• Home
  • Genel
  • 51 yıl önce askerî mahkeme darbecileri beraat ettirmişti

51 yıl önce askerî mahkeme darbecileri beraat ettirmişti

51 yıl önce askerî mahkeme darbecileri beraat ettirmişti
Bugün olan bitenleri daha net anlayabilmek için yakın tarihe bakmak da şart. Darbe hücrelerinin askerî ve sivil bünyeye nasıl yayıldığı, kullandıkları şifreler, attıkları adımlar ve askerî hakim ve savcıların acele, taraflı ve tartışmalı kararları 51 yıl önce bir kere daha yaşanmıştı.
Hükümetin çıkardığı askerî mahkemeyi sivil yargıya bağlayan kanun, yıllardır konuşulan ama bir türlü cesaret edilip fiiliyata geçirilemeyen ezelî dertlerimizden biriydi. Nitekim Demokrat Parti’nin ilk Milli Savunma Bakanı Refik Şevket İnce -kendisi iyi bir hukukçuydu ve Atatürk döneminde 13 ay Adalet Bakanlığı yapmıştı- askerî ve sivil mahkemelerin birleştirilmesini ve iki ayrı yargılama sisteminin demokrasiye sığmayacağını savunuyordu. Bekleneceği gibi bu tehlikeli girişim, ordunun baskısıyla karşılaştı ve sonuçta Bakan İnce, koltuğundan oldu.
150 yıllık darbe tarihimize baktığımızda iki geniş parantez gözümüze çarpıyor. Bir, II. Abdülhamid’in 33 yıllık hükümranlığında askerî darbe yapılmamıştır, bir de Cumhuriyet’in kuruluşundan 1960’a kadar geçen 37 yılda. Bu iki ‘sivil’ parantez haricinde öyle dönemler yaşandı ki, neredeyse darbecilik normal, sivil yönetim anormal hale geldi.
Ergenekon soruşturması sürecinde bir kere daha gördük ki, Türkiye adeta darbe fideliğine dönmüş durumda. İlk modern darbe girişimimiz olan 1859 Kuleli Vak’ası’ndan beri hal ve gidişatı iyi görmeyen birileri, meseleyi kökünden çözmek üzere darbeye karar verip harekete geçiyorlar.
Şifrelerin bile geçmişten alındığını fark etmişsinizdir. 27 Nisan bildirisi, II. Abdülhamid’in tahttan indirildiği gün yayınlandı. Geçen yıl sabotajların başlatılacağı 7 Temmuz ise Şemsi Paşayı vurdukları gündü. 1957’de darbecilerin ilk toplantılarını yaptığı Üsküdar’daki konak, 31 Mart’ı bastırmaya gelen Hareket Ordusu’nun başındaki Mahmud Şevket Paşa’ya aitti vs.
Şimdi gelelim 9 Subay olayına…
1957 sonları. Konakta toplanan darbeci subaylar bir “büyük baş” arayışındadırlar. Yeminler edilir, planlama yapılır; ihanet edenlere ölüm cezası verilmesine kadar pek çok karar alınır. Bir yönetim kurulu oluşturulur. Başkanlığa, o sırada yarbay olan Faruk Güventürk getirilir. Alınan bir başka karara göre ise o sırada Milli Savunma Bakanlığı koltuğunda oturan Şem’i Ergin’e hareketin başına geçmesi teklifi götürülecektir. İyi ama nasıl?
Randevu alınır ve Bakan’la görüşmeye gidilir. İşin garibi, ihtilalin başına geçmesi teklif edildiğinde Ergin teklifi kabul etmemişti gerçi ama girişimi büyük bir olgunlukla karşılamış(!), bu da darbecileri rahatlatmıştı. Onun bu tavrını “İstemem, yan cebime koyun” şeklinde yorumlayan Güventürk, en kısa zamanda bir darbe planı hazırlayıp bizzat Bakan’a götürdü. Ancak o gün Ergin makamında yoktu. Bunun üzerine plan, Bakan’a ulaştırılmak üzere bir subaya teslim edildi. Fakat ne olduysa ondan sonra oldu ve Yarbay Güventürk’ün tutuklandığı haberi darbecilerin paniğe kapılmasına yol açtı.

Mustafa Armağan

Darbecilerin başlarına geçme teklifinde bulundukları Mlilli Savunma Bakanı Şem’i Ergin, CHP yanlısı yayınlarıyla tanınan Akis’in kapağında kendisine yer bulabilen nadir DP’lilerdendi (24 Ocak 1959 tarihli sayının kapağı)
Şimdi ne olacaktı? Ya darbe planı ele geçerse?
Subay Sezai Okan, elindeki darbe planını sigara küllüğünde yaktı. Ancak bir nüshası da Güventürk’ün bürosundaydı. Yakalanırsa her şey bitecekti. Kendisini tutuklamak üzere hakim yüzbaşı ve şifre subayı ile birlikte gelen Polatlı Topçu Okulu Komutan Yardımcısı Albay Adil Türkoğlu’ndan başka kimse Güventürk’ü kurtaramazdı. Bunun üzerine komutanının ellerine sarılarak bürosunu heyete aratmaması için açıkça yalvardı. Zira çekmecesinde bütün yapılanmayı çökertecek belgeler kuzu kuzu duruyordu.
Şifreyi alan albay, aramayı güya kendisi yaptı; gizli belgeleri yanına alırken, işe yaramayanları heyete verdi. Sonra da bütün darbe planları ve mektupları içeren dosyayı adamlarına emir vererek yaktırdı. Ayrıca Yarbay Güventürk’ün evine uğrayıp gerekli belgeleri ortadan kaldırmasına da imkân sağladı. Sonra tutukladı. (Böyle tutuklanmaya can kurban diyorsanız, haklısınız. Bugün yaşananlar gözünüzün önünden geçiyor gibi, değil mi?)
Böylece darbeciler ilk dalgadan kendilerini kurtarmış gibiydiler. Rahat bir nefes alabilirlerdi. Ancak devamı geldi.
16 Ocak 1958 günü bakanlıktan yapılan açıklamada biri emekli 9 subayın tutuklandığı bildirilmişti. Tutuklananlar, 3 albay, 1 yarbay, 4 binbaşı ve 1 yüzbaşıdan ibaretti. Gerçekte yakalananlar, darbecilerin bir kısmıydı sadece. Darbe oyununu bozan ihbarcı ise bir binbaşıydı: Samet Kuşçu. İçlerine girmiş ama kendisinin ihbar edileceğinden korktuğu için erken davranıp bizzat ihbarda bulunmuştu.
Askerî mahkeme uzun uzun soruşturduktan sonra yargılamaya geçti. Mahkeme başkanı, sonradan genelkurmay başkanı olacak 27 Mayısçı Tümgeneral Cemal Tural, mahkemenin kararını açıklayınca darbeciler derin bir nefes alacaktı: 9 beraat, 1 mahkûmiyet. Söylemeyi unutmuş olmalıyım. İhbar eden Samet Kuşçu da yargılananlar arasındaydı ve işin garibi, davada ceza, darbe girişimcilerine değil, darbeyi önlemeye çalışan muhbire verilmişti. Suçu da neydi biliyor musunuz? Adıyla sanıyla orduyu isyana teşvik! 27 Mayıs’tan sonra daha iyi anlaşıldı ki, yüksek rütbeli bazı subaylar askerî mahkemeye baskı yaparak arkadaşlarına ceza verilmesini engellemişlerdi.
Aslında konu hükümete intikal etmişti ama Başbakan Menderes, iltihabın ordunun tamamına yayılacağı kaygısıyla onu sıkıp patlatmak istememişti. Komitacılıktan gelen Cumhurbaşkanı Bayar ise meselenin üzerine gidilmesi için ısrar etmiş ama hükümete bir türlü söz dinletememişti. Olağanüstü toplantıya çağırdığı hükümet, konuyu önemsemez görünmüştü. Ne var ki, darbeyi hafife alma tavrı, çok değil, 2 yıl sonra herkese pahalıya patlayacaktı. Bayar, yıllar sonra Cüneyt Arcayürek’e, “9 Subay olayı iyi değerlendirilmiş olsaydı 27 Mayıs olmazdı!” diyecekti.
Tarihten ibret almaya başladık mı dersiniz?

05 Temmuz 2009, Pazar

Bir yanıt yazın