• Home
  • Genel
  • Tarihi yazanlar, olayları günümüze taşıyanlar ne kadar objektifti?

Tarihi yazanlar, olayları günümüze taşıyanlar ne kadar objektifti?

Soru :
1. Tarihi yazanlar, olayları günümüze taşıyanlar ne kadar objektifti?
2. Tarihi günümüzün içine koyup da yaşamanın gelecek açısından önemi nedir? Bunu başarmak için yapmamız gerekenler nelerdir?
3. Tarihimizin yeni nesle unutturulmaya ya da tarihine düşman nesiller yetiştirilmeye çalışılmasındaki amaç sizce ne olabilir?
Şebnem Özer


Cevap :
1. Tarihte (ve genel olarak bilimde) objektiflik mümkün değildir ama tarafsız olunabilir. Fakat bu tarafsızlık beynimin içinde değil, ortaya koyduğum delillerde, yani ‘doğrulama bağlamı’nda aranmalıdır. Beynimin içini tartışamazsınız, ‘siz aslında şöyle düşünüyorsunuz’ mantığı batıldır. Fakat ortaya koyduğum deliller ve onlardan yaptığım çıkarsamalar her zaman tartışmaya açıktır ki, işte objektif olmasam bile tarafsız olabileceğim alan burasıdır. Mesela Fatih konusunda kaçınılmaz olarak bir tarafımdır ama onunla ilgili bilgi ve belgeleri taraf tutmadan değerlendirebilirim. vs.

2. Tarihi günümüzün içine koyup da yaşamak… Bu bana tatsız bir ifade gibi geldi. Zaten tarih geçmişin bugünde yaşayan uzantısı değil midir? Bugün tartışılıyorsa, tarih yaşıyor demektir. Yaşıyorsa zaten bugündedir. Biz onu farketmiyor veya ölü zannediyor olabiliriz, o ayrı. Aslında tarih, bizim üzerimize gelmektedir, biz ona doğru gidiyor değiliz. Gözümüze gözlüktür gereken… Ayakta durmak istiyorsak elbette.

3. Bu gaflet değilse hıyanettir bence. Bir toplum kendisini tarih nehrinin dışına çıkaramayacağını bile bile tarihten tecrit edebileceğini veya başka bir tarihe, yaşamadığı ve yaşama imkanının olmadığı bir tarihe eklemlenmebileceğini iddia ediyorsa orada gizli bir sömürgecilik kol geziyor demektir. Hep söylüyoruz: Biz sömürge olmamışız ama aydınımızın kafası sömürgeleşmiş. Sömürgelerimizin bağımsızlığa kavuşacağı güne kadar mücadalemiz devam edecek demektir. Yolumuz uzun, anlayacağınız.

One Comment

  • KURTULUŞ KASAP

    3 Eylül 2011 at 16:19

    Sayın MUSTAFA ARMAĞAN yazılarınızı ve kitaplarınızı çok dikkatlice takip ediyorum.Yukarıda belirttiğiniz gibi tarihte daha doğrusu ilimde objektif olunamaz ancak tarafsız olunabilir demişsiniz,ben sizin bazı tarihi konularda bu tarafsızlığınızıda kaybettiğinizi düşünüyorum.PAŞALARIN HESAPLAŞMASI adlı kitabınızın 142. sayfasında 28 mart 1949 da İsrail,i tanıyan ilk müslüman devlet olduğumuzu ve CHP dönemindeki bu dış politikanın MENDERES HÜKÜMETİNE büyük bir dış politika yükü olarak kaldığını belirtmişsiniz.(prof.HÜSEYİN BAĞCI,ya dayanarak).28 mart 1949 da İSRAİL devletini tanıyan ilk müslüman devlet Türkiye Cumhuriyet,idir ve o dönemin başbakanı prof.Dr.ŞEMSETTİN GÜNALTAY,dır.(yanılıyorsam düzeltin lütfen.)Benim burada belirtmek istediğim dönemin başbakanı değerli hocamız aynı zamanda DİN ALİMİ ve İLAHİYATÇIDIR.Ortadoğu ve yakın doğu uzmanıdır.Ayrıca bu tanımadan sonra israil,le ilişkilerimizi geliştiren ve israil,i ilk ziyaret eden başbakanımız ADNAN MENDERES,tir.Size bir önemli bilgi daha veryim İsrail Devleti ile ilk kez askeri işbirliği antlaşmasını imzalayan( 1996 yılında)dönemin başbakanı rahmetli NECMETTİN ERBAKANDIR.Bence israil,i tanıyan ilk müslüman ülke olmamızın nedenini o dönemin koşullarına bakarak anlayabiliriz.SSCB nin israili tanıyan ilk ülke olması,yeni kurulan bu devletin de kominizm etkisi altına girme olasılığı,ABD üzerindeki yahudi lobilerin etkileri vb sebepler yüzünden ABD nin desteğiyle İSRAİL DEVLETİ,Nİ tanıyan ilk müslüman ülke olduk.Bu dış politikamızı ,bu tanıma kararını her yönüyle tartışabiliriz ancak dış politikalarımızda israil ile ilişkilerimizin günahını CHP dönemine bağlamamız doğru olmaz.Her iktidar israil ile ilişkilerimizi bir iç politika malzemesi olarak kullanırken ,diğer yandan da bu ülke ile siyasi,ekonomik,askeri ve ticari ilişkilerimizi geliştirmek için çaba harcamıştır.SELAMLAR

    Cevapla

Bir cevap yazın