Uludağ’ın manevi tarihi

Uludağ’ın manevi tarihi
Doğrusunu söylemek gerekirse Bursa Şehrengizi adlı kitabım yayınladıktan sonra bir süre Bursa hakkında yazmak istemiyordum. Artık elimden çıkmış ve istiklalini ilan etmiş olan kitabım ben destek olmadan meramımı anlatabilsin; ayakları üzerinde durmasını öğrensin istiyordum. Ne var ki, bu perhizi iki defalığına bozmak durumunda kaldım. Birincisi MÜSİAD’ın dergisi Çerçeve’nin çıkacak sayısına yazdığım “Bursa’dan esnaf manzaraları” idi, ikincisini ise okumaya başladınız bile.

Geçtiğimiz salı günkü köşesinde sevgili dostum İskender Pala’nın yer verdiği bir okur mektubu ile Bursa ve Uludağ üzerine yazma arzum depreşmiş oldu. Gerçi kitabımda uzun uzun anlatıyorum; ama burada hem okur mektubuna bir tür açıklama getirmek, hem de Uludağ hakkında şimdiye kadar yazmadığım bir iki hususa değinmek istiyorum.

Uludağ’ın manevi tarihi, gerçekte bildiklerimizden çok daha etraflıca ele alınmaya değecek zenginliklerle doludur. Evliya Çelebi’nin eski bir kitaptan naklettiğini söylediği Hz. Süleyman’ınki gibi efsaneleri bir yana bırakacak olursak, Uludağ’ın manevi tarihinin Bizanslılarla başladığını söyleyebiliriz. Bildiğim kadarıyla bu konuda şimdiye kadar yapılan en kapsamlı çalışma rahip Bernardin Menthon’a aittir. (1935). Menthon’un Bizans kaynaklarından derlediği kitabından yararlanan Dr. Osman Şevki Uludağ ise 1936’da yayımladığı Uludağ: Keşişleri, Dervişleri, Tapınakları adlı kitapta hem Menthon’dan bilgiler aktarıyor, hem de kendi bilgi ve tecrübeleriyle bu bilgilerin sağlamasını yapıyordu. Mesela Ch. Texier ve Hammer’in ortak olarak dile getirdikleri Uludağ’ın zirvesi civarında bir kilise veya manastırın bulunduğu tezini, bir ihtisas komisyonu ile yaptığı tetkik seyahati sonucunda çürütmüş ve “gösterilen yerlerde insan eli değmiş ve bir medeniyete işaret eden hiçbir iz bulunamadı”ğını beyan etmiştir. Fakat bu, Uludağ’da kilise veya manastırların olmadığı anlamına gelmiyor, zira yine Menthon’un çalışmasından öğreniyoruz ki, Bizans’ın yüzlerce yıllık ömrü boyunca bu dağ üzerinde çok sayıda -bazı kaynaklar sayıyı 100’e kadar çıkarmaktadır- kilise, manastır veya zaviye yapılmış ve çeşitli sebeplerle yıkılmış bulunmaktaymış. Bunlardan ise ancak birkaç tanesinin izine rastlanabilmekteymiş.

Bilindiği gibi Uludağ, Osmanlılar devrinde bu defa çeşitli tarikatlara mensup dervişler tarafından yurt edinilmiştir. Dervişlerce bir kısmı eski manastırların yerinde olmak üzere dağın muhtelif bölgelerinde birkaç hücreden müteşekkil zaviyeler yapılmıştır. Uludağ’daki manevi hayat, ilim ve irfan şölenleri, Lamii Çelebi’nin anlattıklarına bakılırsa son derece renkli geçmiştir.

Uludağ’a Keşiş Dağı yanında Cebel-i Rahib de denildiğini Katip Çelebi’nin Cihannüma’sından öğreniyoruz. Katip Çelebi, Uludağ’ın buzlarının İstanbul’a kadar götürüldüğünden, derelerindeki nefis alabalıklardan, define avcılarından bahsettikten sonra zirvesinden karın hiç eksik olmadığını, bu hiç erimeyen karların içinde zülal adı verilen “kurtcağızlar”ın bulunduğunu nakleder. Güya bu kurtcağızların başı koparılınca içinin bir yudum latif soğuk su ile dolu olduğu görülür ve bu su içilirmiş!

Uludağ’da Softaboğan diye bilinen bir yer vardır. Bu ismin oraya niçin verildiğini tam olarak öğrenebilmiş değilim. Lakin bildiğim bir olayla yakından bağlantısı var gibi görünüyor bana. Yavuz Sultan Selim, malum tahta çıktığında kardeşlerini ve onların çocuklarını ortadan kaldırmadan devletin rahat yüzü görmeyeceğine inanıyordu. Kardeşi Şehzade Ahmet’le mücadele halindeyken Bursa’da karargahını kurmuş ve himayesine sığınan, Solakzade’nin deyişiyle “beş nefer biraderzadeleri” yani 5 yeğenini sessizce ortadan kaldırmak için bir plan yapmıştır. Uludağ’a avlanmaya gidilecektir sözde. Bundan sonrasını Solakzade Tarihi’nden okuyalım: “Bir gün heybet ve haşmet ile dağları ve ovaları seyre çıktı. Ağalarından her birini bölükleri ile, gönülleri pak şehzadelerinin işlerinin görülmesi için tayin eyledi. Kendileri saadetle şehre duhul edip saraylarına nüzul eyleyince beşinin de işleri bertaraf olmuş idi.” (Bursa halkının bu çocukların idamını uzun zaman unutmadıkları ve infial gösterdiğini yine kaynaklardan öğreniyoruz.) Tarihlerde idam edilen 5 şehzadenin iyi bir medrese eğitimi aldıklarından söz edildiğine göre bugün “Softaboğan” denilen boğazda boğdurulmuş olmalarından dolayı oraya bu ismin verilmesi akla yatkın geliyor doğrusu. Zira Softaboğan’ın biraz yukarısındaki çam ormanları da halk ağzında hala “Sultan Selim Sanevberliği” diye anılmıyor mu?

Amacım tarihimizin acı bir sayfasını hatırlatmak değil şüphesiz, lakin Uludağ’daki bu kuytu boğaza her gidişimde kulağıma asırlar öncesinde şelaleler tarafından kayda geçirilmiş derinden derine boğuk sesler çalınması boşuna olmasa gerektir!

W. Safire’den yazarlığın ince kuralları

William Safire adının Amerika’da işgal ettiği ayrıcalıklı yerin mukabilini bizim basınımızda aramak boşuna galiba. Hemen her konuda bir idol, bir efsane olan ve yazıp söyledikleri ile geniş bir okuyucu ve izleyici kitlesini etkileyen onun bir benzeri Amerika’da bile gösterilemez. Safire’ın bir özelliği de, Türkiye’de son yıllarda gazetelerde yaygınlaşan dil yanlışları konusundaki usta işi polemikleri. Bunlardan bir kısmını kitaplaştırdı bile. İngilizce örnekleri, okuyucuyu sıkmasından korktuğum için aktaramıyorum; ama koskoca bir Japon araba firmasının reklamında everyday (sıradan) ile every day’i (daima) birbirine karıştırmasına taktığı yazı hala aklımda.

Yakınlarda İnternet’te rastladığım bir yazısı ise “yazarlar” içindi. Kendi geliştirdiği yazma kurallarını bir liste halinde sunuyordu yazı. Özellikle genç yazarlar için yararlı olabileceği ümidiyle aşağıya bazılarını dercettiğim bu kuralların doğrudan İngilizceyi ilgilendirenlerine tabiatıyla yer vermedim.

1. Pasif (edilgen) çatılı cümleleri asla kullanma.

2. İfadelerini olumsuz biçimde dile getirme.

3. Fiiller öznelerle uyum içinde olmalıdır.

4. Yazdıklarını yeniden okumak ne kadar çok tekrara düştüğünü görmeni sağlayacaktır.

5. Bir yazar bakış açısını değiştirmemelidir.

6. Cümlene bağlaçla başlama. (Unutma ki bağlaç, bir cümleyi bitirmek için müthiş bir kelimedir.)

7. Ünlem işaretlerini aşırı kullanma!!

8. Özellikle on ya da daha fazla kelimelik uzun cümlelerde zamirleri mümkün olduğu kadar birbirine yakın kullan.

9. Eğer herhangi bir kelime bir cümlenin sonuna uygun düşmüyorsa bağlantı kuran bir fiil kullan.

10. Konunun cesaretle üzerine git ve karışık mecazlar kullanmaktan kaçın.

11. Herkes tekil bir isim için tekil bir zamir kullanmaya dikkat etmelidir.

12. Daima yerinde bir deyim seçmeye dikkat et.

13. ‘Veba’ gibi klişe kelimeler kullanmaktan mutlaka kaçın; her zaman canlı alternatif kelimeler ara.

Safire’ın tavsiyeleri bunlar. İçinden kendinize uygunlarını seçip benimsemek ise size düşüyor. Benden nakletmesi.

Bir yanıt yazın