7 Temmuz’un kanlı şifresi

7 Temmuz’un kanlı şifresi
Ergenekon Operasyonu kapsamında emekli Orgeneral Şener Eruygur’un evinde yapılan aramalarda ele geçen bir belgeye göre 7 Temmuz 2008 günü AK Parti’yi devirme harekâtının miladı olacakmış. Gerisini basından biliyorsunuz: Suikastlar, eylemler, mitingler, şu bu derken Türkiye tam bir kaosa sürüklenecekmiş. Tabii ardından gelsin darbeli günler.
Konuya tarihî derinlikten bakınca dikkatimi 7 Temmuz tarihinin seçilmiş olması çelmeledi ister istemez. Neden özellikle 7 Temmuz? Ya da şöyle soralım: 7 Temmuz şifresinin anlamı nerede gizli? Öncelikle söyleyelim ki, 7 Temmuz’un darbeciliğimizin “kanlı miladı” olduğu bilinmedikçe günümüz darbecilerinin eylemlerine başlangıç tarihi olarak neden 7 Temmuz’u seçtiklerini anlayamayız. Onun için şimdi yüz yıl öncesinin o “kanlı” gününe dönelim ve hatırlayalım neler olduğunu. Sultan II. Abdülhamid devrilmedikçe iktidara nüfuz edemeyeceklerini düşünen Masonlar ve yaklaşan büyük dünya kapışmasında Osmanlı’yı saflarına çekmek için fırıldaklar çeviren Avusturya-Alman istihbaratı, Reval’de Rus Çarı ile İngiltere Kralı’nın Osmanlı topraklarını bölüştükleri propagandasında hedefine ulaşmış ve hafiyelerin nefeslerini enselerinde hisseden İttihatçılar isyan için düğmeye basmışlardı.
İttihat ve Terakki Genel Merkezi’yle yazışarak dağa çıkma iznini alan Resneli Niyazi, 3 Temmuz günü diğer subayların cuma namazında olmalarından faydalanarak tabur kasasını soymuş, 200 kadar gönüllü asker ve bir o kadar sivil “vatan fedaisi”yle dağa çıkmıştı. Bunun üzerine Sultan Abdülhamid, en güvendiği komutanlardan Arnavut Şemsi Paşa’yı Niyazi Bey’i yakalamakla görevlendirdi.
Halkın “Şemo” diye andığı Şemsi Paşa, sertliği, disiplini ve padişaha sadakatiyle tanınıyordu. Yıllarca Balkanlar’da başta Bulgarlar olmak üzere azgın komitacılarla boğuşmuş deneyimli bir askerdi. Hatta Fevzi Çakmak bile onun yanında çetecilerle nasıl mücadele edileceğini öğrenmişti. Bir keresinde tepelerinde vızıldayan kurşunlardan rahatsız olan ve başını kurşun sesinin geldiği tarafa doğru çevirip duran Fevzi Bey’e, “Merak etme delikanlı, sesini duyduğun kurşun sana isabet etmez” esprisini yapan da bu Şemsi Paşa’dır. Şemsi Paşa saraydan emri alınca derhal harekete geçti ve Manastır’a geldi. 7 Temmuz günü (bazı kaynaklarda ise 8 Temmuz diye geçer) Yıldız Sarayı’na gerekenin yapılacağından emin olunması yolunda rahatlatıcı bir telgraf çekti.
Onun gelişiyle isyancılar korkuya kapılmışlardı. Şemsi Paşa gibi yıllarca dağlarda keklik gibi komitacı avlamış bir komutanın Resneli Niyazi’nin çetesini yakalaması işten bile değildi. Eğer bunu başarırsa isyan öldürücü bir yara alacak, belki de arkasından gelecek tutuklamalarla bir daha bellerini doğrultamayacaklardı.
Birinci Ferik Şemsi Paşa (ne var ki, Soner Yalçın’ın “Efendi”de yazdığı gibi ‘Müşir’ (Mareşal) değildi; Birinci Ferik, Korgeneral ile Orgeneral arasında bir rütbedir; Müşir olan, daha sonra yine ihtilalciler tarafından dağa kaldırılacak olan Tatar Osman Paşa’ydı), bir süre önce inme indiği için bir ayağını sürüyerek Manastır Postanesi’nin merdivenlerinden inmekteydi. Tam makam arabasına bineceği sırada seyirciler arasından bir el uzandı ve tabancasını ateşledi. İki el ateşle ihtilal de artık geri dönülemez bir dönemece girmiş oluyordu. Bazıları kurşunların Paşa’nın göğsüne saplandığını ve hemen oracıkta öldüğünü söylüyorsa da, oğlu Müfid Şemsi’nin babası hakkında kaleme aldığı kitapta kurşunlardan birinin omzuna saplandığı ve babasının tekrar postane binasına girdikten sonra iç kanamadan öldüğü yazılıdır ki, herhalde İttihatçıların sözlerine değil, oğlunun sözlerine itibar etmek gerekir.
Ateş eden Teğmen Atıf Bey, bir subayın açtığı ateşle yaralanmışsa da, kargaşalıktan yararlanıp kaçmayı başarmış, önce bir dükkâna girip kepenkleri kapattırmış, daha sonra örgüt tarafından çarşaf giydirilmek suretiyle arkadaşının evine götürülmüş, oradan da yine çarşaflı olarak başka bir eve nakledilerek takipten kurtarılmıştır. O artık bir kahramandır, anlı şanlı hürriyet fedaisi! Nitekim Cumhuriyet döneminde bu kahramanlığı ödüllendirilecek ve başka bir marifeti olmadığı halde iki dönem Çanakkale milletvekilliği yapacaktır.
Düşünün: TBMM’de bir katil milletvekili. Katilden kahraman olur mu? İhtilal başarıya ulaşırsa olur! Ulaşamazsa ne mi olur? Talat Aydemir gibi sehpayı boylar.O halde biz darbeleri başarısına göre mi yargılayacağız? Peki darbe veya ihtilal sırasındaki usulsüzlükleri, hırsızlıkları, adam vurma ve yaralamaları gayeye giden yolda her şey mubahtır, mantığıyla aklayacak mıyız? Ve bu ne zamana kadar devam edip gidecek? Bugün buna nasıl karşı çıkıyorsak, ‘Geçmiş geçmemiş’ olduğuna göre tarihte yapılanlara da aynı şekilde karşı çıkmalı değil miyiz?
Tabur kasasını soyup köylülerden zorla vergi toplayan Resneli Niyazi ‘hürriyet kahramanı’, bizzat kendi komutanını katleden Atıf Bey ‘vatan fedaisi’, eniştesi Nazım Bey’i bile vurdurmaktan çekinmeyen Enver Bey en büyük ‘vatanperver’ sayıldıkça, yani birtakım insanlar kendi kendileri görevlendirerek çeteler kurup başarıya ulaşınca kutsanırsa bu işin sonunu getiremeyiz. Yarın öbür gün bir başkasının sizin düzeninize karşı aynı kanun dışı eyleme girişmesi karşısında diyecek bir şeylerinizin de olması gerekmez mi?
Yasal yollardan iktidara gelmiş olan Sultan Abdülhamid’i anayasayı ihlal etmekle suçlayanlar, bir süre sonra en ağır militer düzeni bal gibi savunmamışlar mıydı? Rahmetli Adnan Menderes de 27 Mayısçılar tarafından 1924 Anayasası’nı ihlal etmekle suçlanmıştı; ne gariptir ki, onu anayasayı ihlalle suçlayan darbeciler aynı anayasayı toptan kaldırıp atmışlardı, yine de yüzleri kızarmadan tozunu bile bırakmadıkları anayasayı ihlal ettiği için Başbakan asabiliyorlardı.
Meşrutiyet ihtilali Türkiye için demokratik bir süreci başlatmıştı. Eyvallah. Lakin İttihatçılar, uğrunda nice kanlar akıtarak ilan ettikleri Meşrutiyet’i çok değil, 2 yılda boğmamışlar mıydı? Ve başlattıkları demokratik sürece tabiatıyla başka aktörler de dahil olmaya kalkınca idamlar, suikastlar, sokak ortasında yargısız infazlar, Babıali baskınları birbirini izlememiş miydi?
İşte 7 Temmuz’u darbelerine milat yapanlar, o günün toplumun yüzüne bulaştırdığı kanın hâlâ temizlenmediğini bir kere daha göstermiş oldular. m.armagan@zaman.com.tr

06 Temmuz 2008, Pazar

Bir cevap yazın