• Home
  • Genel
  • Yeni Said’in Abdülhamid’e bakışı: ‘Velî Padişah’

Yeni Said’in Abdülhamid’e bakışı: ‘Velî Padişah’

Yeni Said’in Abdülhamid’e bakışı: ‘Velî Padişah’

Geçen hafta Said Nursi’nin Sultan Abdülhamid’e ilk dönemi saydığı Eski Said dönemindeki bakışını özetlemiş, karşılaşma şartlarının uygunsuzluğundan söz etmiş ve en önemlisi de, meseleyi prensip düzeyinde tutup şahsîleştirmeyişindeki erdemini vurgulamıştım. Bugün ise Yeni Said dönemindeki bakışını ele alacağım.

Risale-i Nur�a büyük hizmetleri geçmiş talebelerinden Mustafa Sungur, Tek Parti döneminin sıkıntılarını ve istibdadını gördükten sonra Bediüzzaman Said Nursi�nin II. Abdülhamid hakkında şöyle dediğini nakleder: �Keçeli Said, sen şefkatli bir padişaha müstebit diye itiraz etmiştin. Onun cezası olarak şu dehşetli istibdadın cezasını çek bakalım.� Bir başka metin ise yine Mustafa Sungur�dan aktararak Bediüzzaman�ın Abdülhamid hakkındaki hükmünü şöyle kaydeder: �Sultan Abdülhamid, velidir. Ben onu hususi dualarımın içine almışım. Her sabah, �Ya Rabbi, sen Sultan Abdülhamid Han ve Sultan Vahidüddin ve Hanedan-ı Osmaniye�den razı ol� diye dualarımda yad ederim.�
Sultan Abdülhamid�in onun nazarında �veli� olduğuna dair bir başka belge, talebelerinden Muhsin Alev�in Necmeddin Şahiner�e aktardığı sözlerdir:
�İstanbul�da Sultan Abdülhamid hakkında kitap yazan bir adam, merhum padişaha çok hücum edip hakaret ediyormuş. Bunu Üstad duyunca üzüldü. Bize, �Sultan Abdülhamid 60 milyon Müslüman�ın halifesiydi. Ben ona bir veli nazarıyla bakıyorum.� diye buyurarak Abdülhamid hakkında bir lahika mektubu neşretmişti.�
Bu mektuba daha sonra geleceğiz; ancak Said Nursi�nin, Meşrutiyet namına yapılan yeni istibdadı ve Tek Parti iktidarındaki baskıları yaşadıktan sonra Sultan Abdülhamid hakkındaki kanaatlerinde değişikliğe gitmek ihtiyacını duymuş olması, onun yine şahsa değil, prensiplere bağlılığını ortaya koyar. Zira şahsa dayalı bir muhalefet yürütseydi (Mehmed Akif gibi), sonradan sözlerinden dönemeyeceği bir konumda kalırdı. Yahut Rıza Tevfik gibi, yine şahsî bir özür-name kaleme alması gerekirdi. Ancak Said Nursi�nin tavrı, tam bir Hakikat-perestin tavrıdır. Duyguları değil, Kur�an�ın prensipleri yol gösterir kendisine. Nitekim Tarihçe-i Hayat�ta geçen, yıllar sonra yaptığı bir değerlendirmede istibdada karşı çıkmasının doğru, fakat �hedefin hatalı� olduğunu söyleyecektir.
Lafı uzatmayalım, 1953�te talebelerinden Muhsin ve Ziya�nın bir öğretmenin sorusuna cevap olarak kaleme alınmış olan ve Abdulkadir Badıllı�nın 3 ciltlik tarihçesine aldığı şu mektup bence onun Abdülhamid konusundaki tavrını izaha kâfidir:
�Evvelâ: Üstadımızın bütün hayatındaki birinci düsturu, Kur�an-ı Hakim�in bir kanun-i esasîsidir ki: �Bir adamın cinayetiyle başkası mesul olamaz� kaide-i Kur�aniyesi ile, �O padişahın zamanındaki hükümetin hataları ona verilmez� diye daima hayatında ona hüsn ü zan etmiş, onun bazı zaman mecburiyetle ettiği kusurları da, onun muarızlarına karşı da tevile çalışmış.
Saniyen: Üstadımız, Hürriyet�in başında [1908] bütün kuvvetiyle şeriat dairesindeki hürriyet-i şer�iyeyi senâ etmiş, nutukları ile halkları o hürriyete davet etmiş ve hürriyet-i şer�iyeye muhalif olanlara demiş ki:
�Eğer şeriat dairesinde olmazsa, istibdat namını verdiğiniz, bir şahsın mecburi, cüz�i ve hafif istibdadı, pek şiddetli bir istibdad-ı küllî olup inkısam ed[ince] herkes, bir nevi müstebit olur. İstibdad-ı mutlak çıkar. Binler istibdad hükmüne dönecek, yani hürriyet ölecek, bir istibdad-ı mutlak çıkacak.�
Hatta bu meselede Üstadımız, idam için kurulan Divan-ı Harb-i Örfi�de demiş ki: �Eğer meşrutiyet, İttihatçıların istibdadından ibaret ise veya hilaf-ı Şeriat hareket ise, bütün dünya şahit olsun ki, ben mürteciyim.�
Salisen: Üstadımız, o zamanda bir hiss-i kable�l-vuku nevinde şimdiki alem-i İslam�ın ecnebi istibdadından kurtulması[nı] ve bir Cemahir-i Müttefika-i İslamiye [Birleşik İslam Cumhuriyetleri] tarzında tezahüre başlamasını tasavvur etmiş, ümit etmiş, hissetmiş ve bütün kuvvetiyle bağırmış, hürriyet-i şer�iyeyi takdir etmiş. O zamanki hutbelerinde demiş ki: �Hürriyet, terbiye-i İslamiye ile olmazsa ölecek; bir istibdad-ı mutlak çıkacak.�
Rabian: Üstadımızdan hem işitmiş, hem halinden anlamışız ki, ecnebilerin şiddetli desise ve kuvvetlerine karşı gösterdiği sebat ve kanaat, hususan âlem-i İslam�ın kısm-ı azamının halifesi olmak; hem biçare vilayat-ı Şarkiyenin bedevî aşairini Hamidiye Alayları ile en yüksek bir derece-i askeriye ve medeniyeye… sevk etmesi, Hamidiye Camii�nde her cuma günü bulunması, şeair-i İslamiyeye elden geldiği kadar müraat etmesi, daima Yıldız dairesinde manevi üstadı kabul ettiği bir şeyhi [Ebu�l-Huda�yı ve Şazeli Şeyhi Zafir Efendi�yi kastediyor olmalı -M.A.] var olduğu gibi, çok hasenatı için, Üstadımız, bütün hayatında onun padişahlar içinde bir nevi veli hükmüne geçtiğini kanaat etmişti.�
Ancak bazı basımlarda Münazarat�ın sonuna da eklenen bu mektubun bir de beşinci bendi vardır ki, bazı nüshalarda mevcut değildir. Önemine binaen aşağıya alıyorum:
İnsan hatasız olmaz. Eğer onun hakkında o zaman nutuklarında, bir mecburiyet altında şiddetli hataları olsa da, elbette o hatanın hiçbir ehemmiyeti kalmaz. Hem Aşere-i Mübeşşere [Cennetle müjdelenen on sahabi] içinde, Hz. Ali ile Hz. Talha ve [Hz.] Zübeyr�in birbiri hakkındaki hataları, onların İslamî hakikatlere dair uhuvvetlerine zarar vermediği gibi, 50 sene evvel Üstadımızın merhum padişah [Abdülhamid] hakkında bir hatası medar-ı itiraz olamaz.�
1908�den 1953�e kadar süren 45 yıllık depremler, Sultan Abdülhamid�in görüntüsünü etkilemiş görünmektedir. Arkasından gelen büyük boşluk ve sarsıcı travmalar, Sultan�ın nelere engel olmaya çalıştığını, görmek isteyenlere, daha iyi göstermiş olmalıdır. Ve Bediüzzaman�ın, yüzünü nasıl hakikatten ayırmadığını da ibretle görmekteyiz.
Artık burada �hata� da sevap anlamını yüklenmekte değil midir? Zira yol aynıdır. Fakat hakikat, peçesini yalnızca üzerinde samimiyetle yürümeye devam edenlere açmaktadır. m.armagan@zaman.com.tr
Not: Bu metni okuyup değerlendirme lûtfunda bulunan Mehmed Fırıncı ağabey, Bediüzzaman�ın Zübeyir Gündüzalp�tan nakledilen bir sözüne dikkatimi çekti. Buna göre, Bediüzzaman, Sultan Abdülhamid�le görüştürülmeyişi konusunda, �Eğer özel kalem müdürü mani olmasaydı Sultan beni kabul edecek ve maksad hasıl olacaktı.� demiş. Benden duyurması.

Bir cevap yazın