Hümayun’unun başında İstiklal Marşımızın bestecisi Osman Zeki Üngör vardır. Üngör’ün de katıldığı beste yarışmasında Ali Rifat (Çağatay) Bey’in bestesi resmi marş kabul edilir. Ancak Üngör’ün, Ankara’ya davet edilmesiyle şans kapıları önüne açılacaktır. Gazi Mustafa Kemal, nasıl Osmanlı ordusunun seçkin paşalarını birer birer yanına çekmişse, bir hakimiyet sembolü olarak Osmanlı saray bandosunu da artık Ankara’da görmek istemektedir. Osman Zeki Bey önce gizli bir görüşme yapar Ankara’da. Sultan’ın bu teması duymasından “hayli korkmakta”dır. Dile kolay! 150 kişilik koca orkestrayı alet edevatıyla, üstelik işgal altındaki bir şehirden kaçırmak hiç kolay bir iş değildir.
Önce 5 kişilik bir piyanist heyetini yollar Ankara’ya, sonra da kendisi gider ve telgrafla çağırır arkadaşlarını. Kaçırma planı hazırdır: Gizlice trenlere taşınan levazımat tam 4 vagonu doldurmaktadır. Ankara’da ilk durakları, istasyonun ambarı olur. Ve kolları sıvayarak, yeni başkentin bağrında ilk senfonik konseri verirler. Tarih 11 Mart 1924’tür. Yer, Milli Sinema’dır. Ve burada Gazi Mustafa Kemal bir jest yaparak İstiklal Marşı’nın Osman Zeki Bey’in bestesiyle çalınmasını ister.
İşte 82 yıldır çalınan İstiklal Marşı, II. Abdülhamid’in Yıldız Sarayı’ndaki müzik okulunda tahsil görmüş (hatta Üngör, yeteneğini keşfeden kişinin Sultan Abdülhamid olduğunu söyler), Sultan Vahdettin’in orkestra şefliğini yapmış, son Halife Abdülmecid’in orkestrasını yönetmiş bir müzisyenin eseridir. Ve onun gayretiyle yine saray orkestrası, yani Muzika-yı Hümayun, Ankara’da bereketli bir doğum yapmış ve içinden, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın yanında, Cumhurbaşkanlığı Filarmoni Orkestrası ve Cumhurbaşkanlığı Fasıl Heyeti vücuda gelmiştir. (Saray orkestrası bir batında üç çocuk doğurmuştur anlayacağınız!) Böylece Osmanlı sarayında asırlardır varlığını sürdüren bu köklü müzik okulu, Cumhuriyet müziğini mezun vermiştir. Parahat’ın sorusunu bu bilgilerden sonra bir daha düşünün isterseniz: Kopan bir şey görüyor musunuz?
Do you want Search?
Random Post
Search
previous