• Home
  • Genel
  • Yılmaz Karakoyunlu’nun hayalî tarihi

Yılmaz Karakoyunlu’nun hayalî tarihi

Yılmaz Karakoyunlu’nun hayalî tarihi

Yılmaz Karakoyunlu ismini Salkım Hanım’ın Taneleri romanından hatırlayacaksınız. Geçtiğimiz yıl filme çekilmiş ve “Varlık Vergisi” tartışmasına yol açmıştı.

Dikkatli okuyucularım, filmde bazı bilgi yanlışları ve abartıları yazdığımı hatırlayacaklardır.

Sonuçta bu hatalar tarihi tepe taklak etmediği için bağışlanabilir. Bir romanda sanatçının “belli bir ölçüde” tarihi tahrif etme hakkının bulunduğunu, bu özgürlüğü sanatçıya tanımadan tarihî roman yazılamayacağını kabul ediyorum. Sineye çekilebilir yanlışlardır bunlar.

Sayın Karakoyunlu, aynı zamanda bir milletvekilidir ve bir köşe yazarıdır. Sabah gazetesinde “Din ve Siyaset” vinyeti altında arka planı tarihî bilgilerle örülü siyasî yazılar yazmaktadır.

15 Temmuz tarihli köşesinde bu defa Vural Savaş’ın yeni çıkan Militan Demokrasi adlı kitabına övgüler düzüyor. Hayır, onun “Bu kitap, siyaset disiplini ve adalet ahlakı içeriğinde demokrasi ve laiklik mücadelesidir.” türünden anlaşılmaz cümlelerine takılmayacağım. Bugün, aynı yazısının sonundaki garip ve ters bir analojiye takılacağım:

“Patrona Halil, aydınlık çağımızı başlattığı için Nevşehirli İbrahim Paşa’nın derisini yüzmüştü. Sultan Birinci Mahmut, katil Patrona Halil’i saçlarından yakalamış, başını musalla taşına vururken bağırıyordu. “Bu habis kelle gidince ülkeyi ışık kaplayacak.” Aradan tam iki yüz yetmiş yıl geçmiş… Hâlâ bu mücadele sürüyor…”

Gidecek olan “kelle” kimi temsil etmektedir bugün? Kelle almaya neden bu kadar meraklıdır Sayın Karakoyunlu? Bu ihtilal çığlıklarını andıran ifadesiyle ne demek istediğini açmalıdır Karakoyunlu.

Biz şu Patrona meselesine dönelim.

Yahu nedir bu Patrona Halil’in elimizden çektiği? Saltanatçısı saldırır, devrimci solcusu saldırır, Kemalist’i saldırır, İslamcısı saldırır, o da yetmez, Aptullah Ziya Kozanoğlu ve Reşat Ekrem Koçu gibi “aslan” romancılarımız saldırır. Bir tek Kerim Korcan sahip çıkmıştır ona, o kadar.

Şimdi yukarıdaki paragrafta geçen Karakoyunlu’nun ifadelerinin gerçekten vuku bulduğuna inanılabilir mi sizce? Tamamen yanlış, tamamen hayal ürünü şeyler bunlar.

Bir kere Nevşehirli İbrahim Paşa’yı öldürten Patrona değil, Padişah III. Ahmed’dir. Paşa’yı iki damadı ile birlikte boğdurup iç donlarıyla üç öküz arabasına yükleten ve isyancıların önüne attıran da Padişah’ın kendisinden başkası değildir.

İkincisi, Nevşehirli’nin derisinin yüzülmesi gibi bir hadise vaki olmamıştır. Cesedi yerlerde sürüklenmiş ve parçalanmıştır; ama derisinin yüzüldüğüne dair herhangi bir kayıt yoktur.

Sormak gerekiyor: I. Mahmut ne zaman ve nerede Patrona Halil’i saçlarından yakalayıp başını musalla taşına vurmuştur acaba? Bunun belgesini söyleyebilirler mi? Konu ile ilgili yüzlerce kaynağı araştırdım; ama bir tek yerde, Sultan Mahmud’un Patrona’nın palalarla budanmış cansız bedeni, ayaklarının dibine serildikten sonra dahi böyle bir davranışta bulunduğuna dair hiçbir şey okumadım.

Dördüncü olarak, Padişah’ın “Bu habis kelle gidince ülkeyi ışık kaplayacak” dediğini nereden çıkartıyor Sayın Karakoyunlu? Bunu hangi hayal burçlarında inşa etti? Yoksa yazmakta olduğu bir romandan alıntı mı yaptı?

İşte size hâlâ aşılamayan bir kaynaktan Patrona Halil’in gözlerden gizlenen portresi:

“Sultan Mahmud, kendi iclâsına sebep olanlardan Patrona Halil’i, huzuruna çağırarak, ondan ne dilediğini sorduğu vakit, Patrona, sadece eski vezirler tarafından konulmuş ve halka çok ağır gelen vergiler ile malikâne usulünün kaldırılmasını istemişti…”

“I. Mahmud’un vâlidesi Saliha Sultan’ın, Patrona’ya ikinci oğlum diye hitab ettiği ve saraya geldikçe bol miktarda ihsanlarda bulunduğu, Patrona Halil’in dahi bu parayı etrafındakilere dağıttığı söylenilmektedir.”

“Sultan I. Mahmud, Patrona’nın tahakkümünden kurtulmak için ilk def’a ona büyük bir memuriyet vererek merkezden uzaklaştırmayı düşündü ve bu maksadla kendisine arzu ettiği vazifeyi sordu. Fakat bu zeki ve kurnaz adam, mes’eleyi derhâl kavramış ve ne rütbede, ne de mansıbda gözü olmadığını, ancak memleket için çalıştığını bir def’a daha tekrarlamıştı. Patrona, bu esnada, padişahın kendisine yüz bin altın vereceğini ve bunu alıp istediği yere gitmesini tavsiye eden yeniçeri ağasına ise, gayet sert muamele ederek, İstanbul’un bütün parasının kendinin olduğunu, paraya ihtiyacı bulunmadığını da söylemişti.”

Patrona İsyanı üzerine şimdiye kadar yazılmış en bilimsel kitaptan alındı bu satırlar (Münir Aktepe, Patrona İsyanı 1730, İstanbul 1958).

Çuvaldızı biraz da kendimize batıralım: Tam 47 gün devletin iplerini elinde tutan bir “baldırıçıplak”ın erdem ve kanaatkârlığını gösterebilecek kaç kişi vardır bugün aramızda? Fırsatını buldu mu hazineyi hortumlayanların yaşadığı bir memlekette Padişah tarafından teklif edilen makam, mansıp ve altınları elinin tersiyle iten Patrona Halil’in bir ahlâk abidesi olarak anılması gerekmez mi? Ve nihayet, bunu en iyi fark edebileceklerin başında da Sayın Karakoyunlu gelmeli değil miydi?

Geçen haftaki yazım hakkında beni arayan Ertuğrul Özkök, yazısındaki başlık değişikliğinin internet operatörlerinin dikkatsizliğinden kaynaklandığını, kendisinin başlıkta bir değişiklik yapmadığını belirtti.

Bir yanıt yazın