• Home
  • Genel
  • 30 Ağustos zaferinin İstanbul’daki yankıları

30 Ağustos zaferinin İstanbul’daki yankıları

30 Ağustos zaferinin İstanbul’daki yankıları
Ray Bradbury’nin “Fahrenheit 451” adlı bilim kurgu romanını okuyanlara yabancı gelmeyecektir söyleyeceklerim.
Adeta sistematik olarak gerçekleştirilen bir yangın sonrasında sağda solda kalan kâğıt parçalarını birleştirip bir şeyler anlamaya çalışanlara benziyor yaptıklarımız. Üzerinden yanık kokuları tüten hafızanın çorak toprağında bir şeyler yetiştirmek ümidiyle yazıyoruz, kazıyoruz vesselam.
Mesela 23 Nisan 1920’de Ankara’da yepyeni bir devlet kuruldu, diyenler var. Hangi yeni meclisten ve devletinden bahsedildiğine şaşıyorum. Düşünün, İstanbul’daki Meclis-i Mebusan’da “ağnam resmi”, yani küçükbaş hayvanlardan alınan vergi için çıkarılacak kanun üzerine görüşmeler meclis tatil edildiği için yarıda kalmıştır ve kanun nerede çıkmıştır bilir misiniz: Ankara’da. Hem de TBMM’nin 24 Nisan 1920 günü çıkarılan 1 numaralı kanunu olarak! Bir başka deyişle İstanbul meclisinde pişen kanun Ankara meclisine düşmüştür. Ve biz buna yüzümüz kızarmadan kopuş diyoruz, öyle mi?
Merak edenler T. Zafer Tunaya’nın “Osmanlı İmparatorluğu’ndan TBMM Hükümeti rejimine geçiş” adlı makalesini okuyadursun, ben size başka bir yazıdan söz edeceğim. Metin Ayışığı 1992’de “Tarih ve Toplum” dergisinde çıkan “30 Ağustos ve İstanbul’daki yankıları” başlıklı emek mahsulü çalışmasında bize Kurtuluş Savaşı’nın İstanbul’a bakan yüzünü yansıtır. Daha doğrusu padişahı ve halkıyla İstanbul’un özellikle Sakarya’dan sonra Kurtuluş Savaşı’na nasıl baktığının ayrıntılarını bu yazıdan öğrenebiliyoruz.
30 Ağustos’ta elde edilen büyük zafer ve arkasından İzmir’in kurtarılması, yalnız Türkiye’de değil, bütün İslam âleminde de büyük sevinç gösterilerine yol açmış ve Ankara’ya tebrik telgrafları yağmıştır. İstanbul Hükümeti de 11 Eylül 1922 akşamı Mustafa Kemal Paşa’ya çektiği telgrafta gösterilen kahramanlık, üstün gayret ve fedakârlık dolayısıyla tebriklerini iletmiştir. Ayrıca İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, 19 Eylül’de Gazi’ye fahri profesörlük unvanını vermiştir.
Bu kadar değil kuşkusuz. İstanbul’dan Anadolu’ya yalnız tebrikler değil, maddi yardımlar da gitmektedir. Daha II. İnönü galibiyetinin ardından Kızılay adına başlatılan yardım kampanyasında halktan 1.150 lira toplanmış, resmi tarihlerde hâlâ kendisine “hâin” denilen Sultan Vahdettin Türk askerine verilmek üzere 10 bin, saray mensupları 3 bin, Veliahd Abdülmecid bin, hanımı da 200 lira yardımda bulunmuşlardır (tarih 25 Mayıs 1921’dir). Sakarya zaferinden sonra iyice coşan işgal altındaki İstanbul halkı, işçisiyle, memuruyla, askeriyle, esnafıyla, hatta devlet adamlarıyla gerektiğinde “ihtiyatı elden bırakarak” Anadolu mücahitlerine yardım toplamışlardı. Mesela Ramazan Bayramı’nın yaklaşması dolayısıyla gazilere verilmek üzere “200 bin hediye” hazırlanacağı haberleri gazetelerde ortak olarak duyurulmuştur. Hatta İstanbullu Müslümanların o yıl fitrelerini Anadolu gazilerine vermeleri istenmiştir.
Nihayet Büyük Taarruz’un başladığı gün Başbakan Rauf Orbay’ın bütün milleti yardıma çağırması üzerine harekete geçen Kızılay, bir yardım kampanyası düzenleyecek ve başta Kızılay’ın fahri başkanı olan Abdülmecid Efendi 500 lira olmak üzere, Ayşe Sadıka Sultan 35, Vahdettin kendisi için 5 bin, hanımı için de bin olmak üzere 6 bin lira, Şehzade Ömer Hilmi ise 100 lira bağışta bulunacaklardır. Ayrıca Sadrazam Tevfik Paşa’nın girişimleriyle bakanlar kurulu üyeleri kendi aralarında 575 lira ile kampanyaya katılmışlardır.
İstanbul’un Milli Mücadele’ye katkıları elbette bunlarla sınırlı değil. Zafer yaklaştıkça coşku ve katkılar da katlanarak artıyordu. Mesela Dumlupınar’daki zafer üzerine İstanbul’un bütün camilerinde şehit düşen askerler ve gazilerimiz için mevlid ve ardından dualar okunmuş, yardımlar toplanmıştır. Cumaya rastlayan 1 Eylül günü namazdan sonra hatipler tarafından “Ordu-yi İslamı daima muzaffer eyle ya Rabbi!” duaları edilirken, yüz binlerce Müslüman, bu arada kadınlar da hıçkırıklara boğularak “Âmin” diyeceklerdi. Hatta Beyazıt, Sultanahmet ve Ayasofya gibi büyük camileri dolduran müminler duadan sonra camiyi terk etmeyecek ve hep bir ağızdan “Selaten tüncinâ”yı göndereceklerdi Mehmetçiğe.
Bu arada Fatih Camii’nde ilginç bir olay cereyan etmiştir. Veliahd Abdülmecid ile oğlu Ömer Faruk, cuma namazını padişahların namaz kıldığı bölümde değil, halkın arasında eda etmişler ve burada onların da katıldığı 500 liralık yardım Kızılay’a gönderilmiştir.
Böylece İstanbul’daki cuma namazlarının adeta İngilizleri protesto ve Milli Mücadele’yi destek mitinglerine dönüştüğünü görüyoruz. Nitekim 15 Eylül’de Fatih Camii’nde namazını kılan Vahdettin, Fatih’in türbesini ziyaret ederek hatim duasında bulunmuş, şehitlerin ruhlarına fatihalar gönderip Türk ordusunun muzaffer olması duasında bulunmuştur.
Halkın gösterdiği alaka ise görülmeye değer. İzmir’in kurtarıldığı haberinin alınması halkı yollara dökmüş, yine Fatih’in türbesini topluca ziyaret eden kalabalık “ellerinde bayraklar, davul ve zurna eşliğinde at arabası ve otomobillerle yollara dökülmüş [tıpkı şimdilerde kazanılan maçlardan sonra dökülündüğü gibi], “Yaşasın milli ordu, yaşasın Mustafa Kemal, Kahrolsun düşman” sloganları sokak ve caddeleri inletmiştir.
Metin Ayışığı’nın hesaplarına göre sadece “İkdam” ve “Vakit” gazetelerinin topladığı nakit yardımların toplamı, 1992 fiyatlarıyla 42 milyar liraya ulaşmaktadır (bugünkü rayiçle hesaplamasını size bırakıyorum). Evet, 1992 fiyatlarıyla, o da yalnızca iki gazetenin topladığı miktardır bu. Ne tuhaftır ki, sözünü ettiğim paralar, bu konuda en güvenilir kaynak kabul edilen A. Müderrisoğlu’nun “Kurtuluş Savaşı’nın Mali Kaynakları” adlı kitabında yer almamaktadır.
Fazla söze ne hacet! 8 Eylül 1922 Cuma günü Ayasofya’da toplanan 25 bini aşkın cemaate ettirilen dua yeterli her şeyi açıklamaya. Tabii anlayana: “Kerbela’da şehid edilen Hasan, Hüseyin hürmetine, Anadolu’da boğazlanan binlerce saçı bitmedik masumlar hürmetine, ateş ve kan içinden geçerek mazlumları kurtarmaya koşan ordumuzu daima nusretine mazhar kıl ya Rabbi!”
İşte büyük yangından kurtarabildiklerimizden bir deste. Peki yüzümüzün yakılış öyküsünü anlatacak Ray Bradbury nerede? m.armagan@zaman.com.tr

09 Eylül 2007, Pazar

Bir cevap yazın