Atatürk asla “TSK Türk milletinin özüdür” demedi
Cumhuriyet’in 86. yılı kutlama mesajları, liderlere Cumhuriyet’in niteliğine ilişkin görüşlerini ifade etme imkânı vermiş görünüyor. Cumhurbaşkanı Gül daha çok ‘açılım’a vurgu yaparken, Başbakan Erdoğan, tahriklere dikkat çekti. Genelkurmay Başkanı Başbuğ’un mesajı ise şaşırtıcı bir cümlede özetlenmiş gibiydi: “TSK Türk milletinin özüdür.”
Eğer Türk ordusu Türk milletinin özü ise, bu durumda Türk milleti aslî unsur olmaktan çıkıyor, araz halini alıyor; onun yerine Türk Silahlı Kuvvetleri milletin aslî unsuru, esası, merkezi, kalbi oluyor. Böylece demokrasi için tehlikeli bir askerî mantığa varıyoruz ki, milletin iradesine dayanan bir proje olduğu Atatürk tarafından defalarca ifade edilen Cumhuriyet ve onun dayandığı değerler tepetaklak oluyor.
İki sorumuz var bu durumda:
1) TSK Türk milletinin özü müdür?
2) Atatürk’ün sözlerinde ordu-millet denklemi nasıl kurulmuştu?
Birinci soruya, birey olarak cevabım, hayırdır. Tarih açısından baktığımızda ise durumun böyle olmadığı açık. Askeri ve askerliği aziz tutmamız ayrı bir şeydir, askerin milletimizin özünü oluşturması ayrı.
Asıl üzerinde durmak isteğim husus, Atatürk’ün askerliğe nasıl baktığı. Bunun için bir tarama yaptım ve son derece ilginç bir tablo çıktı karşıma. Atatürk, Başbuğ’un tersine istisnasız asıl kaynağın, “öz”ün millet olduğunu söylemiştir.
Atatürk denklemi tersinden kurmuştu: Yani öz millettir, diyordu. Orduyu millet kurdu, hatta Büyük Zafer’i dahi millet kazandı, diyordu. Hem de bunu, savaş yıllarında, yani tam da askerî söylemin en fazla karşılık bulabileceği, alkışlanacağı bir ortamda söylemişti.
Ne oldu da daima ‘millet, millet’ diyen Atatürk’ü ve onun Cumhuriyet’ini biz askerî bir Cumhuriyet’e dönüştürdük? Hem bu ‘Cumhuriyeti asker kurdu’ söylemi de nereden çıktı? Evet Atatürk 1927’de emekli oluncaya kadar askerlikle bağını korumuştu ama Cumhuriyet’in “milletin eseri” olduğunu söylemekten hiç vazgeçmemişti. Demek artık Atatürk’ü de takma gözlerle değil, kendi gözümüzle okumanın zamanı gelmiştir.
Aşağıda Atatürk’ün askerlikle ilgili sözlerini okuyacaksınız. Okuduktan sonra kararınızı verin: Atatürk bugün Genelkurmay Başkanı olsaydı “TSK Türk milletinin özüdür” der miydi? (Genelkurmay Başkanlığı Deniz Kuvvetleri Komutanlığı tarafından 1973’te yayınlanan “Atatürk’ün Silâhlı Kuvvetlerle İlgili Söylev, Demeç, Tamim ve Telgrafları” (Derleyen: Raşit Metel) adlı kitabı kullandım ama metinleri kısmen sadeleştirdim.)
Mesela 7 Temmuz 1919’da şunu söylüyor: “Ordu millî iradenin tâbi ve hizmetçisidir.”
Nutuk’tan ibretamiz bir pasaj aktarıyorum şimdi de: “Komutanlar” diyor Atatürk, “askerlik görev ve gereklerini düşünüp uygularken, kafalarını siyasî düşüncelerin etkisinde bulundurmaktan kaçınmalıdırlar. Siyasî yönün gereklerini düşünen başka görevliler olduğunu unutmamalıdırlar.” Yani askerleri siyasetten uzak durmaya çağırıyor ve o işi yürütecek başka görevliler, yani siyasetçiler olduğunu hatırlatıyor. Herkes kendi işini yapsın, diyor kısacası.
1 Ekim 1920’de söyledikleri de şunlar: “Ordumuz haya ve haysiyet mücadelesinde milletin ve milletin gayelerinin yegane dayanağıdır.” Ordu öz değil, tam tersine, milletin dayanağı, yani araçtır Atatürk’e göre.
1921’de Atatürk düşmanlara karşı milletçe birleşildiğini ve TBMM’nin kendi ordusunu vücuda getirdiğini söylemeye başlayacaktır. Meclisi ordu kurmamıştır, tam tersine orduyu sivil bir otorite olan Meclis kurmuştur. Ağustos 1921 tarihli konuşmasında ordunun milletin haklarını korumakla görevli olduğunun altını çizmesi bundandır.
1 Eylül 1922’de ise millet ordunun sahibi olarak karşımıza çıkar: “TBMM Orduları”na hitap ederken “Sahibimiz olan Büyük Türk Milleti geleceğinden emin olmaya haklıdır” der.
9 Eylül’de düşman denize dökülmüştür. Mustafa Kemal Paşa şu çarpıcı bildiriyi yayınlar: “Büyük Türk Milleti. Büyük zafer mutlak olarak senin eserindir.” Bakın, savaş alanında kazanılmış bir zaferi dahi asıl kaynağa, yani millete atfeden bir Başkomutan’ın sözleridir bunlar.
Artık 1923’teyiz. İzmit’te gazetecilere şöyle der: “TBMM’nin muzaffer orduları[nın] zafer aşkı, milletin selamet ve saadetini temin aşkından gelir.” Askerin zafer kazanma aşkı bile milletinin mutluluğu içindir Atatürk’e göre. Öte yandan 1924 Şubat’ında İzmir’deki konuşmasında bu görüşünü derinleştirir ve “memleket ve milleti mesut etmekten ibaret olan maksat”ın ne olursa olsun elde edileceği üzerinde durur. Demek ki Cumhuriyet’te esas olan, milletin mutluluğudur.
Nihayet 1 Mart 1924’te Meclis açış konuşmasında askerin siyasetten çekilmesi gerektiğini açıklar. Ona göre “orduyu siyasetten ayırma” ilkesi, Cumhuriyet’in daima göz önünde bulundurduğu temel noktalardandır. Nitekim 3 Mart günü kabul edilen kanunla Genelkurmay Başkanı bakanlar kurulundan çıkartılır. Böylece din ve siyaset işlerinin birbirinden ayrıldığı gün, askerin de kışlasına dönmesi sağlanır.
Velhasıl Atatürk ısrarla millet diyor, Meclisi ve sivil-siyasî iradeyi Cumhuriyet’in özü olarak değerlendiriyordu. Asker ise milletin özü değil, bekçisi, hizmetçisi, kollayıcısıdır. “Türk birliğinin, Türk kudret ve kabiliyetinin, Türk vatanseverliğinin çelikleşmiş bir ifadesidir.” Bakın “ifadesi” diyor Atatürk, “özü” demiyor. İfade, öz değil, içeride olan bir şeyin tezahürüdür, dışa yansımasıdır. Eğer bugün Atatürk yaşasa, milleti askerî bir dizayna tabi tutmak isteyen darbe heveslilerine karşı “Millet size benzemek zorunda değil, siz millete benzeyin” derdi.
Atatürk’e de darbe yapılmış ama haberimiz yok.
01 Kasım 2009, Pazar