“Hafıza-ı beşer nisyan ile maluldür.” Adnan Menderes’in bu güzel sözü ‘İnsan hafızası unutkanlıkla malul, yani sakattır’ diye çevrilirse anlaşılabilir hale geliyor maalesef.
Biz unuturuz fakat dünya unutmuyor. Bakın Kral Charles’ın taç giyme töreni en ufak bir ayrıntı dahi atlanmadan icra edildi. Niye? Çünkü hafızaları yaşıyor. Sen ise hafızası çalınmış bir millete mensupsun. Binası dinamitle patlatılmış, üzerinden buldozerler geçmiş, karlar, yağmış, üzerine kanalizasyonlar akıtılmış bir hafıza ne kadar hüviyetini muhafaza edebilirse o kadar. Onun için sık sık tarihi hatırlatmaya ihtiyaç duyuyoruz, sırf hafızamızda bir tortu kalsın diye.
Bugün size 58 yıl önceki kritik seçimi hatırlatacağım.
1965 yılının 10 Ekiminde Türkiye, tarihinin en kritik virajlarından birini almıştı. Yapılacak seçim, kanlı 27 Mayıs darbesinin izlerinin silinip silinmeyeceğinin testi olacaktı. Demokrat Partililere af çıkacak mı (çünkü hâlâ bir kısmı hapisteydi, olmayanlara da siyaset yasağı getirilmişti)? Tedbirler Kanunu kaldırılacak mı (çünkü bu kanunla hem darbeyi ve getirdiklerini eleştiren içeri atılıyordu, hem de CHP ve İnönü eleştirilmez kılınıyordu)? En önemlisi, artık yavaş yavaş sola yanlamış bir CHP iktidarı mı tekrar başa gelecek yoksa DP’nin devamı olduğunu Demirkırat’lı amblemiyle gösteren Adalet Partisi mi? Kısaca ‘yeni Menderes’ mi kazanacaktı yoksa Milli Şef mi?
Seçimin muhafazakâr seçmen açısından anlamı bu sorularda yatıyordu. Darbeciler CHP’yi destekliyor, 27 Mayıs düzeninin güvencesi olarak İnönü’yü görüyorlardı. AP’liler bazan imalarla, bazan da ‘demirkırat’ gibi sembollerle seçmene mesaj veriyordu (halkın ağzı Demokrat’a dönmeyince işin içinden Demirkırat deyip çıkmış, 1950-60 döneminde bu telaffuz şekli yaygınlaşmıştı).
Seçim destanı
Eskiden önemli hadiseler üzerine destanlar yazılırdı. Diyelim deprem mi oldu, halk şairleri devreye girer, Zelzele Destanı yazar, bastırır ve parayla satar, alanlar da dertlenerek kahvelerde beraberce okurdu (CHP’nin icraatı arasında Erzincan depremi üzerine yazılan Zelzele Destanı’nı yasaklamak da vardır).
10 Ekim seçimine gidilirken basılan tek sayfalık destanlardan biri de hususi arşivimden çıkan M. Sırrı Tunca imzalı matbu Seçim Destanı’dır. 40 kıtalık bu destanın 4 kıtasını aşağıya alıyorum:
Düşün biraz maziyi, çektiğini hatırla
Hiçbir farkın var mıydı, ahırdaki katırla
Köye gittin jandarma, şehirde polis dövdü
Küçük bir memur bile anana az mı sövdü
•
Milli Şefin millete ettiğini bilirsin
Neler çektin elinden daha dün şu Ofis’in
Onlar çörek yediler sen ekmek bulamadın
Ve ölüne beş arşın bir kefen alamadın
•
Milletime kim bilir nasıl diş biliyorlar
Eminim “iktidara ah bir gelsek” diyorlar
Onun için kardeşim, gözünü dört aç e mi
Batsın bu fırtınada altı direkli gemi
•
CHP’ye oy verme, dinle benim sözümü
İktidara gelirse oyacaktır gözünü
Eski günlerini anıp yüreciği yanıyor
Bir gün elbet milleti, aldatırım sanıyor
•
Bir gün tamamını yayınlamak üzere bu tadımlık alıntıyı bırakıp 1965 seçimlerine geçelim.
Demirel’in yıldızının parladığı an
27 Mayıs darbesinden sonra ilk seçim 1961 Ekiminde yapılmış ve darbecilerin iktidara getirmek istedikleri CHP yeterli sandalyeyi bulamayınca silah zoruyla İnönü’yü Başbakan yapmışlar, 1965 başına kadar ülke yer yer koalisyonlarla da olsa CHP tarafından yönetilmişti. Zaten CHP’ye Tek Parti devrinden tepkili olan halk bu dönemde sabredecek ve ilk serbest genel seçimin yapıldığı 1965 yılında iradesini sandığa, tıpkı 1950 yılında olduğu gibi yansıtacaktı.
Adalet Partisi’nin Genel Başkanı Süleyman Demirel’di ama o zaman CHP’ye karşı mücadele vermekte olan Demirel’i 28 Şubat’taki berbat izlenimiyle değil, 1965 şartlarında düşüneceksiniz. Demirel 1965’te muhafazakâr seçmenin umuduydu ve Yeni Menderes imajını taşıyordu. 40 yaşındaydı, Menderes döneminde enerjik Su İşleri Genel Müdürüydü. Gerçi seçilmesini engellemek için şimdi olduğu gibi algı operasyonları düzenliyorlardı ama bunları bir şekilde bertaraf etmesini biliyordu. Mason olduğuna dair bir belgeyi basıp dağıtmışlardı muhafazakâr seçmenin kabarmakta olan Demirel iştahını kaçırmak için ama onun buna karşı hamlesi gecikmemiş, Mason locasından ‘Bizim üyemiz değildir’ şeklinde bir yazı koparmayı becermiş ve rahatlamıştı.
Sonuçta AP’nin 1965’te aldığı % 52,9 oy ve çıkardığı 240 milletvekili DP’nin 1950 (%57,6) ve 54 (%58,4) seçim zaferlerine yakın büyüklüktedir (o tarihten sonra buna en fazla yaklaşan seçim sonucu 2011 seçimlerinde Ak Parti’nin aldığı % 49,8’dir). 1969 seçimlerini de tek başına kazanan Demirel’e 12 Mart 1971’de asker tarafından muhtıra verilecek ve ülke 12 Eylül 1980’e kadar yeni bir kaosun içerisine yuvarlanacaktır.
Sonrasını biliyorsunuz.
Türkiye 1965 yılındaki parametreleri çok aştı ama aşamadığı engel, hizmet ve maneviyat düşmanlığıdır. Bunu da aşacağı günleri görmek milletimizin ana sütü kadar temiz hakkıdır.
Seçime giderken Akit Medya’da yangın
Türkiye, tarihinin en kritik seçimlerinden birine giderken dikkatlerden kaçırılmaması gereken gelişmeler yaşanmakta. Karadeniz’de doğalgaz, Gabar’da petrol bulunurken Kızılelma ve Kaan’ımızla seviniyoruz. (Tabii biz sevinirken birileri karalar bağlıyor.) Tam sevindirici gelişmeler yaşanırken Akit Medya’da güpegündüz çıkan ve İstanbul’un göbeğindeki 2 binada 60 saat boyunca söndürülemeyen korkunç yangın televizyonu, gazetesi ve sosyal medyasıyla 30 yıllık bir yayın organını karalara büründürdü. Binalar kullanılamaz hale geldi.
Tam da seçim arifesinde çıkan ve bina tamamen yanıncaya kadar bir türlü söndürülemeyen yangın şüpheleri akla getirdi ister istemez. Sabotaj var mıydı? Bu ayrı ama ihmal ve gecikmeler, bir yayın organının sesini tam da gürül gürül konuşması gereken bir dönemde felç etmeye yönelik bu felaket hepimizi kahretti.
Her şeye rağmen yola devam edeceğiz dostlar.
5 yıl önce rahmetli Yavuz Bahadıroğlu ile başladığımız Kayıt Dışı Tarih programı yeni stüdyo ve kameralarımız sayesinde göz alıcı bir görünüme kavuşmuştu. Onlar da artık kullanılamaz halde. Sizlerle bu akşamdan itibaren 24tv’nin ev sahipliğinde buluşacağız.
Bu zor günlerinde Akit Medya’ya kavlen veya fiilen dualarınızı esirgemeyeceğinize inanıyorum. Allah teala beterinden muhafaza buyursun.