Türkiye İş Bankası 24 Ağustos 1924’te 1 (bir) milyon TL sermaye ile kurulmuştu. Bu 1 milyon liranın dörtte biri ödenmiş, dörtte üçü taahhüt edilmiş sermayedir. Ödenmiş sermayenin tamamını Mustafa Kemal Paşa koymuştur. Hind Müslümanlarının İstiklal Harbi yıllarında Hilafeti kurtarmamız için gönderdiği paranın 250 bin liralık kısmıyla Celal Bayar’a kurdurduğu bankanın sermayesi her biri 10 TL değerinde 100 bin hisseye bölünmüştü. Banka sermayesini 1926’da 2 (iki) milyon liraya çıkardı. Bir de İttihatçıların İtibar-ı Milli Bankası faaliyetine devam ediyordu o tarihte, İş Bankası bu kendisinden kat be kat büyük bankayı yutarak iyice büyüdü. Böylece sermayesi 4 (dört) milyon liraya yükseldi. 1930 yılında 5 (beş) milyon TLye yükseldi… Giderek devleşti. Türkiye’nin en büyük sermaye gruplarından biri haline geldi.
Malum, K. Atatürk vasiyetinde malik olduğu nakit ve hisseleri ile menkul ve gayri menkullerini CHP’ye belli şartlar dahilinde bırakmıştır. Ancak 1938 yılında tek bir partinin var olduğu ve onun da Cumhuriyet Halk Partisi olduğu göz önünde tutularak haklı olarak aşağıdaki itirazda bulunulabilir:
Atatürk bütün milletin “ortak değeri” ise neden para ve mallarına –kurucusu bile olsa- “tek bir partiyi” mirasçı yapmıştır? 1930 yılında Serbest Cumhuriyet Fırkası’sını bizzat kendisi kurdurduğuna göre başka bir partinin varlığını normal ve meşru kabul ediyor demektir. Dolayısıyla günün birinde demokratik düzene geçildiğinde ortaya çıkabilecek diğer partiler karşısında neden tek bir partiye ayrımcılık yapmak istemiş olsun? Onun arzusundan bağımsız olarak devlet neden buradaki adaletsizliği gidermek için bir adım atamasın?
Nitekim Demokrat Parti 1953 Aralık’ında çıkardığı 6195 sayılı kanunla CHP’nin vaktiyle tek parti olduğu için haksız iktisapla üzerine geçirdiği bütün para ve malları ile hisselerini hazineye devretmiş, ancak bunlar 27 Mayıs darbesinden sonra, 1963 yılında Anayasa Mahkemesi’nin siyasi bir kararıyla CHP’ye iade edilmiştir.
1980-91 arasındaki 11 yıl boyunca CHP kapalı kaldığında da benzer bir süreç işlemiş ve CHP’nin bütün mal ve parasını hazine kontrol etmiştir.
2019 yılında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın birkaç kere gündeme taşıdığı hadise de 1953 ve 1980’de atılan iki adımın devamı olacak ve Atatürk’ün vasiyetinde geçen nakit ve hisse senetleri ile malları hazineye aktarılarak milletin hizmetine tahsis edilecek ve millet adına değerlendirilecektir.
Gerçi CHP sözcüleri hemen İş Bankası’ndaki bu meblağın tek kuruşunu bile harcamaya yetkimiz yok, diyerek işin içinden sıyrılmaya çalışacaklar ve paranın kendi üzerlerinde kalması için çırpınacaklardır. Ancak bu para neden CHP’nin kontrolünde tutulsun? Dedikleri gibi partinin bunda “bir kuruş menfaati yok” ise sırf tarihî bir vasiyetnamede öyle geçiyor diye 90 yıldır bu “yükün ve vebalin” altında niye kalmak istiyor bu parti? Hazineye bıraksın da, rahatlasın. Ama buradan İş Bankası’nın politikalarını ve dört üyesiyle piyasayı kontrol etmek gibi örtük bir siyasi niyeti varsa o başka…
Fakat burada asıl soru şudur:
Mallar neyse de nakit ve hisse senetleri neden İş Bankası’nda tutulmaktadır? Vasiyetnamede geçen “şimdiki gibi, İş Bankası tarafından nemalandırılacaktır” ifadesinden para ve hisselerin mutlaka İş Bankası’nda tutulacağı manasını nereden çıkarıyoruz? Diyelim ki, İş Bankası zarar etti ve parayı gerektiği gibi nemalandıramadı, öte yandan başka bir banka daha fazla nemalandırıyor, bu durumda milletin menfaati aleyhine olarak bu parayı hala İş Bankası’nda tutmaya devam mı edeceğiz?
Soruyorum: İş Bankası neden ayrıcalıklı ve korunuyor?
Ben ikinci bir tartışmayı buradan başlatmak istiyorum. Nakit ve hisseler pekala diyelim ki Vakıflar Bankası’nda tutulabilir ama nemalandırma işi İş Bankası’nda daha kârlı yapılıyorsa onda, başka bir bankada yapılabiliyorsa onda gerçekleştirilebilir.
Gördüğünüz gibi olay sadece CHP meselesi değil, İş Bankası meselesidir de.
Cumhurbaşkanı Erdoğan böylece iki fişeği birden çekmiştir. Bakalım önümüzdeki yıl neler gösterecek?