Terakkiperver Parti neden kapatılmıştı?
Gazi Mustafa Kemal 20 Ekim 1927 günü, 36 saattir okumakta olduğu Nutuk’un sonlarında Cumhuriyet döneminin ilk muhalefet partisine çevirmiştir eleştiri oklarını. Hedefte Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve kurucuları vardır.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, bugünkü ifadesiyle “İlerici Cumhuriyet Partisi”nin kuruluşunu Cumhuriyet Halk Partisi’ne, dolayısıyla başkanı sıfatıyla kendisine yönelik bir ‘komplo’nun parçası sayan Gazi Hazretleri, parti programının “gizli eller tarafından” çizildiği kanaatindedir. Peki kimdir bu ‘gizli eller’? Şöyle açıklıyor:
“Fırka, efkâr ve itikâdât-ı diniyeye hürmetkârdır” [Parti, dinî fikir ve inançlara saygılıdır] düsturunu bayrak olarak eline alan zevattan hüsn-i niyete intizar olunabilir [iyi niyet beklenebilir] miydi? Bu bayrak, asırlardan beri cahil ve mutaassıpları, hurafeperestleri iğfal ederek hususi maksadlar teminine kalkışmış olanların taşıdıkları bayrak değil miydi? Türk milleti, asırlardan beri nihayetsiz felaketlere, içinden çıkabilmek için büyük fedakârlıklar istilzam eden [gerektiren] mülevves [pis] bataklıklara hep bu bayrak gösterilerek sevk olunmamış mıydı?”
Dilinin ağırlığı, üslubun ağırlığı yanında çok hafif kalan bu okkalı eleştiri, giderek sertleşecektir. Gazi’ye göre, bu partinin kapatılmasını gerektiren nokta, programındaki bu maddeyle irticaya bayrak haline gelmesinde yatmaktadır. Partinin kurucuları, dinî taassubu galeyana getirerek milleti Cumhuriyet’in, ilerlemenin ve yeniliğin aleyhine teşvik etmekte, “hilafeti tekrar isteriz” demekte ve “Mustafa Kemal’in partisi hilafeti kaldırdı. İslamiyeti yaralıyor. Sizi gâvur yapacak, size şapka giydirecektir” diye bağırmaktadır.
Gazi Mustafa Kemal, TCF’nin kapatılmasını haklı çıkarmak için yazdığı bu ‘iddianame’de bir adım daha atarak, parti programını, “en hain dimağların mahsulü” olarak yaftalar. Peki kimdir bu en hainler?
Parti başkanı Kâzım Karabekir silah arkadaşıdır.
İkinci başkanlar Dr. Adnan Adıvar ve Rauf Orbay dava arkadaşlarıdır.
Genel sekreter Ali Fuat Cebesoy çocukluk arkadaşıdır.
Milletvekilleri arasında Cafer Tayyar Paşa, Halis Turgut, İsmail Canbulat, Refet Bele gibi Milli Mücadele’nin önemli simalarının yer aldığı TCF’nin nasıl olup da ‘en hain dimağların’ odağı olduğu iddia edilebilirdi? Daha birkaç yıl öncesine kadar omuz omuza savaşanlara bu aralar ne olmuştu?
Kırılma noktasını Nisan-Temmuz 1923 olarak belirlediğim dönüşüm sürecinde Cumhuriyet’in anlam ve mahiyeti üzerinde çetin bir savaşım verilmekte, eski dava ve silah arkadaşları, Mustafa Kemal’i, onun etrafını çeviren oligarşiden kurtarmaya çalışmaktadırlar. Oligarşi, yani zümre iktidarı, Mustafa Kemal’i yalnızlaştırmak ve eski çevresinden kopartmak istiyordu. Bu da aşama aşama gerçekleşti. İzmir Suikastı bahanesi, bu çevreleme operasyonunun son ayağıydı.
En azından Karabekir Paşa, Ali Fuat Paşa ve Rauf Bey bunu böyle görüyorlardı. Yoksa Mustafa Kemal’in normal şartlarda demokratik bir cumhuriyet istediği biliniyordu. Hatta Konya’da yaptığı konuşmada ve 11 Aralık 1924’te Times muhabirine verdiği söyleşide muhalefetin iktidarın kontrolü için gerekli olduğunu söylediği malumdu. Öyleyse sorun neydi? Neden bazı dava arkadaşları ‘hainler’ safına geçmiş ve parti kurarak cumhuriyeti mahvetme planları içine girmiş olsunlardı?
Tabii irtica, bahaneydi. TCF, gün geçtikçe kuvvet kazanıyor, hatta yaklaşan seçimlerde iktidara bile gelebileceği hesaplanıyordu. Bu durumda CHP daha kuruluşunda ağır bir darbe yiyecek ve dağılacak mıydı? Onun etrafına çöreklenenler buna izin verir miydi?
TCF’nin 17 Kasım 1924’te kurulmasının üzerinden 4 gün geçmiştir ki, İnönü başbakanlıktan istifa etmiş, ertesi gün yerine Fethi Okyar getirilmiştir. Sanki Cumhuriyet yeniden doğmuş gibidir. Yeni hükümet, CHP’li olsa da, nadir görülen bir uzlaşma sağlamış, muhalefet partisi tarafından desteklenmiş ve ittifakla güvenoyu almıştır. Demokratik Cumhuriyet için iyimserlik rüzgarları eserken, İsmet Paşa ve çevresi için alarm zilleri çalmaktadır. Fethi Okyar bütünleştirici bir rol oynayabilir, iktidar ile muhalefeti buluşturabilir, İnönü ve çevresinin ikbal yolları kapanabilirdi. Bunun için bir şeyler yapılmalıydı. Yapıldı da.
Şeyh Said isyanı bahane edilerek önce Fethi Bey istifa ettirildi, ardından İnönü yeniden başbakanlığa getirildi (3 Mart). Derhal Takrir-i Sükûn Kanunu çıkarıldı. Meclis kapatıldı. İstiklal Mahkemeleri kuruldu. 10 gazete birden süresiz kapatıldı. Artık her şey bakanlar kurulunun kararıyla oluyordu. Açıkça bir sivil darbe yapılmıştı. 3 Haziran’da bakanlar kurulu, yurt çapında yaygın bir destek bulmaya başlayan ilk muhalefet partisinin kapısına kilit vurulmasına karar verdi. İnönü’nün damadı Metin Toker’in deyişiyle, bundan sonra Türkiye’yi uzun sürecek bir ‘mezar sessizliği’ bekliyordu.
İşin ilginç yanı, Nutuk’ta, bu itiraz seslerinin en ağır şekilde cezalandırıldığı bu dönemin, radikal inkılapların gerçekleşmesi için uygun bir zemin sağladığının ısrarla belirtilmiş olmasıdır. Nitekim Gazi, Şapka Kanunu ile Medeni Kanun’u, dahası tekke ve zaviyelerin kapatılmasını Takrir-i Sükûn Kanunu’nun demir eli sayesinde kazasız belasız kabul ettirdiklerini itiraf etmekte değil midir?
Cumhuriyet’in ilk muhalefet partisinin ömrü 7-8 ayla sınırlı kaldı. Ancak tarih, o gün bu gün irtica bahane edilerek kapatılan ilk Cumhuriyet partisinin “ilerici” (terakkiperver) ismini taşımasındaki garabeti bir türlü çözemedi. Adı ilerici olan ‘gerici’ parti düğümü bugüne kadar da çözülebilmiş değil.
Öyleyse kapatılmasında asıl maksat neydi?
Rauf Orbay’ın dediği gibi, Lozan’da verilen tavizlerin hesabının muhalif paşalar tarafından sorulacağından duyulan korku ile İnönü’nün etrafında oluşan zümrenin çıkarlarının halka ve onun değerlerine saygılı bir muhalefet partisi tarafından zedeleneceği endişesiydi. Tabii asıl büyük hedefin, İttihatçıların kalıntılarını tasfiye etmek olduğu söylenmelidir. Tarihin alayı mı demeli: Abdülhamid’e karşı örgütlenen İttihatçıların kökünü kazımak Atatürk’e düşmüştü. m.armagan@zaman.com.tr
23 Mart 2008, Pazar