Maalesef tarihe istediğini söyletme vak’alarının sayısı zannettiğimizden çok fazla. Bu gayretkeşlik “iyi” diye bildiğimiz tarihçilerin kitap ve yazılarında dahi karşımıza çıkabiliyorsa hakkında bir buçuk sayfalık bilgi bulunan bir tarihî kişilikten yüzlerce saatlik dizi film çıkaranları garipsememek gerekir.
Bunlardan biri, Sultan II. Abdülhamid’in Harf İnkılabı yaparak Latin harflerini getirmek niyetinde olduğu ama bunu başaramadığı safsatası. Şöhreti boyunu aşan bir tarihçi bunu ciddi ciddi yazmıştı vaktiyle. Şimdi ise Harf İnkılabı’nın toplumsal idrakte gevşeyen menteşelerini tutturmak mecburiyetini hisseden birileri bunu bir ‘kanıt’ gibi sunma derdine düşmüş ki, başları sıkışınca ne melanetler işleyebileceklerini göstermiş oldular.
– Bakın, sizin “İslamcı Sultanınız” bile Arap harflerinden şikayetçi ve o dahi Atatürk gibi Latin harflerinin kabul edilmesinden yana, siz hangi kafayı taşıyorsunuz? diyerekten pek bir kurumlanıyorlar.
Baylar, biz hakikati arıyoruz, çok şükür Hakk’a ayarlı kafamız. Siz tarihten silah yontma derdindesiniz. Lakin biraz dikkat edin, ellerinizle yonttuğunuz silahlar bir gün başınıza da savrulmasın!
Ezelî kaidedir bu: “Kılıçla gelen, kılıçla gider.”
Şimdi şu iddianın dizildiği “çürük iplik”i birazcık yoklayalım, bakalım, ne kadar dayanıklı?
Sultan Abdülhamid’in bu millet tarafından yalnız devlet büyüğü değil, “millet büyüğü” olarak da ne kadar candan sevildiğini gören komitacı ruhlular ona duyulan muhabbete mani olamayınca bu defa milleti ondan soğutma silahını kullanıyorlar.
İngilizlerin korkunç taktiği buydu zira. Elinden alamıyorsan soğutacaksın.
Lafımızı en baştan gediğine koyalım :
“Harf İnkılabını az daha Sultan Abdülhamid yapacaktı!” şeklindeki akla zarar iddiayı ileri süren zevat sahte bir hatırata dayanıyor.
Öncelikle söyleyelim ki, Sultan II. Abdülhamid Han’ın elimizde bir hatıratı bulunmamaktadır. Ne Abdülhamid’in Hatıra Defteri‘nin, ne de Siyasî Hatıratım başlığıyla yayınlanan metnin aslı astarı vardır.
Sahte hatıratlar
İsmet Bozdağ’ın neşrettiği Abdülhamid’in Hatıra Defteri büsbütün uydurmadır.
Siyasî Hatıratım ise bazı parçaları sahih gibi görünse bile güya Sultan Abdülhamid tarafından “padişahlıktan uzaklaştırıldıktan hemen sonra kaleme alınmış” ve Selanik’te bir tabur askerin koruduğu Alatini Köşkü’ne hapsedilmiş vaziyetteyken her nasılsa bu köşkten ayrıldıktan sonra 1912-13 gibi Ali Vehbi Bey diye güya yakınlarından birinin eline geçmiş, o da eline geçer geçmez Fransızca’ya tercüme etmiş ama bu arada hatıratın aslı kaybolmuş imiş!
Burada akla gelen ilk soru, bu hatıratın aslının nerede olduğu.
İkinci soru Ali Vehbi Bey’in eline geçmişken niye hatıratın aslını yayınlamayı tercih etmediği.
Üçüncü soru ise neden Türkçe/Osmanlıca yayınlamak yerine Fransızca’ya çevirmeyi ve 1913 yılında Neuchatel’de bastırmayı tercih ettiği.
Bu sorulara henüz ikna edici bir cevap verilebilmiş değil.
Metindeki üslubun Sultan’a ait olmadığını ve olamayacağını anlamak için alim olmaya gerek yok. Mesela şu fikirlerin II. Abdülhamid’e ait olduğuna, üstelik daha tahttan indirilmeden 9 yıl önce bunları not defterine yazdığına inanmak mümkün mü?
“İdaresi çok güç olan ve millî gücümüzü yiyip bitiren Balkan devletlerini kaybetmiş olduğumuza üzülmüyorum. Ne kadar küçülür, teksif olursak o kadar kuvvetlenir, ‘hasta adam’lıktan kurtuluruz.”
Sultan Abdülhamid “Balkan devletleri”ni kaybettiğine üzülmüyor, aksine seviniyormuş, toprak kaybetmekten adeta keyif alıyormuş, öyle mi? Ne kadar küçülürsek o kadar iyidir, diyormuş bir de. El-İnsaf yahu.
Acaba hangi “Balkan devletleri”ni kaybetmiş? Böyle bir laf söylenir mi? Bazı Balkan topraklarını dese neyse de bu “Balkan devletleri”ni kaybetmek de ne oluyor? Yani Sultan’ın kafasında, o topraklar kendi elindeyken de “Balkan devletleri” imiş, öyle mi?
Böyle bir şuursuzluk şaheserini Sultan Abdülhamid gibi topraklarını korumak için ömrünü, hatta kellesini ortaya koymuş bir vatanpervere mal etmek densizliği kimin eseridir? Bilelim ki, bu sözler ona yapılmış en büyük hakaretler cümlesindendir.
Aslı elimizde bulunmayan Siyasî Hatıratım‘daki bilgiler ancak başka kaynaklarca doğrulanabilirse kullanılabilir, aksi halde yukarıdaki gibi ona hakaret kastı taşıyan çok sayıda sayfayla karşı karşıya gelmemiz kaçınılmazdır.
Hatıratın sahteliğine kanaat getirdikten sonra şimdi gelelim Sultanın Harf İnkılabı hakkında sarfettiği söylenen cümlelere.
Halife Harf İnkılabı yapacaktı öyle mi?
Burada da Sultan’la bağdaştırılması mümkün olmayan garip bir mantıkla karşı karşıyayız. Kitaptaki ifade şöyle:
“Halkımızın (…) Yazma, okuma sanatını öğrenmek arzusu diğer milletlere nazaran daha az olmamakla beraber ya imkân azlığından veya güçlüklerden dolayı bu vazifeden kaçmaktadırlar. Zira yazımızı öğrenmek pek kolay değildir. Bu işi halkımıza kolaylaştırmak için belki de Latin alfabesini kabul etmek yerinde olur. Her ne kadar bu harflerle, lisanımızdaki bazı sesleri vermek güçlüğü mevcut ise de, bunu ayarlamak şüphesiz kabil olabilir.” (Siyasî Hatıratım, Dergâh: 1999, s. 143. Bu hatıraların bazı kısımları Almanya’da Nord und Sud’da Almanca’ya ve ABD’de New York Times’da İngilizce’ye çevrilerek yayınlanmıştır.)
Tut kelin perçeminden derler ya, aynen öyle!
Güya Halife-i Rûy-i Zemin Sultan Abdülhamid, bir yandan Hilafetin gücünü Müslüman kıtalara nasıl yayarım diye gece gündüz didinirken öbür yandan da Latin alfabesini imparatorluğa gizli gizli getirmek istiyor ve okuma yazmayı ancak böyle artırabileceğine inanıyormuş!
Yahu zaten ancak pamuk ipliğiyle kendisine bağladığı Araplar, Kürtler, Arnavutlar ve sair Müslüman unsurlar Latin alfabesine geçilirse tespih taneleri gibi dağılacaklardı. Sultan bu basit ihtimali düşünmekten aciz midir ki, nüfusun yüzde 10’una daha okuma yazma öğretmek uğruna zar zor bir arada tuttuğu imparatorluğun yere düşen bir vazo gibi dağılmasına razı olabilsin. Akıl var, yakın var.
Kaldı ki bu tür ifadeler Sultan’ın mantığına ve 30 küsur yıl boyunca uyguladığı eğitim ve kültür politikalarına da hiçbir şekilde uymaz. Uymaz, uymaz ama birileri çıkıp uyduruverir. Hem de hangi sözümona kaynakta? Osmanlıcası/Türkçesi bir türlü bulunamayan ama Fransızca, İngilizce ve Almanca tercümeleri var olan bir kaynakta(!).
Sultan II. Abdülhamid’in bir hatıra defteri yoktur, bazı hatırat parçaları yanında sadece kızı Ayşe ve Şadiye Sultanların hatıratları ile sürgün dönemindeki özel doktoru Atıf Hüseyin Efendi’nin tuttuğu günlükler vardır elimizde. Bir de bazı söyleşiler doğrudan onun ağzından ifadeler aktarmaktadır. Ama asıl hatıratı, başta irade-i seniyyeleri olmak üzere Yıldız Arşivi’ndeki yüzbinlerce belgede araştırmacıları beklemektedir.
Onlar dururken sağlıksız hatıratlara dayanarak Sultan Abdülhamid’e iftira etmek bilinsin ki kimsenin faydasına değildir. Sadece onun ahını almaya yarar, o kadar!