Apartmanın çöküşü

Apartmanın çöküşü
Depremler birbirine amansızca eklenirken, Türkiye derin bir değişimin sancıları içinde kıvranıyor. Sadece can kayıpları, yaralanan ve sakat kalanlar, sadece teknik, ekonomik, sınai zararlar değil depremlerin geride bıraktıkları. Gözden kaçırılmaması gereken toplumsal sonuçları da ortaya çıkıyor zamanla.

Artık ev satmak da, ev almak da, ev yaptırmak da eskisi kadar “basit” alış verişler olmaktan çıktı. Geçenlerde kulak misafiri oldum, “Eve bakmak için gelenler, yanlarında işten anlayan bir adamla geliyor, döşemeye, fayanslara, duvar boyalarına değil, bodrumdaki direklere bakıyorlar.” diyordu, bizim sokakta oturan bir kadın, komşularına.

17 Ağustos’ta gerçekten çok ağır bir bedel ödedi Türk halkı. Fakat bir başka hayrın başlangıcı oldu aynı zamanda bu tarih. Uyanan toplumsal bilinç, 12 Kasım depreminde gördüğümüz gibi uyuşmuş olan “ortak akıl”ı, yani devleti harekete geçirdi. Herkesin gördüğü gibi daha bilinçli, daha tedbirli ve daha çevikti devlet bu defa.

İçişleri Bakanı Sadettin Tantan, 17 Ağustos’tan kısa bir süre önce İstanbul’daki kaçak yapıların yıkılması için talimat vermişti. Şimdi de, İstanbul’daki binaların tek tek elden geçirileceğini söylüyor. Anlaşılan, çürük binalar yıkılacak, tamir ve takviye ile idare edebilecekler ise işlemden geçirilecek.

İnanmak istiyorum; ama bana biraz ütopya gibi geliyor bu sözler. Keşke yapılabilse! Keşke buradan size yanıldığımı itiraf edebileceğim günler gelse! Keşke devlet bu kararlılığını topluma açıkça ilan etse ve İstanbullularla mutabık kalarak, onların da katılımını temin ederek şehri sağlamlaştırma ameliyesine girişse!

Tantan’ın sözünü ettiği girişim için bir defa İstanbul’a yeni yapı yapmak yasaklanmalıdır. İkinci olarak mevcut yapı stoku tespit edilmeli, bunların envanteri çıkartılmalı, projeleri incelenmeli, projelerinin doğru uygulanıp uygulanmadığı araştırılmalı ve zemin etütleri yapılarak binaların, üzerine yerleştikleri zemine uygun yapılıp yapılmadığı ortaya konulmalıdır. Ancak bu işlemlerden sonra binaların yıkılıp yıkılmayacağına karar verilebilir.

İyi ama bunlar zaten bir şekilde “kanuni” yapılar. Yani belediyelerde, tapu dairelerinde bunların kaydı kuydu zaten mevcut ve tespiti nispeten kolay. Peki tamamı kaçak olarak yapılmış Sultanbeyli gibi ilçelerin, daha adı bile konmamış sokakların, kapı numaraları dahi olmayan binlerce konutun tespiti nasıl yapılacak? Kaçak binaların yıkılması söz konusu olacaksa, İstanbul’daki binaların yaklaşık yarısının yıkılması gerektiğini Sayın Tantan bilmiyor olamaz herhalde!

Ben bütün itiraz ve şüphelerime rağmen Tantan’ı destekliyorum. Zira Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa bir bakan oy avcılığına, halk dalkavukluğuna yuvarlanmadan, nabza göre şerbet vermeden halka doğruyu söyledi. Sözünün arkasında durup duramayacağını zaman gösterecek; ama yine de bu sözlerle yepyeni bir sayfa açıldığını düşünüyorum siyaset dünyamızda.

Yeri gelmişken şunu vurgulamak istiyorum: 17 Ağustos ve devamındaki depremlerde yıkılan sadece binalar değildi. Aynı zamanda 1927’de başlayan apartman modeli de beyinlerde yıkıldı!

1927’de yeni Belediyeler Kanunu ile birlikte ahşap bina yapılması yasaklanmış, binalarda beton kullanılması şart koşulmuş, bu arada çimento sektörüne büyük miktarlarda teşvikler verilmiş, kolaylıklar getirilmişti. Önce İstanbul’da olmak üzere bu tarihte resmi apartmanlaşma dönemi başlamıştı. Fakat daha üzerinden 5 yıl bile geçmeden Falih Rıfkı Atay, “Durdurun bu apartmanlaşmayı!” diye feryada başlayacaktı.

İşte bu feryat, 17 Ağustos 1999’da gerçek muhataplarını buldu. 12 Kasım’daysa kulaklardan sosyal akla intikal etti. Dolayısıyla gerçekte 17 Ağustos 1999 depremi, 1927 modelinin çöküşünden başka bir şey değildi!

1927’de yürürlükten kaldırılan ahşap bina yapma geleneği de, ne gariptir ki, 1505 depreminden sonra başlatılmıştı resmi olarak. Yani 1505’te devreye giren ahşap bina yapılması geleneği 1927’de sona ermişti. 1927 apartmanlaşma modeli ise ancak 1999’a kadar dayanabilmiştir.

Kısacası 1999 Ağustos’undaki büyük deprem, 1927 modelinin ne kadar hatalı ve köhne bir model olduğunu gözümüze sokarcasına gösterdi. 1927 modeli, yangınlara dayanıklı bina yapmak kaygısından yola çıkmıştı. 1505 modeli ise depremlerde can kaybını en aza indirmek için bulunmuş bir çareydi. Sizin anlayacağınız, 5 yüzyıl sonra dönüp dolaşıp yine depreme tosladı şehirleşme modelimiz.

Avrupa’nın en fazla çimento tüketen ülkesinde birbirinin üzerine kibrit kutuları gibi devrilen binalar inşa ediliyorsa, bunun muhasebesi bir şekilde yapılmalıydı. 17 Ağustos ve 12 Kasım depremlerinin bu tehlikeli gidişi frenleyeceği yolundaki ilk ipuçlarının ortaya çıkmaya başladığını hep beraber görüyoruz.

Bir cevap yazın