• Home
  • Genel
  • Türk dünyasından bir yıldız geçti

Türk dünyasından bir yıldız geçti

Türk dünyasından bir yıldız geçti

İstanbul’dan bir bozkır çocuğu geçti. 60 yaşında bir çocuktu! 60. doğum gününü beraber kutladık. Konuştuk, söyleştik, gülüştük, hüzünlendik. Ve sarıldık birbirimize. Asırlar ayırmıştı bizi, saatler birleştiriyordu. Rüyalarımızı bile donduran Soğuk Savaş, buharlaşıveriyordu birkaç dakika zarfında.

Bozkırın çocuğu geçti aramızdan. Bir kuyrukluyıldız gibi ağdı dünyamıza birkaç günlüğüne ve altın tozlarını serperek üzerimize, Tanrı dağlarının eteklerine geri döndü. Orta Asya’nın o çok saf ve çok masum ve çok çocuk ve çok mahmur çehrelerinden bir demet fotoğraf bırakıp gitti kendi dünyasına. Bozkırın çocuğu dediğim, Kazakistan’ın ünlü şairi Muhtar Şahanov.

Geçtiğimiz cumartesi günü İstanbul’da iki toplantıya birden katıldı. Birincisinde bir konferans verdi. Başlığı, “Avrasya’da Kültürel Erozyon”du. İkinci toplantı ise aynı gece Şahanov’un 60. doğum yıldönümü vesilesiyle düzenlenmişti. Türk ve Kazak halklarının dostluğunu perçinleyen bu gece, gerçekten pek samimi konuşmalara ve duygulu anlara sahne oldu. Şahanov, Türkiye’de pek fazla tanınan bir şair değil. Ama Türk cumhuriyetlerinde ve Sovyetler Birliği’nde, son yıllarda da dünyada epeyce tanınmış bir isim. UNESCO, “Medeniyetin Yanılgısı” adlı kitabını İngilizce başta olmak üzere dünyanın belli başlı dillerine tercüme ettirerek yayımlatmış. (Da Yayıncılık Şahanov’un Cengiz Aytmatov’la çeşitli konulardaki sohbetlerini içeren “Şafak Sancısı”nı yayınladı, şimdi de “Cengiz Han’ın Sırrı” adlı kitabını yayına hazırlıyor.)

Şahanov, hem aşinası olduğumuz hem de çoktandır unuttuğumuz bir dille konuşuyor. Kıssa geleneğimizi hatırlatan bir anlatım tarzı bu. Aynı zamanda da Orta Asya bozkırlarının bâkir tabiatından süzülmüş diri bir hayatın usaresi gizli eserlerinde. Dede Korkut ile William Faulkner’ın, Farabi ile Tolstoy’un birlikte nabız atışları duyuluyor eserlerinde. Sanıyorum bu yüzden büyük ilgi görüyor eserleri, böylesi bir dünyayı çoktan unutmuş olan Batı dünyasında.

Önümüzdeki yıllarda Orta Asya Türk yazarları adına bir patlama bekliyorum. Hem Türkçede hem de dünya dillerinde Aytmatov’un ulaştığı şöhreti yakalamaya aday pek çok şair, yazar ve düşünür var bu topraklarda. Olcas Süleymanov, Anar, Abiş Kekilbayev, Ramiz Ruşen bunlardan sadece birkaçı.

Soğuk Savaş henüz bitmedi sanki. Bu dünyalardan çıkan yazarlara, edebiyatçılara, sanatçılara karşı sanki hâlâ eski önyargılarımızla yaklaşıyoruz. Ciddiye almıyoruz adeta. Dahası, kardeş halklar olarak birbirimizi yeterince tanımıyoruz. Belki ticarî düzeyde bir tanışma oldu kısmen ama kültürel etkileşim ve fikrî tartışma düzeyine ulaşmış değil henüz bu. Ne onlar bizi sağlıklı bir şekilde tanıyorlar ne de biz onları. Nazım Hikmet de olmasa Türk edebiyatından hiçbir iz kalmayacakmış hatırlarında. (Burada kaderin Nazım Hikmet’e yüklediği rol, gerçekten de trajiktir. Başka gayelerle gittiği Sovyetler’de, Türk halkları ile Türkiye ve Türkçe arasında bir köprü rolü oynamak düşmüştür Nazım’ın hissesine. Azeriler, onun şiir kitabı basıldığında satın almak için nasıl kuyruklarda beklediklerini, onun sayesinde Türkiye Türklüğü ve Türkçesiyle irtibat kurduklarını hâlâ anlatır dururlar.) Ama o kadar işte. Türk edebiyatından bir Mehmet Akif, bir Yahya Kemal, bir Peyami Safa, bir Necip Fazıl, tanınmıyor oralarda. Peki kabahat kimde? Komünistlerde mi yoksa kendi değerlerimizi dünyaya tanıtamayan bizlerde mi? Bu yüzden kültürel etkileşim şart. Kültürel etkileşim için de tanışma, bilişme şart. Bunun için de Şahanov gibilerin daha çok gelip gitmesi, bizim entelektüellerimizin de bu topraklarla daha sıkı bir etkileşim içinde olması lazım.

Diyalog Avrasya dergisi ve Da Yayıncılık ile bu metrûk köprüleri tamir etmek için yola çıkmıştık. Bugün geldiğimiz nokta, gerçekten her iki dünyanın da diyalog eksikliğini hissettiğini ortaya çıkarttı. Ne diyelim: “Âsân eyle yolumuz”!

26.03.2002

Bir cevap yazın