• Home
  • Genel
  • Yetiş Yavuz’um, yetiş! ABD uçakları Mekke’yi bombalayacakmış!

Yetiş Yavuz’um, yetiş! ABD uçakları Mekke’yi bombalayacakmış!

Yetiş Yavuz’um, yetiş! ABD uçakları Mekke’yi bombalayacakmış!

Amerika Birleşik Devletleri’nde Başkanlık yarışı kızıştıkça vaadlerin çılgınlık dozu da artıyor. Demokrat adaylardan Obama terörü bitirmek için Pakistan’ın işgalini önermiş. Hilary Clinton ise Bush’tan daha Bush çıkacağı mesajını vermiş ve gerekirse nükleer silah kullanılmasını önermiş teröre. En çılgın proje ise kongre üyesi Ton Tancredo’dan gelmiş. Haberlere bakılırsa onun “Mekke ve Medine’yi bombalarsak caydırıcı olur. Yoksa yine saldırırlar” açıklaması ABD Yönetimi’nin bile sabrını taşırmış. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Tom Casey bunun çözüm olmadığını söylemiş ve eklemiş: “Dünyada 1 milyarı aşkın insan için mukaddes ve mübarek olan bu yerlere saldırmayı teröre karşı uygun bir karşılık olarak görmek mutlak bir çılgınlıktır.”

Bu çağdaş Ebrehelerin çılgınlık barometresi daha nerelere vuracak diye düşünüyorsanız size tarihten bir sürprizim var. Tancredo’nun bir benzeri 16. yüzyıl başlarında yaşamıştı ve Yavuz Sultan Selim olmasaydı belki de hedefine ulaşacaktı.

Vasco da Gama Yavuz’a karşı

Vasco da Gama 1497-1498 yıllarında gerçekleştirdiği Doğu seferinde Afrika’nın güney ucundaki Ümit Burnu’nu dolaşıp Hind Okyanusu’na ulaştığında, burada Arap gemilerinin öncülüğünde gerçekleşen son derece canlı bir ticaret ağının ortasında bulmuştu kendisini. 1499 yılında mürettebatının sadece üçte biri geri dönebilse de, yanında Hind diyarından getirdiği değerli taşlar, altın, fildişi ve baharat, onun Lizbon’da bir kahraman gibi karşılanmasına yetmiş de artmıştı bile. Vasco da Gama, Kolomb gibi ‘Hindistan’a gidiyorum’ diye yanılıp da Amerika kıtasına çıkmamış, gerçek Hindistan’ı keşfetmişti. Tabii Portekiz’in ricâl-i devleti, durumdan vazife çıkartarak bu keşiften, Hıristiyan dünyasının ‘kâfir Müslümanlar’ karşısındaki liderlik rolünün kendisine düştüğü sonucunu çıkarmış, Güneydoğu Asya denizlerinde, Portekizlilerin hem ‘yamyam’ (heathen), hem de ticarî rakipleri olarak gördükleri Müslümanlara karşı bir Haçlı seferinin yeni imalatçısı olmuşlardı.

1500 yılında bu defa Amiral Pedro Cabral çıktı yola ve Kalikut şehrini bombardıman ederek düşürdükten sonra pervasızca bir soyguna girişti. Gemilerini Hint hazineleriyle tıka basa doldurdu. Böylece dev birer hazine sandığı değerindeki gemiler 15 Ocak 1501 tarihinde, yelkenlerini muzaffer komutanın kabaran göğsündeki rüzgârla şişirmiş olarak Lizbon limanına geri döndü. Cabral’ın göz kamaştıran hazinelerle geri dönmesi, Portekiz’in Şark’a yönelik iştahını iyice kabarttı ve Kral, derhal yeni seferler düzenlenmesi için daha sıkı hazırlıklara girişilmesini emretti. Sonra bu tek tük seferler de yetmezdi Kral Manuel’in iştahını doyurmaya. Kalıcı olmak için bir an önce harekete geçilmeliydi. Nitekim bu amaçla, 1505’de Fransisco de Almeida, 1509’da ise Alfonso de Albuquerque “Hindistan Umumi Valisi” olarak atanacaklardı.

Önce Hindistan kıyılarında ve Endonezya’da ele geçirdikleri bazı adalarla idare eden Portekizliler, sonradan işi büyütür ve bölgenin tamamına el koymanın hesabını kitabını yapmaya koyulurlar. Özellikle Albuquerque’in yırtıcı stratejisi, bölgenin ticarî potansiyeli ile deniz ticaretinin tamamına el koymayı hedefliyordu.

Kendisine bu bölgede 3 can alıcı stratejik hedef belirlemişti Albuquerque. Birincisi, Basra Körfezi’nin girişinde bulunan ve körfezi kontrolünde tutmak için anahtar öneme sahip olan Hürmüz adasıydı. İkincisi, bugün Singapur civarında bulunan ve ‘Şark’ın en zengin şehri’ diye şöhreti ufukları tutmuş olan Malakka idi ki, Baharat Adaları’ndan gelen ticaret yolu bu limandan geçiyordu. Üçüncüsü de, Goa limanı idi. Nitekim Albuquerque, Goa limanına 20 gemi ve bin kadar askerle saldırmış ve şehir 1510 yılında düştüğünde Portekiz Asya’sının tacındaki yeni inci, Goa olmuştu. Bir yıl sonra da Malakka şehri Portekizlilerin eline düştü. En stratejik üslerden birisi olan Hürmüz adası ise düşmek için 1515 yılını bekleyecekti.

Hindistan Umumi Valisi Albuquerque’in bir başka hedefi de, Kızıldeniz girişini tutan ve büyük bir stratejik önemi haiz bulunan Yemen’in Aden limanıydı. Gelin görün ki, Portekizliler Aden’e saldırdığında karşılarında bir başka gücü bulacak, pişman ve yenik bir şekilde geri döneceklerdi.

Öte yandan Portekiz’in deniz aşırı topraklara yayılması, “Orta Doğu” ekonomisinde tehlike çanlarını çaldırmaya yetmiştir. Çünkü o zamana kadar Akdeniz ülkeleri ile Avrupa’nın baharat ihtiyacını karşılayan Kızıldeniz yolu da Portekizli mütecavizlerin tehdidine maruz kalmış bulunuyordu. Velhasıl, 16. yüzyıl hemen başlarında hâlâ İslam dünyasının en güçlü devleti görüntüsünü veren Memlûklerin can damarlarından biri daha kesilmek üzeredir.

Osmanlı Memlûkler üzerine neden savaş açtı?

Devrin Arap tarihi kaynakları, 1507 yılının, Arap tarihinin “en karanlık yılı” olduğunda ağız birliği etmiş gibidirler. Bu yılla birlikte Portekiz gemileri, Kızıldeniz’e kadar selamsız sabahsız girebilmekte, Basra Körfezi’nin ağzında bulunan Hürmüz adasını keyiflerince işgal edebilmekte ve Yemen’i fethetmek için çıkarma girişimlerinde bulunmaktadır. Memlûkler direnmektedir ama ne çare ki, deniz kuvvetleri Portekiz’in Atlantik’i aşıp gelmeyi başarmış güçlü gemileri ve askerleri karşısında yetersiz kalmaktadır.

Portekizlilerle yalnız başlarına başa çıkamayacaklarını anlayan Memlûkler, Osmanlılardan top ve gemicilik alanlarında yardım istemekte bulurlar çareyi. Bunun üzerine Sultan II. Bayezid, 22 Ağustos 1510 tarihinde İskenderun limanından Memlûk donanmasına ait gemilerle Kahire’ye, 30 gemi yapımına yetecek kadar kereste, demir, silah ve malzeme yollar. Ancak bu malzemeleri taşıyan gemi daha yoldayken, Rodos Şövalyelerinin saldırısına uğrar; çok geçmeden korsan şövalyelerin Osmanlı gemisini ve taşıdığı malzemeleri ele geçirdikleri haber alınır.

Ne var ki, İslam dünyasının kalbine yönelmiş olan Portekiz mızrağını püskürtebilmek için yılmamak ve yardıma ısrarla devam etmek şarttır. Nitekim ertesi yıl, yine yola çıkan gemiler Kahire’ye daha büyük bir yardım paketi götürmekte ve paketin üzerinde “Gönderen: Osmanlı” diye bir yazı okunmaktadır.

Kızıldeniz’deki Hıristiyan tehdidi gerçekten de korkutucu boyutlara ulaşmış durumdadır. Portekiz’in Hint Okyanusu’ndaki kuvvetlerinin başı Albuquerque’in gözü dönmüş, Goa, Malakka gibi Hint limanlarını ve kalelerini ele geçirdikten sonra gemilerinin burnunu Kızıldeniz’e çevirmiştir. Albuquerque’in niyeti, gerçekten de ciddiydi. Hemşehrisi Kolomb’un misyonunu inatla ve açıkça sürdüren Albuquerque, Müslümanları Kutsal Topraklar’dan silip süpürmek için sinsice bir plan hazırlamış ve Portekiz Kralı’na yazdığı 1 Nisan 1512 tarihli mektupta bu niyetini açıkça ilan etmişti. Şu ürkütücü maddeler zikrediliyordu mektupta:

1) Kızıldeniz ve Basra Körfezi’nde giriş çıkışları kontrol altına almak,

2) Yemen ve en önemli limanı Aden’i ele geçirmek,

3) Nil nehrinin yanında yeni bir paralel kanal kazdırıp nehrin yatağını değiştirmek suretiyle Memlûklerin hayat kaynağı olan Mısır’ın kuraklıktan kırılmasını sağlamak ve, en önemlisi de,

4) Cidde’yi düşürdükten sonra Mekke’yi ele geçirip Kabe’yi yerle bir etmek, dahası, Medine’deki “Hz. Muhammed’in mezarını Hıristiyan topraklarına kaçırmak”.

Yavuz seyirci kalabilir miydi?

Aynı zamanda Albuquerque, Safevi Devleti’nin başındaki Şah İsmail’le de anlaşarak Memluk Devleti’ni ortadan kaldırmak için büyük bir harekâta girişme hazırlığındaydı. Elçiler gelip gidiyor ve Şah İsmail ile Kral Manuel, Osmanlı’ya karşı karadan ve denizden bir harekâta girişilmesi gündemdeydi. Başarılı olursa bu harekât sonucunda Mekke ve Medine’nin Portekiz kuvvetlerinin ve onunla işbirliği yapan Şii devleti Safevilerin eline geçmesi, İslam âleminin şerefini ayaklar altına düşürecek, onu dostun da, düşmanın da yüzüne bakamaz hale getirecekti.

Ne var ki, Osmanlı tahtında bütün bu stratejik değişimi bir radar gibi okuyabilen bir padişah, Yavuz Sultan Selim oturuyordu. Yavuz, Hasan Can’ın rüyasında olduğu gibi, davet edilmiş veya kendi deyişiyle, bu işe memur edilmişti. Kararını verdi: Bu iş böyle olmayacak, ‘küffar’ın edip eyleyecekleri uzaktan seyredilmeyecekti.

Osmanlı istihbaratının en yaman dönemlerinden birisi, Yavuz’un saltanat yıllarına rastlar. Nitekim Yavuz, casusları vasıtasıyla bu sinsi projeden haberdar olmuş olmalıdır ki, derhal harekete geçmiştir. İkindi gölgesi gibi ömrü kısa fakat gölgesi uzun olan Yavuz’un eğri kılıcı, çok geçmeden önce Kızıldeniz’e, ardından Basra Körfezi’ne yönelecek ve Süveyş Tersanesi kurularak yapılan gemilerle Hint Okyanusu’nda Osmanlı gemileri ile Portekiz gemileri arasındaki büyük kovalamaca başlayacak, Osmanlı artık Okyanuslarda da söz sahibi olduğunu cümle aleme gösterecektir.

Şimdi anlaşıldı mı Yavuz’un neden bütün gücünü Doğu’ya yönelttiği? Stratejik okuma bu değilse nedir?

One Comment

  • müslüm

    1 Kasım 2012 at 00:03

    bunları bilmiyordum… sizin uzaktan takipçinizim… bunun kitabı varmı yada devamı… çünkü bugün hala yavuza,abdulhamide ihtiyacımızın çok oldugu yıllar… ileriyi gören,gözü kara,icraatı saglam,devlet adamlarına ihtiyacımız var… şuan diplamatik nedenler , devlet çıkarlarımız,ittifakımız diyen devlet adamlarına ihtiyacımız yok…

    Yanıtla

Bir yanıt yazın